Kaşgarlı Mahmut ve...

Safvet Senih

Safvet Senih

21 Ağu 2024 04:14
  • Sadettin Başer Ağabeyin hatıralarına devam ediyoruz:
    13/07/1992 günü Kaşgar havaalanında önceden haber verildiği için bizi bekleyen biri arabasıyla Hamdi beyin dostu olan Talip Beyin tuhafiye mağazasına götürdü. Talip Bey de diğer bazı Doğu Türkistan vatandaşları gibi İstanbul Zeytinburnu’nda birkaç sene kaldığı için gayet güzel Türkçe konuşuyordu. Kaşgar’a gelmiş olmamızdan memnun olmamış gibi bir hali vardı. Bir şey diyecek ama bir türlü söyleyemiyor yutkunuyordu, ben önünü açmaya çalışarak; “Talip  Bey bir problem mi var?” deyince adam birdenbire açıldı ve; 

    “Sizin buraya geldiğinizi polis muhakkak bilir ve beni sorguya çeker, pasaportlarınızı verin benim geldiğinizi polise bildirmem lazım, eğer bu sıralarda gelecek olurlarsa şöyle şöyle dersiniz diyerek bize bir senaryo yaptı ve sizi evimde de misafir edemeyeceğim onun için otelde yatırmak durumundayım” gibi laflar etmeye başlayınca benim müthiş canım sıkıldı ve,

    “Tamam Talip Bey, mesele anlaşıldı. Şimdi lütfen bize bir araba bulun ve biz hemen Kaşgar’dan çıkıp gidelim öyle korkunç şeyler anlatıyorsunuz ki bizim bu şartlar altında Kaşgar’da bir dakika dahi durmamız mümkün değil, daha yeni dükkanınıza geldik henüz oturmadık bile, yoldan gelmişiz, nedir Allah aşkına bu korkunuz. Halbuki biz her şeyi göze alarak  elimize böyle bir fırsat geçmişken bunu iyi değerlendirelim diye dünyanın bir ucundan buraya kadar sizler için geldik biliyor musunuz?”  diye söylenirken birazda ses tonumu kontrol edememişim ki Necati abi; 

     “Biraz sakin ol kardeşim.” diye beni ikaz etmek zorunda kalmıştı.
            

    Daha başka neler söylediğimi hatırlamıyorum ama bir sürü laf ettim, adam baktı olacak gibi değil.

            “Peki pasaportları vermeyelim otelde de kalmayın, ama sizi kimseyle görüştüremem” demesi üzerine ben onu da kabul edemeyeceğimizi söyledim. Bir anda bu kadar sert davranmaya hakkım olmadığını ve adamın bizimle ilgilenmek gibi bir mecburiyetinin olmadığını düşündüm ve alttan almaya başladım. Kendisi de iyi niyetle gelmiş olduğumuza kanaat getirmiş olmalı ki, bizi birileriyle  görüştürmeyi kabul etti. 
          
       Talip Bey hala tedirgindi, “Kaşgar’da toplanırsak problem olur, şehrin dışında bir dostumuzun  bağ evi var orada toplanalım” dedi.

           Kaşgar’da yaşayan Uygur’ların üzerlerinde ciddi bir baskı olduğu ve korkmakta  haklı oldukları sebepler vardı, yeri gelince anlatacağım. Ben de “madem öyle olmasını daha uygun görüyorsunuz istediğiniz gibi olsun ama muhakkak video olsun” diye rica ettim, telefonla birilerini aradı, videoda temin edildi. Her şeye rağmen, Talip Beyin de bizi kırmak istemediğini anladık ve akşama yapmayı tasarladığımız sohbete çağırılması gerekenlerin organizasyonunu kardeşine havale ettikten sonra birlikte merhum Kaşgarlı Mahmut’un, ve büyük Türk edebiyatçısı Yusuf Has Hacip’in kabirlerini ziyarete gittik.  Yolda giderken gördüğümüz sokakların manzarası bizi çok ürkütmüştü.

    Necati ağabeye;  “Abi eğer burada bir salgın hastalık olmuyorsa bu ancak Allah’ın bir lütfudur” demiştim. Çünkü şehir çok bakımsızdı, bir de en çok dikkatimizi çeken en iptidai sistemle el sanatlarının icra ediliyor olmasıydı. Ziyaretimizi yaptık her iki zatın medfun bulundukları mescitlerin ve kabirlerinin onarımı tamamlanmak üzere idi. Talip Beye bu onarım işleri ne zaman başladı diye sorduk, daha bir sene olmadı dedi. 

     Yukarıda da temas ettiğim gibi Rusya’da yaşanan sistem değişikliği burada da tesirini göstermişti. 

             Her iki zatın kabirlerine halkın alakası dikkatimizi çekti ve memnun olduk. 

             Bu da gösteriyordu ki halk kökünden, kültüründen en önemlisi inançlarından hala kopmamış imkan ve fırsat bulduğu zaman manevi değerlerine olan saygının gereğini yerine getirme hususunda elinden gelen gayreti esirgemedikleri her hallerinden belli oluyordu. 

              İlk önce Kaşgarlı Mahmut hazretlerini ziyaret etmiştik, manevi bir havanın ağırlığı hissediliyordu. Ziyarete gelenlerin ekseriyetinin gençler olması da Doğu Türkistan’ın geleceği adına sevinilecek bir hadise olarak hissediliyordu. Daha sonra, Yusuf Has Hacib’in kabrinin bulunduğu mescide gittik kubbemsi bir yerin tam orta yerinde ve bir kabrin işgal ettiği mekanı düşünecek olursak biraz da büyükçe sayılabilen bu bölümün bakımı ve onarımı gayet güzel bir şekilde dizayn edilmiş ve bütün duvarlara Yusuf Has Hacib’in üstün edebiyat vecizesi olan şiirlerinden ikişer mısra halinde alçıyla duvarlara hakkedilmiş olması, bu mekana büyüleyici bir hava kazandırmış. Her iki mübarek zata da birer Fatiha hediye ettikten sonra ziyaretimizi tamamlayıp  Talip  Beyin iş yerine geldik, organizenin tamam olduğundan bahisle, bazı hazırlıkların yapılması için gitmemiz gerektiğinden işyerinden ayrıldık. Bir tanıdığının evine uğrayarak videoyu aldık. Şehre 10 km uzaklıkta olan bağ evine vardığımızda Kaşgar’ın entelektüeli sayılabilecek profesör ve doçent seviyesinde on bir insan toplanmışlar bizi bekliyorlardı. Akşam yemeğini yerken hem tanıştık hem de bazı sualler sordular onları cevapladık. Uygur Dili, Türk Dilleri gurubundan  olduğu için ufak tefek lehçe farklılığının haricinde bir problemimiz olmadı anlaşabiliyorduk. Kaldı ki aşağı yukarı hemen herkesin Türkiye ile bir irtibatı vardı. Bu bakımdan bir çoğu Türkçe'yi gayet rahat anlıyor ve konuşabiliyordu.

    21 Ağu 2024 04:14
    YAZARIN SON YAZILARI