Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Kıyamet saati elbette gelecek. Neredeyse onun vaktini açıklayacağım. Tâki her kişi bulsun orada bütün yapıp ettiğini, işlerinin karşılığını.” (Tâhâ Suresi, 20/15) Dünyaya gelecek felâketler ancak Atâ Kanunu ile kırılabilir. Aslında kıyameti koparacak günahlar irtikâp ediliyor… Mühlet verdiren haller hakkında Üstad Hazretleri şunları ifade buyuruyor: “Arzın her tarafına hükmeden ve ekser mahlûkatına tasarruf eden ve ekser canlı varlıklarını emrine âmâde edip kendi etrafına toplayan, sanat eserlerinin çoğunu kendi hevesâtının hendesesiyle ve ihtiyaçlarının düsturlarıyla öyle güzelce tanzim, teşhir ve tezyin edip çok antika nevilerini liste gibi birer yerlerde öyle toplayıp süslettirir ki, değil yalnız insanların, cinlerin nazarlarını belki semâvat ehlinin ve kainatın nazar-ı dikkatlerini ve takdirlerini ve kainat Sahibinin nazar-ı istihsanını celbetmekle gayet büyük bir ehemmiyet ve kıymet alan ve bu haysiyetle bu kainatın yaratılış hikmeti, büyük neticesi, kıymetli meyvesi ve arzın halifesi olduğunu; fenleriyle, sanatlarıyla gösteren ve dünya cihetiyle Cenab-ı Hakk’ın mucizeli sanat eserlerini gayet, güzelce teşhir ve tanzim ettiği için, isyan ve inkârıyla beraber dünyada bırakılan ve azabı tehir edilip geriye bırakılan ve bu hizmeti için mühlet verilip muvaffakıyet gören Âdem evlatları var.” (Bediüzzaman, Haşir Risalesi, Onuncu Söz’ün Birinci Parçası)
Yani Cenab-ı Hakk’ın harika sanatlarını, Botanik Zooloji Bahçeleri gibi yerlerde birer liste birer fihriste gibi toplayıp düzenleyerek güzelce teşhir etmek, atomdaki nükleer enerji gibi müthiş gücü ilimlerle ve fenlerle ortaya çıkarmak böylece Rabbülâleminin mucizeli bilinmedik icraatını sergilemek, Cenab-ı Hakk’ın hoşnutluğuna vesile oluyor. Yoksa aslında kıyameti koparacak günahlar işleniyor. Malûm Sodom Gomore yerin dibine batırıldı. Lut Aleyhisselamın kavminin günahları sebebiyle Lût Gölü’nün dibine, mağma tabakasının kızgın ateşlerine doğru batmaya devam ettiklerini, kendilerine ulaşılamadığını bir Rus âlimi söylüyordu.
“Ruhumuzu ikame için yazılmış olan elimizdeki eserlerin (Risale-i Nurlar ve Pırlanta eserler) iyi okunması, orada verilen mesajların bugünkü dünyamız adına ifade ettiği mânaların, yarınki ve öbür günkü hayatımız adına gösterdiği hedeflerin iyi anlaşılması, bizim için nasıl bir dünya resmettiğinin iyi analiz edilmesi de çok önemlidir. Hz. Üstad, mevcutla iktifanın dûn himmetlik olduğunu ifade etmiştir. Bu açıdan biz, elimizdeki kaynakları okurken sürekli ‘Acaba buradan başka ne türlü mânalar çıkartabiliriz?’ düşüncesiyle okumalıyız. Meseleyi sadece çay ve kahve sohbetlerine bağlama eksik bir yaklaşımdır. Önemli olan o eserleri ciddî bir müzakere ile ele almak ve onların geleceğimiz adına gösterdiği hedefleri görebilmektir.
“Fakat bütün bunların da aksiyonla birlikte yürütülmesi gerekir. Eğer düşünceler aksiyon haline getirilebilirse, daha rasyonelce kararlar alınabilecektir. Pratik hayatta bir karşılığı olmadıktan sonra ütopya yazarları gibi masa başında oturulan yerden parlak dünyalar resmetmenin kimseye bir faydası yoktur. Bugüne kadar nice parlak fikirler ortaya atılmış fakat bunlar pratiğe dökülmediği için iki adım gitmeden ışığını kaybetmişlerdir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de imandan bahsedildiği hemen her yerde amel-i sâlihe de yer verilmek suretiyle, aksiyon ve düşüncenin birlikte götürülmesi gerektiğine işarette bulunulmuştur.
“Bizim aklımıza gelen fikir ve düşünceler vahiy mahsulü olmadığından bunlar her zaman kendi geçmiş bilgi birikimimizle illetlidir. Yani beynimizde bulunan bir kısım yanlış bilgiler, her zaman için bizi yanlış analiz ve sentezlere sevk edebilir. Şahsî içtihat ve istinbatlarımızda yanılabiliriz. Ortaya koyduğumuz bir kısım düşünceler her zaman, herkes için geçerli olmayabilir. Bu açıdan ulaştığımız fikirlerin gelecekle ilgili plan ve projelerimizin tashihe ihtiyacı olabileceğini düşünmek onları istişareye arzetmek de düşünce enginliğine ulaşma adına çok önemli bir husustur.” (M. Fethullah Gülen, Yolun Kaderi, Düşüncenin Enginleşmesi)
Hocaefendimizin ele aldığı gibi, ortak akıl, kolektif şuur, dâhilerin düşüncelerinden çok daha güçlüdür. Onun için Kur’an’ın emrettiği istişare, meşveret ve şûra bizim için değişmez düsturlarımızdan olmak zorundadır.