Âyete’l-Kürsî’den (2/255) sonra Bakara Suresinin 256. âyetinde şöyle buyuruluyor:
“Dinde zorlama yoktur. Doğru yol, sapıklıktan, Hak bâtıldan ayrılıp belli olmuştur. Artık kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse, işte o, kopması mümkün olmayan en sağlam tutamağa yapışmıştır. Allah herşeyi işitir bilir. Allah, iman edenlerin yardımcısıdır, onları karanlıklardan kurtarıp aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin dostları ise tâğutlar olup onları nurdan / aydınlıktan karanlıklara götürürler.” (2/226-227)
Müstetbeâtü’t-terâkib (terkiplerden, dolayısıyla çıkan yan mânalar) açısından, “Lâ ikrâhe” “zorlama yoktur” meâlindeki ifadenin “Lâ ik” bölümü sanki Lâikliği ifade eden bu âyetlere ses ve nağme teyidi gibi görünüyor.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Şualar’ın On Birinci Meselesinin Hâşiyesinin Bir Lâhikası’nda riyazî açıdan şöyle bir tefsir getiriyor: “… Ehl-i Küfrün 1293 harbiyle İslamın nurunu söndürmeye çalışması tarihine ve Birinci Dünya Savaşından istifade ile 1338’te bilfiil Nur’dan zulümata atmak için yapılan dehşetli MUÂHEDELER tarihine tam tamına tevâfuku ve içinde tekrar tekrar nur ve zulümat karşılaştırılması ve bu mânevî mücâhede Kur’an’ın nurundan gelen bir nur, ehl-i imana bir dayanma noktası olacağını işarî mânâ ile haber veriyor, diye kalbime ihtâr edildi. Ben de mecbur oldum, yazdım. Sonra baktım ki, mânâsının münâsebeti bu asrımıza o kadar kuvvetlidir ki; hiç TEVÂFUK emâresi olmasa da yine bu âyetler, her asra baktığı gibi işârî mânâ ile bizimle de konuşuyor diye kalbime geldi.
“Evel, evvelâ: Başta ‘Lâ ik-râhe fi’d-dîn kad tebeyyene’r-rüşd’ (Dinde zorlama yoktur. Doğru yol, hak belli olmuştur.) cümlesi, cifri ve ebcedi makamı ile 1350 tarihine parmak basar ve işârî mânâ ile der: Gerçi o tarihte dini, dünyadan ayırmakla dinde zorlamaya dînî mücâhedeye ve din için silahla cihada muârız / karşı olan vicdan hürriyeti, hükümetlerde bir kanun-u esasî (anayasa) ve siyasî bir düstur oluyor. Hükümet LÂİK CUMHURİYET’e döner. Fakat ona mukabil Mânevî bir dini cihad, iman-ı tahkiki kılıcıyla olacak. Çünkü dindeki rüşd ve irşad, hak ve hakikati gözlere gösterecek derecede kuvvetli burhanları izhar edip tebyin ve tebeyyün eden bir Nur, Kur’an’dan çıkacak diye haber verip bir mucizelik parıltısı gösterir.
“Hem, tâ, ‘HÂLİDÛN’ (ebedi kalacaklar) (2/257) kelimesine kadar Risale-i Nurdaki bütün mukayese ve muvâzenelerin aslı, menba olarak aynen o muvâzeneler gibi mükerreren nur ve zulümat ve İMÂN ve KARANLIKLARI karşılaştırmasıyla gizli bir emâredir ki, o tarihte bulunan mânevî cihadı mübârezesinde büyük bir kahraman, nur nâmında Risale-i Nur’dur ki, dinde bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun mânevî ELMAS KILICI, maddî kılıçlara ihtiyaç bırakmıyor.