Hucurat Suresi, Medine’de nâzil olmuştur. Bu sure ictimâî hayatta her Müslüman’ın ahval ve atvârını nizâm ve intizam altına almaya ait hükümleri içine almaktadır. Allah’ın dinine, Peygamberine, onun yanında konuşma edep ve âdabına, şâyialara kulak asmamaya, duyulan bir haberi araştırmaya, küskünleri barıştırmaya, alaya almamaya hakaret etmemeye insan hakkında kötü zan beslemekten sakınmaya, gıybetten kaçınmaya, insanların sırlarını didik didik tecessüs etmemeye, gizli halleri araştırmamaya, ırkçılıktan sakınmaya, ihlasa önem vermeye dair âyetleri içinde barındırmaktadır.
Vuslat’ta bu mesele şöyle ele alınıyor: “Allah (c.c.) Peygamberini (S.A.S.) anlatırken de ‘Sen yüce bir ahlâk üzeresin!’ diyerek, âyetiyle O’nun yüce ve güzel ahlâkını te’yid eder. İslam güzel ahlâktır, kısaca.
“Medreselerin girişinde bir yazı karşılar insanı ‘Edep yâ Hû!” diye. Yani ecdad, ‘Edep Yâ Hû!’ demekle şunu anlarlarmış: Bizim her halimizi, takip eden gören, bilen, şu anda da bize bakan Allah var! Yani, Allah’ın huzurunda edeb! Onu görüyor gibi yaşamaya çalışmak.
Hz. Mevlana’dan dinleyelim, bir de edebi:
“Ey efendi! Bil ki, insanın göz ve kalb nuru edeptir.
Âdem ulvî âlemdendir, süflîden değil.
Şeytan başına ayağını koymak istersen,
Gözünü iyi aç, şeytanın canını çıkaran edeptir.
İnsanoğlu edepten yoksun ise, o insan değildir.
Zira insan ile hayvan arasındaki fark edeptir.
Aç gözlerini bak, Kur’an âyet âyet edeptir.
Akıldan sordum, ‘İman nedir?’
Akıl kalb dudağına fısıldadı:
‘İman edebtir’ dedi.”
“Edebtir, kişinin daim libası
Edebsiz insan üryana benzer
Edeb ehli, ilimden hâli olmaz.
Edeb iledir nizam-ı âlem
Edeb iledir kemâl-i Âdem.”
“İlim meclisine uğradım kıldım taleb
İlim geride imiş, illâ edeb, illâ edeb”
Peygamber Efendimizi ne annesi, ne de babası terbiye etti. Onu bizzat Rabbi terbiye etti: Bizzat Efendimiz (S.A.S.) “Eddebenî Rabbî fe ahsen te’dîbî” Yani edebi bana Rabbim öğretti de bana güzel bir edeb ihsan etti.” buyurmuyor mu?
“Edeb bir taç imiş Nur-i Hudâ’dan
Giy o tacı, emin ol her belâdan”
Eskiden “Kapıyı kapat” denmezmiş; Allah (c.c.) kimsenin kapısını kapatmasın diye “Kapıyı sırla” veya “Kapıyı ört” denirmiş.
“Lâmbayı söndür” demezlermiş, Allah kimsenin ışığını söndürmesin diye “Lâmbayı dinlendir” derlermiş.
Lâmbanın açılmasını istediklerinde de “Lâmbayı yak” değil; “Lâmbayı uyandır” derlermiş.
Nezaket, incelik ve edeb her işin başı imiş, insanların insanların sözü kesilmez, işaret ve işmâr edilmez; fısıltılar, gizli konuşmalar hoş karşılanmazmış.
Kapıdan çıkarken, arkasını dönmemek, geri geri çıkmak edeptenmiş. Kapı eşiğinde ayakkabılar, dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilirmiş. Yani, ‘Git bir daha gelme!’ Değil de, ‘Gitsen de ayağının yönü buraya doğru olsun’ der gibi ayakkabılar dizilirmiş.
Yumurta kırarken, ucundan çok az kırar fazla kırmayı tahrip olarak düşünürlermiş. Eskiler hayatı o kadar nuranî, o kadar temiz, o kadar mânâlı yaşarmış.
Gelenek ve göreneklerin çok etkin olduğu Osmanlı döneminde pencere önündeki çiçeklerin renkleri içerideki durumu anlatırmış. Mesela pencere önüne konan SARIÇİÇEĞİN anlamı, ‘Bu evde hasta var. Evin önünde hatta bu sokakta gürültü yapmayın’ mânasına gelirmiş. Pencere önüne konulan KIRMIZI ÇİÇEK ise ‘Bu evde gelinlik çağına gelmiş bekâr kız var. Evin önünde geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür etme’ mânasını içerirmiş. Tabiî ki bunlar yazılı olmayan kurallar ve mesajlar…
Hanımlar beylerine, ‘Efendi, veya siz’ diye hitap eder yürürken yere yumuşak basar, ses çıkarmamaya çalışırlarmış. Yerdeki haşerata basmamaya özen göstererek yürünürmüş.
Bir şeyin doğrusunu bilmek değil, o doğruyu başkalarına kırmadan darıltmadan anlatabilmek de edeptenmiş.
Sohbet halkalarında Efendimiz (S.A.S.) sorular sorar, cevaplarını isterdi. Ashab ne sözlü ne de fiili hiçbir şeyde öne geçmezdi. ‘Allah ve Resûlü daha iyi bilir’ der, susar ve ondan işaretler beklerlerdi.
Yine bir gün, Söz Sultanımız, sahabesine dair bir şey sorar, herkes susar, kimse atılıp da ben biliyorum demez.
Daha sonra, Abdullah bin Ömer (R. Anhümâ); ‘Aslında o sorunun cevabını ben biliyordum ama edepsizlik olur diye sustum’ der, sorarlar neden edepsizlik olsun ki? Hz. Abdullah cevap verir: “O toplulukta Babam Ömer ve Hz. Ebu Bekir de vardı. O büyüklerimin yanında öne çıkamazdım.” Daha sonra sorunun cevabını yine Resulullah’tan bizzat kendisi vermiştir. (Vuslat, Naciye Temizyürek)