Kayserili-Aksekili

Safvet Senih

Safvet Senih

28 Ağu 2024 01:11
  •          Sadettin Ağabeyimiz Pekin’de Rus  Konsolosluğunun önünde Türkçe münakaşa edenlere rastlayınca onlara  diyor ki:

             “Selâmün aleyküm” dedim. 

             Onlar da hiç beklemedikleri bir anda, karşılarında bir vatandaş görünce, şaşkınlık içinde karşılık verdiler. Artık çok rahatlamıştım kim olularsa olsunlar önemli değil diye düşündüm, bu arada hemen bir tanışma faslı başladı, ben kendilerine; “Hayırdır inşallah, siz kimlersiniz ve burada ne yapıyorsunuz.” diye sorunca, içlerinden biri; “Kayseri’liyiz, üç senedir buralardayız, Çin’den ham ipek alıyor trenle Polonya’ya gidiyoruz, mallari Polonya’da sattıktan sonra, Polonya’dan da mamül birşeyler alarak onları da Çin’e dönerken trende satıyoruz. Üç senedir buralarda işte böylece geçinip gidiyoruz” dedi. 

    Onlar da bana,

    -Ya siz nerelisiniz ve sizin burada ne işiniz var?” deyince ben de,

    -Aksekiliyim ama korkmayın sizinle rekabet edecek değilim” dedim. (Kayserililerle, Aksekilileri biraz tanıyanlar söylediklerimin ne anlama geldiğini anlarlar)  

    Ben, onların Kayserili olmalarına, onlar da benim Aksekili olmama beraberce gülüştük ve konsolosluğa vize almak için geldiğimizi anlatınca bir tanesi bana; “Şu gördüğünüz insanlardan bazıları onbeş günden beri burada bekleşiyorlar işiniz çok zor, size yardımcı olmak isterdik ama bizimde vaktimiz çok sıkışık sizinle ilgilenmemiz mümkün değil. Çünkü; trenin kalkmasına çok az bir zaman kaldı hatta bizde aramızda evde unutulan bir şey için münakaşa yapıyorduk ne olur kusura bakmayın fakat cidden çok üzüldük” diyordu. Ama ben bunları hiç duymak ve dinlemek istemediğimi onlarda anlıyorlardı ama hakikaten yapabilecekleri bir şey olmadığına ben de inanıyordum. Tam bu sırada içlerinden biri bana ileride gitmekte olan birini işaret ederek; “Bak hemşerim; Koş o adamı yakala,  ve ona Türk olduğunu söyle, pasaportunu göster sonra ne istediğini ona anlat, zira onun konsoloslukta bir tanıdığı var yüzelli yueni de (Çin parası) hazırla ona ver, senin işini ancak o çözer” dedi. Adam belki bir arabaya biner de kaybederim korkusuyla konuşmanın sonun beklemeden tarif edilen adamın peşinden koştum ve adamı yakaladım. Kayseri’li vatandaşlarımızın dedikleri gibi ismini söyleyerek durumu aynen anlattım, bana inandı pasaportla birlikte parayı da istedi, eline verdim, O da bana üzerinde Rus Konsolosluğunun mührü bulunan 17/07/1992 tarihli, yıpranmış bir gazete  kağıdında  o günün tarihi yazılı olan kağıt parçasını elime tutuşturdu.  Aslen Uygur olan ve çok güzel de Türkçe konuşan bu kişi bana; “Şimdi hiç vakit kaybetme bak saat on ikiye on dakika var ve içeriye on kişiden fazla adam almıyorlar, şu gördüğün kuyrukta sıraya gir, seni bu kağıtla içeriye alırlar, değilse Çarşamba gününe kadar konsolosluk kapalı olur. ” dedi

    Bir an önce yer kapabilmek için koşturarak gelip dokuzuncu kişi olarak sıraya girdim. Baktım bizim Necati abi aynı yerde olup bitenlere bir mana veremeden bekliyordu. Sırada bekliyorum ama içeride kime neyi nasıl anlatacaktım, yeni sıkıntılı bir düşünce beynime hücum edince kendi kendime  “Artık terbiyesizlik yapmanın alemi yok, bak hiç umulmadık hadiseleri Allah senin önüne hazırlayıp koyuyor daha ne diye telaşlanıyorsun” diye söylendim. Bu sırada Necati abi de bana bir şey sormuyor mu soramıyor mu bilemiyorum ama olup bitenleri şaşkınlıkla seyrettiği muhakkak, ben kendisine; “Abi, biraz sonra içeriye gireceğim bana dua edin” dedim.

     

             Ben Necati abi ile yüksek sesle konuşurken tam arkamda onuncu kiş olarak sırada bekleyen bir genç bana düzgün bir telaffuzla “Siz Türk müsünüz?” diye sormaz mı!!!

     Necati abinin biraz önce bana “Kardeşim sen kabus görüyorsun” dediğine şimdi artık ben kendim de inanmaya başladım. Duyduklarıma inanamıyordum ama doğruydu ve bir insan benimle Türkçe konuşuyordu, ”evet” dedim ve tanıştık. Ben kendimi tanıttıktan sonra, adının  Mehmet  olduğunu söyleyen bu genç adam,  liseyi birincilikle bitirmiş ve girdiği imtihanları hep birincilikle kazanarak devlet tarafından Amerika’da burslu okumaya hak kazanmış fakat babası mütedeyyin bir Müslüman olduğu için oğlunun yanlış bir yola sapacağından korktuğundan olacak ki, “Oğlum, eğer mutlaka dışarıda tahsil yapmak istiyorsan Türkiye’ye yakın bir ülkeye git orada oku” demiş. 

             (Allah nerelerde hangi sıkıntılı durumlarda kimleri yardımımıza koşturmuş, bunlar ne lütuflardı yarabbi. Hatıralarımın yazılışında bir hata olmasın diye yeniden gözden geçirirken bizatihi olayları yaşayan bir insan olarak kendi kendime “Allah Allah, bunlar yaşandı mı? diye sormadan edemedim!.. 01/02/08 Aşkabat.)

     

    İşlerinin çok yoğun olduğu belliydi. Allah yine ummadığımız bir yerde hem de bizi minnet altına bırakmadan karşımıza böyle birini çıkarmıştı. Kendisinden bize yardımcı olmasını istedim o da memnuniyetle teklifimi kabul etti.

     

    Konsoloslukta işlerimizi takip ederken önceden tanıştığı Kırgız asıllı Almas  adında biriyle beni tanıştırdı. Almas beye bir hediye takdim edince, O’da bana üzerinde Lenin’in resmi olan bir rozet verdi. Aynı zamanda Erlan bey konsolosmuş, bize perşembe günü vizelerinizi alabilirsiniz demişti. Konsolosluktan çıktıktan sonra Mehmet’le birlikte Necati abinin yanına geldik, ikisini tanıştırdığım zaman Necati abi de en sonunda hissiyatına hakim olamamış, ”insanın bu inayetler karşısında ağlayası geliyor” demişti.

           Vizeleri alıncaya kadar iki üç günlük zamanımız olduğundan Mehmet’le, Pekin’de değişik ziyaretlerde bulunduk. Perşembe günü olmuş, Mehmet beyle beraber vizeleri almak için konsolosluğa gitmiştik fakat Almas  bey yoktu. Meğer çocuğu evin balkonundan düşmüş hastaneye götürdüğü için o gün vizelerimizi alamadık, şimdi bende yeni bir gerginlik başladı, ya Almas  bey yarın da gelemezse!,

           Günlerden  Cuma olduğu için mesai saati sona ermişti. Konsolosluğun kapısında heyecanla bekliyoruz, artık ümidim yoktu, tam bu sırada Almas  bey arabasıyla geldi, durumunu anlatarak özür diledi ve yalnız bizim için geldiğini tekrar hastaneye çocuğunun yanına döneceğini söyledi ve işimizi halletti. Mehmet, bizi gezdirirken şayet üniversitede görülecek bir işi varsa belli bir yer tespit ederek oradan ayrılmamızı tenbih eder, biz de kaybolma korkusuyla aynı yerde Mehmet’in gelmesini bekliyorduk.
    28 Ağu 2024 01:11
    YAZARIN SON YAZILARI