Orman mühendisi ve bilge şahsiyet Ali İhsan Tola Ağabeyimiz, Çam Dağı’ndaki katran ağacı için şunları söylüyor: “Üstad Hazretleri niçin bu ağaca çıkıp etrafı seyrediyordu? Katran ağacının bulunduğu yer, uçurumun kenarı gibi bir yerdir. Buraya çıkan insan korku ve ümidle, Celal ve Cemâlle iç içe bir hisle dolar. Tefekkürün penceresi buradan açılır. Tamamen Cennet gibi güzel her taraf Cemâl esintileri ile dolu olsa eksik olur. Tamamen Celâl tecellisi olsa o zaman o korku insanda tefekkür kapısını kapatır. Celâl ile insan Allah’ın yüceliğinin kendi âcizliğini ve zayıflığını idrak eder. Cemâl ile ise, o rahmetin kucağına kendini atacak hale gelir. Bu içiçelik insanı tefekkür deryasına daldırır. Bu söylediklerim meselenin sadece bir yönü…
Diğer bir yönü ise kalb ve ruhuyla beraber bedeni nuraniyet kesbetmiş olan Üstad Hazretleri için zaman ve mekan sınırlarını aşıp asırlar ötesine ve asırlar berisine gidebilir. Bu yönden Senirkent Ovası ve devamı Gelendost Ovası, Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’da yapılan ikinci büyük savaş Miryakefelon’da yani burada bu ovada olmuş. Malazgirt’te Anadolu’nun yapısından içeri girilmiş. Miryakefelon ile Anadolu’nun kalbine yerleşilmiş. Bu açıdan Üstad Hazretleri bu ovayı seyrederken, o günkü yaşananları bu asra getiriyor veya ruhen o asra gidiyor ve o muhteşem savaş sahnelerini bir tablo gibi seyrediyor.”
* * *
Hicret etmiş bir lise talebesine “Sen zemzem olabilir misin?” diye sordum. “Nasıl olunur ki?” dedi. Dedim ki: “1071’de Malazgirt’ten Anadolu’ya girenlerin sayısı 300 bin… Halbuki o zaman Anadolu’da beş milyon yerli insan var. Yani orada 17’de bir nisbetindeler… Ama onlar zemzem oldukları için hiç asimile olmadılar.” O da “Zemzem olmayı şöyle iyice bir izah eder misin?” dedi. Dedim ki, “Bir araştırmaya göre bir bardak, bir kupa zemzemi bir sürahi suyun içine boşaltınca, zemzem dominant olduğu için kendisine çeviriyor. Yani sürahi zemzem oluyor. İşte Anadolu’ya ilk girenler İslamî güzellik tam yaşadıkları ve güzelce temsil ettikleri için, diğer insanlara Allah’ın izniyle örnek olmuşlar. Zemzem gibi kendilerine benzetmişler…
* * *
Ali İhsan Tola Ağabeyimiz Hesna Şener’den bahsederken, diyor ki: “Hesna Şener Denizli Mahkemesi’nde Üstad Hazretleri, talebeleri ve Risale-i Nurlar hakkında ilk defa beraat kararı veren hakimlerden. Babası Isparta’da Alay Müftüsü… Ama kızını ortaokula gönderiyor. Oradan hukuka… Denizli Mahkemesi’nde Ağır Ceza Reisi Ali Rıza Efendi, talebeliğinde hukuk okurken İstanbul’da Şekerci Hanı’nda, Üstadı görmüş. Şöhretine şahit olmuş. Üstad Denizli Mahkemesi’ne getirildiğinde dosyaları incelemiş bir suç yok. Fakat mahkemenin diğer iki hâkimi baskılara dayanamayıp bir ceza verilip dosyanın kapatılması taraftarı imiş. Onun için Ali Rıza Efendi durmadan mahkemeyi uzatıyormuş. Bunlardan birisi hastalanıp rapor alarak uzaklaşınca, Ali Rıza Efendi genç hâkime Hesna Şener’e ‘Sen heyete katıl’ demiş. O da kabul edince ilk celsede ‘Dosyaları bir tetkik et” demiş. O da iyice tetkik etmiş. Ortada bir suç olmadığını görmüş. Ve ikinci celsede ‘Ortada bir suç yok’ demiş. İmzayı atmış. Öbür hakim de imza atınca Ali Rıza Balaban zaten beraat taraftarı. İttifakla karar vermişler. Üstad ‘Hesna kızım bilerek imzayı bastı, hayatını nura fedâ etti.’ demiş. Çünkü bu karar esas teşkil ediyordu. Temyiz de tasdik edince, binlerce beraat kararına vesile oldu. ‘Sebep ve vesile olan o işi yapmış gibidir.’ esasına göre bütün sevaplar ona gidiyor. Üstad onun için ‘Benim mânevî evladım Hesna’ diyordu. Hesna Hanım beni (Ali İhsan Tola’yı) gördüğünde hüngür hüngür ağlardı. O bizden 10-12 yaş büyüktü. Onun özelliğini inkârcılığa karşı gösterdiği mukavemettir. Tabiî irsî ve cibilli olarak seyyidlerden Âl-i Beyt’ten olduğu için hep dine, İslâm’a taraftar bir hüviyeti korumuştur.”
Evet, Seyyidler Efendimizin (S.A.S.) evladları oldukları için dedelerinin davasına irsî ve cibilli olarak fıtraten tarafdardırlar. Bu çeşit taraftarlık başka şeye benzemez. İctimaî hayatta onlardaki bu gayret-i diniyyeye çok defa şahit olmuşuzdur.