Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Yirmi Sekizinci Mektub’un Yedinci Meselesinde, Ararat
Dağının infilakı konusunda gerek “dağlar gibi parçalarını dünyaya
dağıtması” ve gerekse Kur’an’ın mucizeliğini Hz. Ali’nin (R.A.)
Üstad’a “Beyan et” demesinin
üzerinde durmamız gerekiyor…
Cenab-ı Hak, “Kıyamet Sûresinde” Efendimiz’e (S.A.S.) Kur’an’ın vahiy mesajları gelince, “unutuveririm” endişesiyle âyetlerin kelimelerini tekrarlayıp dilini kıpırdatması ve telâşa kapılıp ezberleyemem düşüncesine kapılmamasını, Cebrail okurken Kur’an’ın okunmasına tâbi olup takip etmesini; çünkü onları kalb ve hafızasında toplamak, sonra da Mushaf halinde cem” edip toplamak işinin Kendisine ait olduğunu ifa ettikten sonra: “Daha sonra da O’nun BEYANI da Bize aittir. Bizim üzerimizdedir.” (Kıyamet Suresi, 16-19 âyet) diye buyuruyor.
Malum, âyet âyet nâzil olan Kur’an, Efendimiz’in (S.A.S.) vefatından sonra, surelerin, âyetlerin toplanarak Efendimiz’in (S.A.S.) daha önce belirttiği şekilde bir kitap haline getirildi. Âyette verilen haber gerçekleşti.
Tevrat’ta Ağrı Dağının adı “Ararat” Halbuki Kur’an’da Hz. Nuh Aleyhisselamın gemisinin demirlediği dağın ismi Cûdî… Cûd, cömertlik demek. Yani Anadolu cömertliği… Evet Anadolu, dağlar gibi parçalarını yani adanmış ruhla öğretmenlerini, burslarıyla, okulların tahta-sıra gibi malzemeleriyle beraber de cömertçe dünyanın her tarafına gönderdi.
İşârâtü’l-İ’caz, Enver Paşa’nın kağıdını vermesiyle basıldı
Hz. Ali Efendimizin (R.A.) “Beyan et” emri de Kıyamet Suresinin “Beyan” kelimesine tevâfuk etmektedir. Onun için Üstad Hazretleri bu emri “İşârâtü’l-İ’caz” Tefsirini yazmaya başlayarak yerine getirmeye çalışmış, Birinci Dünya Savaşı patlamasına rağmen, savaş sırasında fırsat buldukça yazmaya gayret etmiştir. Dikkat edilirse tefsirin ismi “Kur’an’da Mucizelik İşaretleri” dir. Daha sonra bu tefsir, Darü’l-Hikmet döneminde Enver Paşa’nın sevabına nâil olmak için kağıdını vermesiyle basılmış ve devlet eliyle bütün Müftülüklere gönderilmiştir. Şahsen ben seneler önce bir Müftülüğe gönderilmiş olan bir İşâratü’l-İ’caz tefsirini görmüştüm.
Aslı Arapça olduğu için istifadesi dar dairede kalmıştır. Onun için daha sonra Üstadın kardeşi Abdülmecid Ağabey tarafından tercüme edilmiştir.
Üstadımızın uzun zaman talebesi olan Abdülmecid Nursi, Üstad Bediüzzaman’ın tatlı üslubunda bu tercümeyi başarmıştır. Bazı bölümlerini atlamak zorunda kaldığını da ifade etmektedir. Aslında onların önemli bir kısmını Üstad Hazretleri Muhakemat Risalesinin “Unsuru’l-Belâğat” bölümünde anlatmıştır. Onun için daha sonra değerli zâtlar tarafından da tam olarak tercümesi yapılmıştır. İfade tarzı olarak Abdülmecid Ağabeyimizin tercümesi hep üstte, bir nevi favori konumunu muhafaza etmektedir.
1926’ların sonları ve 1927’lerde bilhassa Barla Hayatı döneminde çok zor şartlarda Sözler, Mektubat ve Lem’alar yazılmaya başlanmıştır. Tamamlanmışlardır da denilebilir….
İşte bu dönemde meşhur Yirmi Beşinci Söz yazılmış ve Kur’an 40 vecih mucizeliği ortaya konmuştur. Aslında Mektubat’ta Üstad Hazretleri Kur’an’da 200 çeşit mucizelik olduğunu hissettiğini de kısaca işaret edip geçiyor.
Elbette hep taze mucize olarak kalacak kadar mucizelerine şâhit olunacaktır…