Cenab-ı Hakkın Güzel İsimlerini, kainatta tecelli eden biçimleriyle, bir kitap gibi mütalaa ederek yani Kur’an kainatı okuyarak önümüze getiriliyor. Aslında Kur’an tefekkür yolunu göstererek, Esma-i Hüsna’nın olaylar içinden ve fıtrattan tespit edilip çıkarılması şeklinde anlatmış oluyor. Bediüzzaman Hazretleri 25. Söz’de bu hususta pek çok örnek veriyor:
1-) Kur’an-ı Hakim, mucizeli beyanları ile Cenab-ı Hakkın fiillerini ve eserlerini gözler önüne serer, yayar. Sonra o eserler ve fiillerde Cenab-ı Hakkın ilahi isimlerini çıkarırı. Mesela: “O (Allah) ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. sonra iradesini semaya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O, herşeyi Alim(hakkıyla bilen)dir.” (Bakara Sûresi, 2/29) Ayet eserleri, bir neticenin bir mühim gayenin mukaddematı gibi serip, Allah’ın ilim ve kudretine gayeleri ve nizamatı ile şehadet eden en büyük eserleri beyan ederek Alim ismini çıkarır.(Gerçekten herşeyde hatta yılan zehiri gibi şeylerde bile insan için faydaların yaratıldığı bugün açıkca anlaşılmaktadır. Göklerin yedi tabaka olarak yaratılması da elbette şümüllü bir ilmin neticesidir. Bütün gerçekler de ancak biyoloji, kimya, fizik ve astronomi gibi ilimlerin derin araştırmaları ile anlaşılabilir.)
2-) Kur’an, insanın nazarına karşı ilahi sanatın mensucatını (dokumalarını) açar, gösterir. Sonra neticede meselenin özünmü takdim ederken onları Allahû Tealanın isimleri ile sarıp sergiler. Mesela: “De ki; gökten ve yerden sizi rızıklandıran kimdir? İşitme ve görme duygularını yaratıp size veren kimdir? Ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkaran kimdir? Yerli yerince tedbir ve idare eden kimdir? Onlar “Allah” diyeceklerdir. De ki, “Hala ortak koşmaktan korkmaz, takvaya girmez misiniz? İşte Hak olan Rabbiniz Allah O’dur.” (Yunus Sûresi, 10/31-32) İşte, başta der: “Sema ve zemini, rızkınıza iki hazine gibi hazırlayıp oradan yağmuru, buradan hububatı (ürünleri) çıkaran kimdir? Allah’tan başka koca sema ve zemini iki itaatli hazinedar hükmüne kimse getirebilir mi? Öyle ise şükür sadece O’na mahsustur.”
İkinci fıkrada der ki: “Sizin azalarınız içinde en kıymetdar göz ve kulaklarınızın maliki kimdir? Hangi tezgah ve dükkandan aldınız? Bu latif kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden O’dur ki: Bunları size vermiştir. Öyle ise, yalnız Rab O’dur. Mabud da O olabilir.”
Üçüncü fıkrada der: “Ölmüş yeri ihya edip (diriltip) yüzbinler ölmüş taifeleri ihya eden kimdir? Hak’tan başka ve bütün kainatın Halıkından başka şu işi kim yapabilir? Elbette O yapar. O ,ihya eder: Madem Hak’tır. Hukuku zayi etmeyecektir. Sizi bir Mahkeme-i Kübra’ya gönderecektir. Yeri ihya ettiği gibi, sizi de ihya edecektir.
Dördüncü fıkrada der: Bu büyük kainatın bir saray gibi, bir şehir gibi, mükemmel bir intizamla idare edip tedbirini gören, Allah’tan başka kim olabilir? Madem Allah’tan başka olamaz, koca kainatı bütün ecrami (yıldızları, günaşları, samanyolları) ile gayet kolay idare eden kudret o derece kusursuz, nihayetsizdir ki, hiç bir ortak ve yardıma ihtiyacı olmaz. Koca kainatı idare eden, küçük mahlukatı başka ellere bırakmaz. Demek ister istemez “Allah” diyeceksiniz.
İşte birinci ve dördüncü fıkra “Allah” der, ikinci fıkra “Rab” der, üçüncü fıkra “el-Hak” der. “İşte Hak olan Rabbiniz Allah O’dur.” ifadesinin ne kadar mucizane düştüğünü anla. İşte Cenab-ı Hakkın büyük tasarruflarını, kudretinin mühim mensucatını zikreder. Sonra da o büyük eserlerin mensucatını tezgahı “İşte Hak olan Rabbiniz Allah O’dur.” diyerek yani Hak, Rab, Allah isimlerini zikretmekle, tasarrufat-ı âzimenin menbaını gösterir.
3-) Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakkın fiilerini tafsilatı ile anlatır, sonra bir fezleke ile güzelce özetler. Tafsilatı ile kanaat verir; hülasa yaparak hıfzettirir, bağlar. Mesela: “Rabbin seni böyle seçkin kılacak, sana te’vil-i ehadisi (rüya tabirini ve olayların yorumunu, olacakların varıp dayanacağı noktayı) öğretecek ve bundan önce ataların İbrahim ve İshak üzerine peygamberlik nimetini tamamladığı gibi senin ve Yakupoğullarının özerine de nimetini tamamlayacaktır. Muhakkak ki, senin Rabb’in Alim ve Hakim’dir.” (Yusuf Sûresi, 12/6)
İşte Hz. Yusuf ve ecdadına edilen nimetleri şu ayetle işaret eder. Der ki: “Allahû Teala Sizi bütün insanlar içinde peygamberlik makamı ile üstün kılan, bütün peygamberler zincirini sizin silsilenize bağlayıp silsilenizi insanlar içinde bütün silsilelerinin kumandanı, hânedanınızı ilahi ilimler ve Rabbani hikmetlerin talim ve hidayet hücresi suretine getirip, o ilim ve hikmetle dünyanın saadetli saltanatını, ahiretin ebedi saadetiyle sizde birleştirmek, seni ilim ve hikmetle Mısır’a hem aziz, bir reis, hem âli bir peygamber, hem hakim bir mürşid kıldı. İlahi nimetleri böyle söyleyip saydıktan sonra ilim ve hikmetle Yusuf’u babalarını ve ecdadını mümtaz kıldığını da zikrediyor. Sonra “Senin Rabbin Âlim ve Hakim’dir” diyor. Yani “Cenab-ı Hakkın, rububiyeti ve hikmeti seni, babalarını, ecdadını Alim, Hakim isimlerine mazhar kılmayı gerektirir.” buyuruyor. İşte o tafsilatla anlatılan nimetleri yukarıda geçen fezleke ile hülasa etmiştir.
4-) Kur’an, bazan Cenab-ı Hakkın yarattıklarını bir tertiple zikreden; sonra o yaratılanlar içinde bir nizam, bir mizan olduğunu ve onun semereleri olduğunu göstermekle, güya bir şeffafiyet, bir parlaklık veriyor ki, sonra ayna gibi tertibinden tecellisi bulunan İlahi İsimleri gösteriyor. Güya o zikredilen yaratılanlar lafızlardır; şu isimler onların manaları yahut o meyvelerin çekirdekleri yahut hülasalarıdır. Mesela: “Andolsun ki, Biz insanı çamurun özünden yarattık. Sonra onu sağlam ve korunmuş olan anne rahmine bir damla su olarak yerleştirdik. Sonra o su damlasını pıhtılaşmış bir kan olarak yarattık. O pıhtılaşmış kanı bir parça et olarak yarattık. O et parçasını kemikler olarakyarattık. Kemiklerede et giydirdik. Sonra da onu bambaşka bir yaratışla inşa ettik. Yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan Allah’ın şanı ne yücedir!” (Müminun Sûresi, 23/12-14)
İşte Kur’an, insanın yaratılışının o acip, garip, bedi, muntazam, âhenkli tavırlarını öyle ayna-misal bir tarzda zikredip tertip ediyor ki “Fe Tebârekallahû ahsen’ül-hâlıkîn... Yani, yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan Allah’ın şanı ne yücedir!” ifadesi içinde kendi kendine görünüyor ve kendini dedirtiyor. Hatta vahyin bir katibi, şu ayeti yazarken, daha şu ifade gelmezden evvel “Fe Tebârekallahû ahsenül-hâlıkîn” diye söylemiş, hatta “Acaba bana da mı vahiy geliyor?” diye bir zanda bulunmuştur. Halbuki, evvelki kelamın nizam ve ahengindeki mükemmeliyet, şeffaflık ve insicam, o kelamı daha gelmeden evvel göstermiştir.
5-) Kur’an bazan değişmeye maruz ve muhtelif keyfiyetlere girecek maddi ve cüzi şeyleri söyler. Onları sabit hakikatlar suretine çevirmek için, sabit, nurani ve külli isimler ile hülasa eder, bağlar. Mesela: “Adem’e bütün isimleri öğrettikten sonra eşyayı meleklere gösterdi. “Eğer iddianızda doğru iseniz bunların isimlerini bana söyleyin.” buyurdu. Melekler, “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki, Alim ve Hakim olan Sensin.” dediler.” (Bakara Suresi, 2/31-32)
İşte şu ayet, evvele “Hz.Adem’in yeryüzünde hilafet meselesinde melaikelere üstünlüğünün sebebi ilmi olması” konusunu cüzi bir hadise ile zikrediyor. Sonra o hadisede, melaikelerin Hz. Adem’e karşı ilim noktasında mağlup oluşlarını zikrediyor. Sonra da bu iki hadiseyi iki külli isim ile hülasa ediyor: Yani “Alim ve Hakim Sen olduğun için Adem’i talim ettin, bize galip geldi. Hakim olduğun için bize istidadımıza göre veriyorsun, onun istidadına göre de üstünlük veriyorsun.”