Eğirdir’de, Şeyh Mustafa diye bilinen Aziz Üstün, Eğirdir Komando Birliği‘nde subay olan ve mürşid-i kâmil arayan Hulusî Yahyagil‘e “Senin aradığın zât aslında Barla’da yaşıyor, seni ona götüreyim” diyerek onu Üstad Bediüzzaman Hazretleri’yle tanıştırıyor. Üstad, Hulusî Yahyagil‘e daha o bir şey demeden, "Kardeşim ben şeyh değilim. İnsanlığın iman problemi var. Kur’an’dan aldığımız çarelerle bu hastalığı tedaviye çalışıyoruz. Bu devaları ve ilaçları beraber sunalım.” meâlinde sözler söyledikten sonra Aziz Üstün’e dönüyor; “Sen neredesin?” diye dostane bir serzenişte bulunuyor. O da “Efendim, ben Hulusî Beyi getirdim.” diyor. Üstad tekrar kendisine “Ben onu sormuyorum, ben sana soruyorum, “Sen neredesin?” diyor. O da yine “Efendim ben Hulusî Beyi getirdim.” diyor. Sanki suçunu affettirmek için onun arkasına saklanıp, kendi affını sağlamaya çalışıyor…
O ceberut dönemde çay bahçesinde bir binbaşı Aziz Üstün’ü milletin içinde hakaret ederek tokatlıyor. O da boynunu büküp oradan ayrılıyor. Oğlu Halil Üstün’e söylüyorlar. (Halil Üstün ise daha sonraları ülkemize modern elmacılığı getiren bir şahsiyet, 20-25 sene önce Eğirdir’den Konya tarafına giderken Eğirdir Gölü‘nün kenarına heykeli dikilen kişi) Halil Bey bunu duyunca bir dilekçe yazıp babasına imzalaması için götürüp, “Baba imzala şu dilekçeyi bu adamı mahkemeye verelim. Birçok insan da şahit olacak” diyor. O, “Oğlum imzalamam” diyor. “Baba niye imzalamıyorsun? ” deyince “Evladım, ben zaten dilekçemi imzalayıp verilmesi gereken yere verdim. Gerisine gerek yok! ” diyor. Üç gün sonra binbaşı aniden ölüyor. Onun hanımı diyor ki: “Ben biliyorum sebebini… Kaç defa dedim. Git bu zattan özür dile… Bu, sıradan birisi değil, başına bir şey gelmesinden korkuyorum, dedim ama beni dinlemedi.” diyor.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, Mukaddes Vazifeyi anlatırken “Bu vazife tercih edilir. Birinin hidayetine vesile olacağımız zaman Cennet kapılarının yedisi-sekizi birden açılsa, bize ‘İçeriye buyurun!’ dense, teşrifatçılar bizi istikbal etse, arkada hidayeti söz konusu olan o şahsı düşünüp ‘Biraz durun, ben şununla bir müddet meşgul olayım, sonra gelirsin!.. ’ diyebileceğimiz kadar Mukaddes’tir. Bu vazife!.. Bu sözü daha ileriye götürebilirim. Yani herkesin O’na doğru koştuğu, uçtuğu Cemâlullah’ı müşahede meselesinde bile ‘Yâ Rabbi! Tek Gelmemek için şunu da yanımda getirmek istiyorum, bana bir dakika müsaade buyur.’ desek sezadır. Gerçi, vuslata karşı dayanma aşığın ölümüdür. ‘Bir dakika müsaade et!’ demek bu mesleğin yolcuları için bir ölüm olsa bile, onlar ‘Hele biraz daha yanayım!’ der ve bir insanın daha imanının kurtulmasını her şeye tercih ederler.” Gerçekte Mukaddes Vazife bu kadar önemli. İnşaallah bu öneme uygun gayret göstermeye gayret eder, Rızâ-ı İlahi‘yi kazanmaya çalışırız.