1910’da yazılan Münazarat Risalesi’nin önemli bir bölümü İstibdada ayrılmıştır. Biz de bir kısmını aktaralım: “Mânen her bir zamanın bir hükmü ve hükümrânı vardır. Sizin ıstılahınızca o zamanın makinesini çeviren bir ağa lâzımdır. İşte istibdat zamanının mânevî hâkimi kuvvet idi. Kimin kılıcı keskin, kalbi katı olsa idi, yükselirdi. Fakat meşrutiyet zamanının zembereği, ruhu, kuvveti, hâkimi, ağası haktır, akıldır, marifettir, kanundur, efkâr-ı ammedir… Kimin aklı keskin, kalbi parlak olursa, yalnız o yükselecektir. İlim yaşını aldıkça ziyadeleşir; kuvvet ihtiyarlandıkça eksildiklerinden kuvvete dayanan ortaçağ hükümetleri çökmeye mahkum olup geleceğin hükümetleri ilme dayanacaklarından Hızır vârî bir ömre mazhar olacaklardır.
“İşte ey Kürtler! Sizin bey, ağa, hatta şeyhleriniz dahi eğer kuvvet dayanarak kılıçları keskin ise, mecburen düşeceklerdir. Hem de müstahaktırlar. Eğer akla dayanarak cebir yerince, muhabbeti kullanarak hissiyatlarını fikirlere tâbi kılmışlarsa düşmeyecek belki yükseleceklerdir.
“İnsanlar idarecilerinin yollarını tutarlar.’ sırrınca istibdat herkesin damarlarına sirayet eder. Çok isim ve suretlerde kendini gösterir. Çok tuzak ve planlar kullanır. Benim gibi bir adam ilmi vasıta edip tahakküm eder. Veya millî cömertliği kullanır. Veyahut bazı şeyhler gibi, necip bir sülale ve hanedanlıktan gelişi sebebiyle herkes onun hatırını tutarak ve tutmaya mükellef bildiğinden tahakküm ve istibdat eder.
“Evet cehaletimizin silahı ile asıl bizi mahveden içimizdeki garip isimler ile hüküm süren parça parça istibdatlar, hayatımızı zehirler. Fakat yine kabahat o küçük istibdatların pederi olan hükümet istibdadına aittir.
“Eğer büyük bilinen bir adam istibdat ile kuvvete veya hileye veya kendisinde olmayan sunî davranış ve gösterişle elde ettiği mânevî kuvvete dayanarak halkı kendi istibdat ve tahakkümü altında korku ve cebir baskısıyla tutup insanlığı hayvanlığa indirir ise; daima o milletin şevkini kırar ve neşesini kaçırır. Eğer bir iyilik, bir namus olursa, yalnız o fazilet o müstebit şahısta görünür. Denilir ki: ‘O adam şöyle yaptı.’ Eğer bir kötülük meydana gelmişse, kabahat bîçare halka taksim olunur. İşte şu mâhiyetteki büyük sayılan şahıs, büyük değildir, küçüktür. Milletini de küçük düşürmektedir. Zira milletin her çalışması angarya gibi işliyor, hatır için gibi yapılıyor. İyilik edilse de riya karıştırılıyor. Yağcılığa ve yalancılığa alıştırılıyor. Daima aşağıya indiriliyor. Zira insanın sây ve gayretinin buharı hükmünde olan şevk söner. Ağaları ve büyükleri omuzlarına biner, tâ halkın omuzlarında yükselsin de sadece onlar görünsün. Halkın etlerinden yerler tâ onlar büyüsün. O milletin gonca-misâl istibdat ve kabiliyetleri üzerine o reisler perde olup ziyayı göstermiyorlar. Tâ ki, sadece kendileri büyüsün, inkişaf etsin…
“Halbuki bir büyük adam, hakka dayanarak aklı kullanıp, muhabbetle milletini kendisine bağlar ama onların omuzları üstüne çıkmaz, bilakis altına girer, yükseltir, şevklerini uyandırır. Bir iyilik olursa, mânen millete paylaştırılır. Herkese bir parça iyilik ve namus düşmekle şevki artırır. Hak yerini bulmak için, milletini marifetin ışığına karşı tutar, gonca misal olan o milletin duygularına muhabbet ve aklı gönderir. Böylece gelişme olur. Netice itibariyle ‘Bir topluluğun efendisi, o toplumun hizmetçidir.’ hadis-i şerifi, meşrutiyet anlayışına sahip şahsın tam misalidir. Meşrutiyeti gözle görmek istiyorsanız işte şu aynaya bakınız!..
“Maalesef büyüklerdeki meziyet, tevazuya sebep iken, tahakküm ve istibdada vasıta oluyor. Avam halktaki zayıf bir damar, şefkate vesile iken esarete vesile oluyor… Evet, müstebit bir kurt bîçare bir koyunu parça parça etmek, daima kuvvetli zayıfı ezmek, hayvanların birinci düsturu ve esaslı bir kanunlarıdır. İslamiyet yeryüzünü temiz ve insanın yüzünü ak etmek için geldi. İnsaniyetin siyah lekesini izâle etti.
“Fakat maalesef zaman ve mekânın muhitinin tesiriyle, İslamiyet hilafet ve saltanata inkılap edip istibdat bir parça hayatlandı. Tâ Yezid zamanında bir derece kuvvet bularak başını kaldırdığında; İmam Hüseyin Hazretleri İslam’ın hürriyet kılıcını çekti. Başına havâle eyledi. Fakat ne çare ki, istibdadın kuvveti olan cehâlet ve vahşet, dünyanın her tarafında havuz gibi Yezid’in istibdadına kuvvet verdi.”
Bugün gelinen noktada, bilhassa İslam dünyasında özellikle bizim ülkemizde istibdat ve tiranlık en ağır baskılarıyla hüküm sürmekte…