Emirdağ Lâhikasında “tevafuk” ile ilgili çok mektup var. Mesela 14. Mektupta şöyle deniliyor: “Size iki pusulayı, Reğâip Gecesinden altı saat evvel yazdım... Hizbü’n-Nuriyeyi kâğıt ile teslimden sonra, katiyyen benim kanaatimde Peygamber Efendimizin bir nevi mucizesi olarak, iki aydan beri devamlı kuraklık ve yağmursuzluk her tarafta daima namazlardan sonra pek çok duaların neticesiz kaldığı ve herkes ümitsizlikten geçim derdi endişesiyle kalben ağlarken, birden Reğâib Gecesi, bütün ömrümde hiç mislini işitmediğim ve başkaları da işitmediği tarzda, üç saatte yüz defa, belki daha fazla tekrar ile şimşek ile vazifeli meleğin yüksek ve şiddetli tesbihâtiyle öyle bir rahmet yağdı ki, en inatçı kimseye de Reğâib Gecesinin kudsiyetini ve Hz. Peygamberin (S.A.V.) bir derece, bir cihette şehâdet âlemine teşrif etmesinin umum kâinatça ve bütün asırlarda, önem verildiğini ve kendisinin Rahmeten lilâlemin (Âlemlere rahmet) olduğunu ispat etti. Ve ‘Kâinat o geceyi alkışlıyor!’ diye gösterdi.”
Mesela Emirdağı Lâhikasının 17. Mektubunda şöyle deniliyor: “Birşeyde tevâfuk olsa, küçük bir emâre (belirti) olur ki, onda bir kast var, bir irade var, rast gele bir tesâdüf değil. Bilhassa, tevâfuk bir kaç cihette olsa, o emâre tam kuvvetleşir. Bilhassa yüz ihtimal içinde iki şeye mahsus ve o iki şey birbiriyle tam münâsebettar olsa, o tevâfuktan gelen işaret, sarih (apaçık) bir delâlet hükmüne geçer ki, bir kast, bir irade ve bir maksat için o tevâfuk olmuş; tesâdüfün ihtimâli yok.
İşte bu Mirac meseleyi de aynen böyle oldu. Doksan dokuz gün içinde yalnız Reğâib ve Mirac Gecelerine yağmur rahmetinin tevâfuk etmesi ve o iki gece ve güne mahsus kalması, daha evvel ve daha sonra olmaması ve şiddetli ihtiyacın tam vaktine denk gelmesi ve Mirac Risalesinin burada çoklar tarafından şevkle okunup yazılması ve neşredilmesine rast gelmesi; ve o iki gecenin birbirleriyle bir kaç cihette tevâfuk etmesi; ve mevsimi olmadığı için acib gürültülerle, söylenmeyecek maddî – mânevî zemin gürültüleriyle feryadlarına tehdit edercesine ve tesellî verircesine tevâfuk etmesi ve ehl-i îmânın, ümitsizlikten teselli aramalarına ve delâletin şiddetli hücum ve saldırısından gelen vesvese ve zaafiyetine karşı, kuvvve-i mâneviyenin takviyesini istemelerine tam tevâfuku; bu geceler gibi İslâmın şeâirine (şiar ve alâmetlerine ) karşı hürmetsizlik edenlerin hatalarına bir tekdir olarak ‘Kainat bu gecelere hürmet eder. Neden siz etmiyorsunuz?’ demek mânasında bol rahmetle İslâmın şeârine karşı, hatta gökler ve fezâ-i âlem hürmetlerini göstermekle tevâfuk etmesi karşısında, zerre mikdar insafı olan bilir ki, bu işte hususî bir kast ve irâde ve ehl-i imana hususî bir inayet ve merhamettir; hiç bir cihetle tesâdüf ihtimâli olamaz.
Evet bu mesele, küçük bir mesele değil; kâinat ve hayvanat ile alâkadardır. Ben Risale-i Nur’un bir şâkirdi (talebesi) olmak itibariyle, kendi hisseme düşen bu kâr ve neticeyi, binler altın lira kazancım var diye kanaat ediyorum. Başka yüz binler Risale-i Nur Şâkirtleri ve imanın takviyesine muhtaç ehl-i imanın istifadeleri buna kıyas edilsin.
Evet, dinin, şeriatın ve Kur’an’ın yüzden ziyade tılsımlarını, muammalarını hal ve keşfeden ve en inatçı dinsizleri susturup ilzâm eden ve Mirac ve haşr-i cismânî (mahşerde cesedle diriltilip haşrolma ) gibi, sırf akıldan çok uzak zannedilen Kur’an hakikatlarını en mütemerrid ve en muannid filozoflara ve zındıklara karşı güneş gibi isbat eden ve onların bir kısmını imana getiren Risale-i Nur parçaları, elbette küre-i arz ve hava küresini kendiyle alâkadar eder ve bu asrı ve istikbali kendiyle meşgul edecek bir Kur’anî hakikattır ve ehl-i iman elinde bir elmas kılınçtır.”
Bu mübarek günlerde bu güzel eserleri mütalaa ve müzakere ederek istifade etmeye bakalım.