Âl-i Beyt ... Âl-i Muhammed

Safvet Senih

Safvet Senih

19 Tem 2018 10:48
  • Üstad Hazretleri “Allahümme salli ve sellim alâ Seyyidinâ Muhammed…” Yani “Allah’ım! Hz. İbrahim’e ve Hz. İbrahim âline merhamet ettiğin gibi Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âline, her zaman ve her yerde merhamet eyle! Şüphesiz bütün hamd ve övgülere lâyık ve şânı yüce olan sadece Sensin!”  (Buharî) duası için şöyle bir değerlendirme yapıyor: “Umum ümmetin, bütün namazlarında, günde beş defa tekrar ettikleri bu dua, bizzat şâhit olduğumuz üzere, kabul olmuştur ki; Âl-i Muhammed Aleyhisselam, Âl-i İbrahim Aleyhisselam gibi öyle bir vaziyet almış ki, umum mübarek silsilerin başında, umum mekanların ve asırların cemaatlerine o mübarek zâtlar kumandanlık ediyorlar… Öyle çoklar ki, o kumandanların hepsi, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir dayanışma ile bir fırka vaziyetini alsalar, İslamiyet dinini, mukaddes milliyet hükmünde ittifak ve uyanışın râbıtası, güçlü bir bağı haline getirseler, hiçbir milletin ordusu, onlara karşı dayanamaz!.. İşte o pek kesretli, o muktedir ordu, Âl-i Muhammed’dir (aleyhisselâtü vesselam) ve Hz. Mehdi’nin en has ordusudur.
    “Evet bugün tarih-i âlemde, hiç bir nesil, şecere ile ve senetlerle ve anane ile birbirine bağlı ve en yüksek şeref ve âlî haseb ve asîl neseb ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt’ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyeti bulunsun.
    “Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatın fırkalarının başında onlar… ve ehl-i kemâlin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de kemmiyeten milyonları geçen mübarek bir nesildir. Aklı başında, kalbleri imanlı ve Efendimiz Muhammed Aleyhisselamın muhabbeti ile dolu ve cihan-değer mensubiyet şerefiyle (Hz. Muhammed Aleyhisselamın torunları olmanın verdiği şerefle) başları yücedir. Böyle muazzam bir cemaat içindeki mukaddes kuvveti harekete geçirip heyecana getirecek ve uyandıracak büyük hadiseler meydana geliyor. Elbette o muazzam kuvvetteki yüce bir hamiyet feveran edecek…”
    Üstad Bediüzzaman Hazretleri, ihlasta birinci talebesi  Hulusî Yahyagil ağabeyimize diyor ki: “Hem katiyen bil ki; Resûl-i Ekrem Aleyhisselatü vesselâmın iki âli var. Biri, nesebi âl-i beytidir. (Yani Hz. Ali ve Hz. Fâtıma’dan olma torunlar.) Biri de, şahs-ı mânevîsî ve nurânîsinin Risâlet noktasındaki âli var. Bu ikinci âl’de katiyen sen dâhil olmakla beraber, birinci âl’de dahi delilsiz bir kanaatin var ki, ceddinin (Esseyyid  Muhammed şeklindeki) imzası sebebsiz değildir.”
    Birinci Emirdağ Lâhikasında da Üstad şöyle diyor: “Zâten Üveysî bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı Âzam Abdülkadir Geylanî’den (K.S.) ve Zeynel âbidin  (R.A.) ve Hasan, Hüseyin (R. Anhümâ) vasıtasıyla Hz. İmam Ali’den (R.A.) almışım. Onun için, hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir.”
    Yine Emirdağ Lâhikası-1’deki Hüsrev Ağabeye yazdığı bir mektubunda da Üstad Hazretleri şöyle diyor: “Hz. Hasan’ın (R.A.) altı aylık hilâfetiyle beraber Risale-i Nur’un Cevşenü’l-Kebîr’den ve Celcelûtiye’den aldığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilafetin en ehemmiyetlisi olan iman hakikatlarını neşir noktasında Hz. Hasan’ın (R.A.) kısacık müddetini uzun bir zamana çevirerek tam beşinci halife nazarı  ile bakabiliriz. Çünkü hakikî adalet ile bu asırda insanları mesud edebilir bir istidatta bulunan, Risale-i Nur’dur ve onun şahs-ı manevisi, Hz. Hasan’ın bir muâvini, bir mütemmimi, bir mânevî evlad hükmündedir diye senin mektubu tâdil ettim.”
    “Gerçi mânen ben Hz. Ali’nin (R.A.) mânevî bir evladı hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Âl-i Muhammed Aleyhisselam, bir mânada hakiki Nur Şâkirtlerine şâmil olmasından, ben de Âl-i Beyt’ten sayılabilirim.”
    Peygamber Efendimizin (S.A.S.) “Ben ilmin ŞEHRİYİM, Ali ise, onun KAPISIDIR” dediği Hz. Ali’nin (R.A.) Celcelûtiye  Kasidesiyle Risale-i Nurlara dair işaretlerini Üstad Bediüzzaman Hazretleri şöyle anlatıyor: “Madem Hz. İmam Ali, (R.A.)  Üstad-ı Kudsîsinden (S.A.S.) aldığı derse binâen, Kur’an’a taalluk eden  gelecek hadiselerden haber veriyor. Ve ‘Benden sorunuz’ diye müteaddid ve doğru haberleri verip evliyaların Şâhı olduğunu öyle kerametlerle ispat ediyor. Madem bu asırda Avrupa dinsizleri ve ehl-i dalâlet münafıkları, dehşetli bir surette Kur’an’a hücumu hengâmında Risale-i Nur o dalâlet seline karşı mukâvemet edip, Kur’an’ın tılsımlarını keşfederek hakikatını muhafaza ediyor. “Ya Rab! Nur isminle ve cemâlinle parlat yıldızımı / Günler ve asırlar boyunca Sensin buna kâdir olan ey Nur.’ Fıkrasıyla, Yirmi Sekizinci Lem’ada ispat edildiği gibi sarahata yakın bir surette Risale-i Nur’a işaret etmekle beraber, Nur Suresindeki Nur Âyetinin Risale-i Nur’a işaret eder. Madem ‘Yâ Rab! Nur isminle ve cemalinle parlat yıldızımı’ mâna ve cifirce tam tamına Risale-i Nur’a tevafuk ediyor. Elhâsıl: Hz. İmam Ali  (R.A.) bir defa ‘Yıldızımı parlat’ fıkrasıyla âhir zamanda Risale-i Nur’u dua ile Allah’tan niyaz eder, ister ve başlangıçta On İki Söz namında meşhur olan on iki Risaleden ibaret bulunduğundan, yalnız on iki Risalesine işaret ediyor. İkinci defada   ‘Nur kandili yanıp parlıyor.’ Fıkrasıyla daha sarih (apaçık) bir surette Risale-i Nur’u medih ve senâ ile göstererek, mükemmel hâle gelmesine işareten, bütün Sözleri, Mektupları ve Lem’aları remzen haber verir. 
    “Hem On İki Söz namıyla çok yayılan o küçücük Risaleler bu fıkradaki kelimeler gibi birbirine ismen ve sureten benzedikleri gibi, BEDİ’ mânâsında olan Celcelutiye kelimesine mutabık olarak, her biri gayet BEDÎ’ bir tarzda güzel bir temsille, büyük ve derin bir Kur’anî Hakikatı tefsir ve isbat eder.” (Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, Sekizinci Şua)
    Cennet ucuz olmadığı gibi Âl-i Beyt olmak da, hatta Mânevî Âl-i Beyt olmak da ucuz değil… Ama İcraat-ı İlâhiye, hiçbir zaman hikmetsiz değildir. Yusuf Aleyhisselam, Âl-i İbrahim olarak kuyudan, hapisten Mısır Sarayına nasıl bir hased rüzgarıyla çıkmışsa, Hizmet hareketi de bir Âl-i Beyt hareketi olarak İlâhî hikmetle ağır bir süreçle bir yere, yüce bir konuma doğru hızlı bir şekilde yönlendiriliyor diye düşünüyor ve Rahmet-i  İlahiyeden bekliyorum. 

    19 Tem 2018 10:48
    YAZARIN SON YAZILARI