M. Fethullah Gülen Hocaefendi Lokmanın Helâl Olması konusunda şunları söylüyor:
“Anne-babanın vazifelerinden birisi de kendi rızıklarına dikkat etmeleri gerektiği gibi çocuklarına da (Helâlen tayyiben buyurulduğu üzere) hoş, Tayyib, helâl bir rızık yedirilmeleridir. Bir Müslümanın, aile efradına haram veya şüpheli şey yedirmesi söz konusu ise, o kimsenin evlenmesinin haram veya mekruh olduğunu –itiraz tarafı açık- hatırlatmıştık. Evet bir kimsenin başkasına HARAM yedirmeye hakkı yoktur.
“Bu itibarla, bakım ve görümüyle sorumlu bulunduğumuz çocuklarımıza ve diğer aile fertlerine HOŞ ve TAYYİB nesnelerden yedirme mecburiyetindeyiz. ‘Umum-i Belvâ’ diyerek HARAM veya Şüpheli şeyler yediremeyiz. Zaman değişse, asır başkalaşsa, herkes gayr-i meşru yollarda bulunsa da biz yediremeyiz. Aslında, yanlış yollarla elde ettiğimiz kazanç da, o kazançla beslenen çocuklarımız da, cehennem zakkumu gibi bir gün mutlaka bizim başımızı ağrıtır, belki de kan kusturur.
“Daha önceki vazifelerimizi yapmışsak, dünyaya gelen, her yeni misafirin belli ölçüde şekavetlere kapalı bir said (saadete namzed) olduğunu bekleyebiliriz. Ama, yediğimiz haram, içtiğimiz haram, giydiğimiz haram ve hayatımız haramlarla iç içe ise, çocuğun saadet ihtimalini yok etmişiz demektir.
“Evet, haram yiyor, haram içiyor, haramla besleniyorsak, ruh dünyamızı şeytana açık tutuyor sayılırız. ‘Şeytan insanın damarlarında kanın hareketiyle hareket hareket eder.’ (Buhari, Ahkam, 21) fehvasınca o, insanın kan damarlarında dolaşır. Alyuvarlarına, akyuvarlarına biner. Dolayısıyla NESLE de, NESEBE de şerârelerini bulaştırır.
“Bu açıdan ta baştan itibaren, çocuğun bakım-görümü, yiyeceği, içeceği, giyeceği herşey DİNİN meşru kıldığı daire içinde kalınarak yerine getirilmeli, haram yedirilmemeli, haram içirilmemeli ve haram giydirilmemelidir.
Şemsinur Özdemir’in “Hoca Anne ve Ailesi” kitabında diyor ki: “Hocaefendinin annesi Refia Hanım’ın yeğeni Salih Beyin anlattığı hadise: ‘Şâmil Ağa ot alması için oğlu Ramiz Efendiyi gönderir. Ot alacakları köylü: -Çayırı biçmişim ama bağlanmış vaziyette değil. Gidin bağlayın, DEMET yapın arabalarınıza yükleyin. Aldığınız DEMET mikdarınca parasını getirin’ der. Sonra bakar ki, herkes bağ yağmış ama büyük büyük. İki bağlık otu tek bağ yapmışlar. Ramiz efendi ise babasının çayırında nasıl bağlıyorsa o mikdarda bağlamış. Köylü bu duruma dikkatlerini çekince, diğerleri: ‘Onun gücü yetmiyor da o yüzden öyle ufak ufak bağlamış’ derler. Oysa aradaki fark ayan beyan ortadadır. Köylü herkesten ot parasını alır, ancak Ramiz Efendi’den almak istemez. Hatta ‘Git babana benden selam söyle… Bu otu sana hediye ettim. Senin gibi bir oğlu olduğu için onun parasını almıyorum’ der. Çok zorlamasına rağmen Ramiz Efendi elindeki parayı köylüye kabul ettiremez ve otunu alıp eve gelir.”
Ramiz Hoca harama helâle çok dikkat eden, gözünü haramdan korumak için azami gayet gösterdi. (…) Kul hakkına girmemek hususunda da çok dikkatli yaşayan Ramiz Hoca, kendilerine ait olmayan tarlalardan geçerken bir tutam dahi ot almamaları için yanındaki hayvanlarının ağzını bağlar. O tarladan çıkarken de altına bulaşan topraklar dökülsün diye çarıklarını silkeler.
“Refia Hanım, bunca işin arasında biraz boş vakit bulsa, hemen eline ya kitabını veya örgü, dikiş gibi el işini alıyordu. Beş vakit namazın dışında teheccüd namazını, Kur’an okumalarını ve tesbihlerini ihmâl etmiyordu. (…) Muhterem Hocaefendi’nin ‘Benim ama ya okur, ya dokur’ demesi de işte bundandı.”
“Hadislerde gördüğümüz kadarıyla, Allah’ın (c.c.) Kâbe’sini tavaf ederken, sırtında haramdan elde edilmiş elbise, içinde haram lokma bulunan bir insan, ‘Lebbeyk Allahümme lebbeyk –ki, bu cümle hacc esnasında ve ihramda bulunduğu müddetçe, insanın söyleyeceği mukaddes kelimelerdendir – Allah (c.c.) da onu söyleyece (yediği, içtiği haramlar sebebiyle) ‘Lâ lebbeyke ve lâ sa’deyk’ diyecektir.’ (Heysemî, Mecmua’z-Zevâid, 3/210) Bunu ‘Lebbeyk de sâdeyk de senin olsun’ şeklinde anlayabiliriz.
“Onun için bir elbisenin ipliğinin bile haram ve şüpheli olmamasına dikkat etmeli, bilmeyerek olanından da Allah’a (c.c.) sığınmalıyız ve gönlümüz her zaman tir tir titremelidir. Katiyen bilmeliyiz ki, ektiğimiz her tohum ya zakkum olup başkalarını zehirleyecek; veya kökü yerin derinliklerinde dalları semaları tutan mübarek bir ağaç gibi meyveleriyle, gölgesiyle, dallarıyla, yapraklarıyla insanlığa, hatta daha başkalarına nesiller boyu hizmet edecek; insanın mutluluğuna ve yeryüzünün imar (ve tamirine) katkıda bulunacaktır.”
Bildiğim kadarıyla bir anne hamile iken, televizyonun menfi şerâreleri, karnındaki yavrusuna zarar vermemesi için tamamen kapatıp evin bütün odalarına Kur’an sesi, Cevşen ve dua sesleriyle dolduruyor. Yediğine içtiğine dikkat ediyor. Bir gün yüksekteki bir göl kenarına tenezzühe gidiyorlar. Yanlarına da yiyecek içeceklerini almışlar. Bir ara bir de anne bakıyor ki, bir sürü iri yaban kazları yiyeceklerine saldırmak üzere bağıra bağıra üzerine geliyor!.. En öndeki en iri olan kazı tam yaklaşıp saldıracağı sırada anne: “Bu yiyecekler oğlumun!.. Siz yerseniz o masum aç kalır!.. Vazgeçin!..” diye haykırıyor. Sözleri anlamış gibi bu anaç kaz birden fren yapar gibi duruyor ve arkasına dönüp yaban kazı sürüsüne kazca bir şeyler söylüyor ve hepsi de dönüp gidiyorlar!..