1963’lerde hem Risale-i Nurları kendi kendine Kestanepazarı tarihi camiinin Kur’an-ı Kerim’lerin konulduğu dolapların yanında okuyor, anlamaya çalışıyordum hem de haftada bir defa ağabeylerin evlerinde olan Risale-i Nur sohbetlerine katılıyordum. O zaman henüz Hocaefendi İzmir’e gelmediği için, Ahmed Feyzi Kul Ağabeyin sohbetlerini iple çekiyorduk. Üstad Hazretlerinin Risale-i Nur’un manevi avukatı dediği Sokrat bakışlı bu mübarek zât Üstad Hazretlerinin ve Nurların âşıkı idi. Çok mantıklı ve ikna edici konuşurdu. Bazen bir cümlesi bir sayfa sürerdi. Hiçbir cümlesinde gramer hatası, mantıki boşluk bulamazdınız. Sözlerini dikkatle dinlerdik. Risaleler okunup izah edildikten sonra bazen “Kimmiş bu adam? Hangi üniversiteden mezun olmuş? On Üçüncü Asrın Minaresine niçin çıkmış? Bakınız ne diyor? ‘Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zira On üçüncü (hicri) asrın minaresinin başında durmuşum; sureten medeni ve dinde lakayt ve fikren mâzinin en derin derelerinde olanları camiye davet ediyorum.’ Bunlar ne demek? Neden bağırıyor!”
Biz de onun bu uyarıcı sözleri üzerinde durur, düşünür sonra Münazarat Risalesi’nin bu bölümünü dikkatle tekrar gözden geçirirdik… “Her yüz senede bir müceddit gelecek” diye geleceği müjdelenenlerden olduğu anlaşılıyor. Onun için çok bağırıyor. “Sureten medenî ve dinde lâkayt” fikir itibariyle de “mâzinin en derin derelerinde olanları” Yani çağı ile yüzleşmeyen, hesaplaşmayan yaşadığı asrın gereklerini yerine getirmeyenleri camiye davet ediyor.
Aslında nesl-i cedidin nasıl olması gerektiğini de ifade ediyor. Ayrıca gaflet içinde yüzenler için de şöyle diyor: “İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyet’i bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Tâ ki, İslâmi hakikatı hakkıyla kainat üzerinde dalgalandıracak olan yeni nesil gelsin.”
Bir arkadaşımız Fransa’da yetişmiş, Hollanda’da doktorasını yapmış. Hocası dünyayı çok iyi bilen, gelecekle ilgili sözleri isabetli çıkan birisi. Dört-beş sene önce “Suriye’nin başındaki de sizin başınızdaki de duracak onların başta kalması isteniyor.” demişti mesela…
Şimdi bu adam hastalanıyor. Yaşlı… Arkadaşımız belki son demlerinde bir faydası olur düşüncesiyle ona Üstad Hazretleri’nin Hutbe-i Şamiye Risalesi ile Hocaefendi’nin Kalbin Zümrüt Tepeleri isimli kitabını götürüp hediye ediyor. İki hafta sonra hastaneye ziyaretine gidiyor. Adam diyor ki: “Kimmiş bu adam?” Aynen Ahmed Feyzi Ağabeyin sorduğu gibi… Yani Üstad’ın 1911’de Ümeyye (Emevî) Camiinde söylediği sözleri ve tespitleri kendisine çok enteresan gelmiş. “Bu kişi bunların nereden biliyormuş?” diye hayretini belirtmiş. “Kalbin Zümrüt Tepeleri” için “Bunları biraz okudum, beni anlayışımdan döndürecekti. Onun için hemen bıraktım…” dedi.
Bu arkadaşımızla Sünûhat Risalesini okuyorduk. “Devalü’l-Ye’s” bölümünde Avrupa ile ilgili tespitlerini okuyunca çok şaşırdı. “Bir Sırp Avrupa üzerinde bir doktora çalışmasını yapmış sayfalarca… Sonra birkaç sayfa bir özet sunmuş. Aynen Üstad Hazretleri’nin yüz sene önceki tespitlerini tekrarlamış…”
Gerçekten “Hüve Nüktesi” gibi Risaleleri Ahmed Feyzi Kul Ağabeyimizin misallerle izah edişi bizi çok iyi yetiştiriyordu. O bilgilerle daha lise bir talebesi iken Ege Üniversitesi’nin iyi yetişmiş sol görüşlü öğrencileriyle bile tartışıyor ve onları Allah’ın izniyle ilzam ediyorduk. Bu durum bizim Üstad Hazretleri ve Risale-i Nur hakkında güvenimizi, sevgimizi ve saygımız artırıyordu.