Merhum Hüseyin Çağdır Ağabeyim anlatmıştı: “Bir gün Mustafa Birlik kardeşin evinde ders vardı. 1960 İhtilali sonrasıydı. Mehmet Ali Aytaç isminde bir Korgeneral, parti kurmayı, senatör olmayı aklına koymuş… ‘Biz eğer Meclise girersek, İngiliz demokrasisini getireceğiz’ falan gibi yarım saat konuştu. Ahmed Feyzi Ağabey de bir köşede uyukluyor ve dinlemiyor gibi duruyordu. Sonra, bir başladı konuşmaya… ‘Asr-ı Saadetteki, İslâmiyet’teki demokrasi’ meselesini çok veciz bir şekilde bir saat izah etti. Konuşması fevkalade idi, hepimizin hoşuna gitmişti. Sonra ‘Ben bir abdest alayım’ diyerek dışarı çıktı.
“Korgeneral Mehmet Ali Aytaç, hayret ve takdirle ‘Ya hu bu zât kimdir?’ Ben hayatımda böyle bir zât görmedim, bu nasıl konuşma böyle!.. Niye daha evvel söylemediniz? Bu adamın yanında konuşulmaz yâ hû!’ dedi. Sonra kendisine, Ahmed Feyzi Ağabeyin Üstadın talebesi olduğu izah edildi
“Ahmed Feyzi Ağabey, Avukat Ethem Sarıoğlu’na, öğrenci iken bir mektup yazmış. O da bunu ezberlemiş. Bir gün benim halıcı dükkanımda ikisi seneler sonra karşılaştılar. Avukat Ethem Sarıoğlu ezberden bu mektubu okumaya başladı. Ahmet Feyzi Ağabey, ‘Acâyip! Kim yazmış bunları? Nasıl ifadeler bunlar?’ demeye başladı. ‘Ahmed Feyzi Ağabey, sen beni filanca tarihte ibadete davet için bu mektubu yazmıştın; ben bunu ezberledim!’ deyince, ‘Âah! Ben eski halimi göremiyorum!’ dedi.
* * *
İzmir Torbalı Ayrancılardan Musa Yukarı diyor ki: “Ahmed Feyzi Ağabeyimiz bizim Ayrancılara çok gelir, bize Risalelerden dersler, sohbetler yapardı. Bu arada bir kardeşimiz ona şöyle bir sordu sordu: ‘Ben Risale- Nurları okuyorum fakat anlamıyorum. Ne yapmam lâzım?’ dedi. Ağabey ona ‘Tahsilin ne?’ diye sordu. O da ‘İlkokul’ dedi. “Şimdi sana, tahsili çok yapsan, üniversiteyi bitirsen anlarsın, desem; çok üniversite bitirenler var, tahsil yapmışlar ama anlamıyorlar. Arapça, Farsça bilsen anlarsın desem… Onlardan da anlamayanlar var. Şimdi ben sana Risale-i Nurları anlaman için şunu tavsiye ederim: Evvela tevbe ve istiğfar edeceksin. ‘Hangi günahlarım var ki, Kur’an’ın bu asırdaki tefsirini anlamıyorum. Hani günahlarım mâni oluyor?’ diye tevbe ve istiğfar edeceksin. İkinci tavsiyem, mideye giren lokmaya dikkat edeceksin; haram olmasın. Eğer vücuda giren lokma haram olursa, nasıl ki bir çeşmenin havuzuna bulanık su girerse, etrafındaki muslukları açınca bütün sular bulanık akar, mideye de haram girdi mi bürün vücudun azaları bulanır, göz hakikati göremez, kulak hakikati işitemez olur; bütün âzalar bulanır. Demek ki; 1-Tevbe edeceksin. 2-Vücuduna haram lokma almayacaksın. İşte o zaman Risale-i Nurları anlarsın.” dedi.
* * *
Mustafa Birlik Ağabey anlatıyor: “Doğu Menzil Komutanı Faruk Güventürk, “Türkiye’de sadece kızıl komünistler yok. Bir de yeşil komünistler var, onlar da Nurculardır. Rusya’dan her ay 50 bin ruble para geliyor” diye beyanat vermiş, Cumhuriyet, Hürriyet gibi gazeteler de bunu manşet yapmışlardı. Biz de Ahmed Feyzi Ağabeyle ‘Bize iftira ediyor ve hakaret ediyor’ diye mahkemeye vermiştik. Hâkim, “O, bu sözü Nurculara söylemiş” deyince bir “Biz de Nurcuyuz, bunu ispat edeceğiz” dedik. Ahmed Feyzi Ağabey Çamlık köyünden muhtarı şahit olarak Mahkemeye getirdi. Ben de Emniyetten ‘Mustafa Birlik Nurcudur’ diye resmi belge getirdim. Çamlık köyünün muhtarlığını yapmış olan şahit enteresan bir adamdı. Etrafında dönüp dönüp konuşuyordu: “Efendim! Kireçci Hafız denilen bu Ahmet Feyzi Kul’u Denizli’den İzmir’e kadar herkesten Nurcu olduğunu bilmeyen yok ki!..” deyince hâkimler dâhil herkes gülmeye başladı. Neticede Mahkemece, Nurculuğumuz tasdik oldu. Elhamdülillah…”
* * *
Isparta’nın İslâm köyünden saatçi Hasan Ergünal Ağabey, hocası Hafız Ali Ağabey için diyor ki: “Sene 1942 idi. Ben Külliyatın büyüklerini yazdım. Bir de küçüklerini yazmaya başladım… Yirmi Dokuzuncu Sözü yazdım. Hocamın yanına gittim. Beni yanına oturttu. Bana baktı, baktı… “Kardeşim, dedi, ben bu gün kabristana ziyarete gittim. Gördüm ki, çoluk çocuk meşgalesiyle, rızık toplamak ve kazanmak dolayısıyla keselerine, torbalarına âhiret azığı olarak pek bir şey doldurmamışlar. Öyle inleyip vaveyla ediyorlar ki… Ben o acıyı gördüm. Dağlara kaçsam unutamayacağım’ Hocam ağlıyordu ‘Siz insan ölünce kurtuluyor zannetmeyin. Nasıl burası bir âlem ise, o kabir de bir âlemdir. Yokluk, yoktur.”
* * *
Mustafa Sungur Ağabey anlatıyor: “Ahmed Feyzi Ağabeyi Şualardaki Müdafaalarda geçen ‘Her asır başında hadisçe geleceği müjdelenen dinin yüksek hâdimleri…’ yazısını yazmıştı. Üstadımız şahs-ı maneviye mal olması için, Ahmed Feyzi Ağabeyin isminin yanına ‘Sungur, Ahmed, Nazif, Salahaddin, Zübeyir, Ceylan, Tabancalı isimlerini de ilave etmişlerdir.
“Tarihçe-i Hayat’ta bulunan Hasan Feyzi Ağabeyin ‘Güzel oku, her zerrede coşkun, birer mânâ var…’ şiiri okunurken bana, ‘Sungur! Senin kalbinin derinliklerinde olan, Hasan Feyzi’nin gözlerinin önündedir.’ dedi.
“Üstad bir gün dedi ki: ‘Sungur! Ben de on hastalık var; bunların birisi sende olsa, yerinden kalkamazsın.’ Başka bir gün Zübeyir Ağabeye, ben, Kur’an’dan, Şifayı keşfettim fakat istimâl etmiyorum! Demiş. Bir gün Zübeyir, Ceylan, ben, Dördüncü Şua’yı şevk ve neşe içinde okuyorduk ki: Üstad biraz uzaktan bizi görüyormuş. Bize, ‘Ben zahmet ve meşakkati tercih ettim; fakat size şevk ve neşeyi müsaade ediyorum’ dedi.