"İftitah Tekbirlerimiz ne kadar da boş!.."

Safvet Senih

Safvet Senih

06 Eyl 2017 11:34
  • İzmir’den Ege Üniversitesinin dermatoloji bölümü başkanlığını uzun zaman sürdüren merhum Prof. Dr. Saffet Solak Hocamız Ömer Özcan Beye Üstad Hazretleri ve Risale-i Nurlarla ilgili hatıralarını anlatırken diyor ki:

    “Size çok enteresan bir hatıramı arz edeceğim: İstanbul Çukurbostan’da bir cami vardır. Babamla beraber oraya ikindi namazı kılmaya gitmiştik. Caminin avlusuna girdik. Birden, avlunun doğu tarafından en dip köşesinden Bediüzzaman Hazretleri çıktı…. Geliyor. Yanında talebeler var… Heyecanla babama: ‘Baba! Bediüzzaman Hazretleri geliyor!’ dedim. Hemen tazime geçtik… Üstad yanımızdan geçerken selam verdik, elini öpmeye çalıştık. Tebessüm etti, selamımızı aldı, fakat elini vermedi. Camiye girdik. Sünneti kılacağız ya… Ben sünnete durmadım… Tam Bediüzzaman’ın arkasına geçtim. Bakalım nasıl namaz kılıyor diye, merakımdan kendisini takip etmeye başladım. Mahsus sünnete durmadım.

    “Aman Azizim! Bediüzzaman ‘Allahü Ekber!’ diye öyle bir tekbir aldı ki, inanın zangır zangır titredi… Mübarek vücudunun her zerresiyle öyle bir titreyiş vardı ki! Anlatmak kabil değil. Bakın bunu anlatırken hâlâ tüylerim ürperiyor. Bunu gözümle ben müşahede ettim.

    “Allahü Ekber!’ deyişini şimdi bile hâlâ yaşıyorum. Bu benim için çok önemli bir hatıradır. Bizim iftitah tekbirlerimizin ne kadar boş olduğunu da o gün gördüm ben…

    “1946’da İstanbul’a Tıp Fakültesine gidince, orada da (Risale-i Nur ile ilgilenmeye ) devam ettim. Ama daha tam anlamıyordum. Anlamak için bakın ne yapıyordum. Kaldığım yurtta İhsan adında yaşlı bir üniversite talebesi vardı. Kendisi doğu illerinde okuyor; Arapça, Urduca biliyordu. Yurtta beraber yemek yerken onun karşısında otururdum: ‘İhsan Abi, şu kelimelerin mânasını söyler misin?’ derdim. Hem yemeğimi yer, hem de kelimelerin mânasını yazardım. Ondan çok istifade ettim. Sonra o Risaleyi tekrar okurdum. İşte o zaman çok lezzet alırdım, çok tatlı oluyordu o zaman.

    “Şemseddin Yeşil ile çok görüşürdüm. Bediüzzaman hakkında çok sorular sordum kendisine. Çok şeyler anlattı bana. Bir gün dedi ki, ‘Bu zât eğer Avrupa câmiasında doğmuş olsa idi, dünyanın şekli bambaşka olurdu. Bütün yer yüzündeki insanlar, bu zatın elini, ayağını öpmek için âdeta seferber olurlardı. İşte bu zât, böyle birisidir.’ dedi. 

    “Şemseddin Yeşil 1943 Denizli Mahkemesine sevk ediliyor. Hâkim diyor ki: ‘Sen münevver bir din adamısın. Böyle saçma sapan eserler senin evinde ne arıyor?’ O da “Evvela şunu arz edeyim: İnşaat mevzuunda bir inşaat amelesinin fikri, bir doktorun, bir hâkimin fikrinden daha üstündür. Onun için, siz, bunların kıymetini bilemezsiniz; ben bilirim.’ Sonra hâkim, ‘Peki nedir bu Risaleler?’ diyor. O, ‘Ben tarif edeyim: Bu eserler bir hazinedir. Kur’an’ı tarif eden… Yedi yaşından yetmiş yaşına kadar, bir pîr-i fâninin hâfızasında saklanabilen, elfazı; ulemayı, mânâsı da urefâyı (ârifleri, bilgeleri) hayrette bırakan… Kâfirin şah damarına neşter vuran… Kâinat kitabının hülâsası olan insanın, hüsrana uğramaması için elde yeğâne kitap olan… Kur’an-ı Kerimin tefsirinden ibarettir bu Risale-i Nur…”

    “Benim, Allah ömür versin hâli hazırda dört tane torunum var. Onlara devamlı diyorum ki: ‘Bakın ortalık karpuz kabuğu ile dolu… Bu Nur Câmiasının dışında bir yere gitmeyin… Onların ellerinde Risale-i Nur zaten var… ‘Anlamadığınız yerleri bana getirin, ben her gün size yardım edeceğim.’ diyorum. Bana geliyorlar. Beraber okuyup mütalaa ediyoruz… ‘Siz de bunları arkadaşlarınıza öğretin…’ diyorum onlara… Nitekim torunlarım harıl harıl Risalelere çalışıyorlar. Onlara ‘Bediüzzaman Hazretlerini iyi tanıyın. Hayatını, gayesini, mertliğini, dürüstlüğünü ve aşkını iyi anlayın. Devamlı bunları telkin ediyorum torunlarıma. Allah’a şükür bu sayede tertemiz kaldı çocuklar… Hiçbir kötü alışkanlıkları olmadı, sigara bile içmezler. Bunlar nurcular sahip çıktığı için oldu. Bu zamanda gençler için en büyük çare de Risale-i Nur zaten. Torunlarıma verdiğim bu mesajın bütün insanlara ve nesillere de söylüyorum.

    “Şemseddin Yeşil Efendiden nakledeceğim son bir haberim var: Vukuundan evvel ve zamanı gelince aynıyla vâki olan bir sözü de arz etmek istiyorum. İstanbul’dayım. 23 Mart 1960 günü, Şemseddin Yeşil Efendinin Sahaflar Çarşısındaki dükkanına uğradım. Selam verdim ve başsağlığı diledim. Meğer haberi yokmuş. Duyunca âdeta şok geçirdi. Derin bir düşünceye daldı. Kendine gelince ilk cümlesi şu oldu: ‘Bu hükümet gider!’ deyiverdi. Ekledi: ‘Zira, mânen, onun mânevî desteği ve duası altında idiler!’ Hakikaten 1960 yılının martında Üstad, Mayısında da Menderes Hükümeti gitti. Allah hepsinden râzı olsun.”  

    Evet büyüklerin sâyesi ve himayesi çok mühimdir. Bu tesbit de o kadar isabetli işte… 

    Safvet Senih
    06 Eyl 2017 11:34
    YAZARIN SON YAZILARI