Karanlık dehlizde yaşayanlar

Safvet Senih

Safvet Senih

04 Ağu 2022 07:13
  • Vikâye, koruyup himaye etmek demektir. Bu kökten olan Takva kelimesi, Allah’tan korkup İslâmî şer’î kanunlara uyarak Allah’ın himayesine girmek demektir. Bu Cenab-ı Hakk’ın Kelâm sıfatından gelen şeriat-ı İslâmiyeye karşı duramazlar. Cenab-ı Hakk’ın bir de irade sıfatından gelen şeriat-ı fıtriyesi ve tekvini kanunları vardır ki, bugün ilim ve tekniğin ulaştığı bütün teknik ve teknolojik gelişmeler bu kanunlara bağlıdır. Bunlara uymakla dünyada mükafaata mazhar oluruz. Bunlara uymayan, çağı ile yüzleşmeyenleri gerilik zindanlarına düşer. Nasıl dinî hükümlere uymayıp isyan edenler âhirette Cehenneme düşüyorlarsa; bunlara uymayanlar dünyada tenbellik ve gerilik zindanlarına ve cehennemlerine düşerler. 


    M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki: “Günümüzde mantık ve akılcılık daha ağır basmaktadır. İnkâr, ilhad; fen ve felsefe adıyla konuşmaktadır. Bunun karşısında Müslüman aynı teknikle mukabelede bulunmak zorundadır. Bu da kendi devrinin kültürünü bilmekle yakından alâkalıdır. Zaten bir bakıma gerçek ilim ve irfan da budur. Zaten ilim ve irfan da müminin ayrılmaz birer vasfıdır.
    “Devrini bilmeyen insan, karanlık bir dehlizde yaşıyor demektir. Böyle bir insanın diğer insanlara din, iman adına bir şeyler anlatmaya çalışması ise beyhudedir. Zira, zaman ve hadiselerin çarkları onu, bugün olmazsa yarın dermansız ve tesirsiz hâle getirecektir. Onun için Müslüman günün ilim ve kültür seviyesine uygun ve denk bir paralellik içinde anlatılması gerekenleri anlatmalı ve başkalarına intikal ettireceğiz meseleleri de bu şekilde intikal ettirmelidir. Şunu katiyet ile ifade edebilirim ki, günümüzde arz ettiğimiz bu noktayı tutabilen bir mübelliğ ve mürşit, âhirette aktab ve velileri aşarak nebilerin arkasında yer alabilecektir. Evet bu vazife, o kadar mukaddes ve mübecceldir.


    “Evet, devrini bilmeyen insan yer altında yaşayanlardan farksızdır. Halbuki tebliğ adamı fezalarda seyahat etme zorundadır. O, kafası ile yıldızlar arasında dolaşırken, kalp ve letâifiyle cennetlerin temâşâsında olmalıdır. Aklı, onu elinden tutup onu Pastör’le beraber laboratuvarlara götürmeli, Einstein ile varlığın derinliklerinde dolaştırmalı ve tabiî ruhuyla da o hep, Allah Resulü (S.A.S.) nün arkasından el-pençe divan durmalı ve günde birkaç defa O’nun insibağından (aynı boya ve renklerle boyanmaktan) geçmelidir. Bana göre hakiki mürşid de budur. 


    “Bakın, Nebîler Serveri’ne (S.A.S.)  O, kendi devriyle nasıl hesaplaşacaksa öyle hesaplaşmış ve onun için de tebliğ ettiği her şey muhataplarında makes bulmuştur. Zaten Cenab-ı Hak’tan gelen hiçbir emir, kainatta cereyan eden hadiselere ters değildir. Yeter ki, insan varlığın hikmet ve ruhunu kavrayabilsin; kavrayabilsin ve tebliğini ona göre ayarlansın. Sahabe de, Allah Resulü’nden aldığı dersle yaptığı tebliğini, yine hep günün şartlarını ve muhatapların durumunu dikkat alarak yapmıştı. Bundan dolayı da çok kısa zamanda, dünyayı dize getirecek kadar güçlü, hikmetli bir seviyeye yükselmişlerdi. Daha sonra gelen ve Allah Resulü’ne (S.A.S.) vâris olabilen bütün büyükler ve değişik çığırlar açıcılar da, hep aynı şekilde davranmışlardı. İmam Gazalî, İmam Rabbanî ve Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî tebliğ gergefini hep devrin idrâk ve kültürü ile örgüleyenlerdendirler. Bundan dolayı da tesirleri günümüze kadar devam etmiştir. Fakat ne yazıktır ki, iş bize düşünce kötü bir mirasyedi gibi ilme sırtımızı dönmüş, gerçek Müslüman olmanın âdab ve erkânını alt-üst etmiş ve cehlimize kurban gitmişizdir.”


    Üstad Hazretleri çağını idrak etmemiş, gerçeklerle yüzleşmemiş vâizler için “İnsanları tarihin geçmiş devirlerine karanlık dehlizlere götürüp birşeyler anlatmaya çalışıyorlar. Vâiz hem hakîm (bilge) hem de muhakemeli olmalıdır.” meâlinde sözler söylüyor. Günümüzde, dinin resmileştirilmesiyle vaiz ve nasihlerin kendi gönüllerinden coşup bir şeyler anlatılmasına meydan verilmiyor. Bir ilahiyatçı doçent arkadaşım dedi ki: Van’ın ancak katırla gidilebilen bir köyünde Cuma hutbesinde hatip Diyanet’in gönderdiği Trafik Haftası Hutbesini okuyordu!..


    Üstad Bediüzzaman Hazretleri Mektubat’ta “İman hakikatleri ve Kur’anî esasları, resmi şekilde ve ücret mukabilinde dünya muâmeleleri suretine sokulmaz; belki bir İlahî Mevhibe olan o mânevî sırlar, halis bir niyet ile ve dünyadan ve nefsânî hazlardan sıyrılmak vesilesiyle o feyizler  gelebilir.” (16. Mektup 2. Mesele)

    04 Ağu 2022 07:13
    YAZARIN SON YAZILARI