Albay Hulusî Ağabeyimiz, Üstad’a “elveda” deyip Eğirdir’den ayrılıp memleketine, baba ocağına varınca, şöyle bir mektup yazıyor:
Muvasalatımın ilk gecesi pederimin misafirlerine tahsis eylediği odaya devam eden zevâta; mütevekkilen alâllah, akşam ile yatsı arasında Risale-i Nuru okumağa başladım.
Sevgili Üstadım! Evvelce arzettiğim vechile ben artık bir şey için yaşadığımı zannediyorum. O da, Üstadım olan dellâl-ı Kur'ân'ın vazife-i me'mure-i mâneviyyesini ifâda kendilerine pek cüz'î bir yardım ve Kur'ân hesabına cüz'î bir hizmetkârlıktan ibarettir. Orada bulunduğunuz müddetçe Hazret-i Kur'ân'dan hakikat-i iman ve İslâm hesabına vâki olacak istihraç ve tecelliyâttan mahrum bırakılmamaklığımı hâssaten istirham ediyorum.
İnşâallah müstecâb olan duânızla Allah-ı Zülcelâl, Risale-i Nur hizmetinde ümid ve arzu ettiğim neticeye vâsıl, merhum ve mağfur Abdurrahman gibi âhir nefesde iman ve tevfik ve saadet-i bâkiyede iki cihan serveri Nebiyy-i Ekremimiz Muhammedeni'l-Mustafa (Sallâllahu teâlâ aleyhi ve sellem) Efendimize ve siz muhterem Üstadımın arkasında ve yakınında komşuluk vermek suretiyle âmâl-i hakikiyeye nâil buyurur.
Risale-i Nur gerçi zâhiren sizin eserinizdir, fakat nasıl ki, Kur'ân-ı Mübîn Allah'ın kelâmı iken Seyyid-i Kâinat, Eşref-i Mahlûkat Efendimiz nâsa tebliğe vasıta olmuştur, siz de bu asırda yine o Fürkan-ı Azîm'in nurlarından bugünün karmakarışık sarhoş insanlarına emr-i Hak'la hitab ediyorsunuz. Öyle ise; O Hakîm-i Rahîm, size bu eseri yaptırtan o nurları ayak altında bıraktırmaz. Elbette ve elbette fânilerden belki de hiç ümid edilmediklerden sâhipler, hâfızlar, ikinci üçüncü hattâ onuncu derecede mübelliğler, nâşirler halk buyurur itikadındayım.
Hulûsi
Bu mektup Hulûsî Ağabeyin pederinin yanından yani büyük ihtimalle memleketi Elazığ’dan yazılmıştır. Bu bir izin gidişi midir? Yoksa bir tayin midir, bilmiyorum. Çünkü hatılarında diyor ki: “Eğirdir’den tayinim çıkmış. Doğu’ya gidiyordum, Hz. Üstad’dan ayrılacağım için çok üzgündüm. Üstad Hazretleri çok üzüldüğümü anlamıştı. Birgün yanına ziyaretine gittiğimde askerce: ‘Emrediyorum, merak etmeyeceksin! Üzülmeyeceksin!’ dedi. O anda bütün üzüntüm, gam ve kederim yok oldu. (...) ‘Siz maddi rütbenizden çok yüksek, manevi rütbeniz iktizasiyle, ayrı ayrı yerlere gönderiliyorsunuz. O yerlerin sana ihtiyacı var. Hiç merak etme!’ dedi.”
Babasının yanına vardığı gece gelen misafirlere Hulusî Bey, Risale-i Nur okumaya başlamıştır. Ona bir hizmet insanı olma düşüncesi, “Ben artık bir şey için yaşadığımı zannediyorum.” dedirtmiştir. Dava adamları sıradan insanlar değildir. Hele hele, Cenab-ı Hakkın sevgili Habib-i Ekremi’ne nâzil olan Kur’an davasının bir eri olma, Kur’an hesabına küçücük bile olsa cüz’î bir hizmetkârlıkta bulunma, insana, hiçbir şekilde tadıp duyamayacağı manevi hazlar, lezzetler ve zevkler bahşetmektedir.