Barla Lâhikasındaki 126. Mektup Şamlı Hâfız Tevfik’e aittir. Bu mektupta Müceddidlik ile ilgili “Her yüz senede Cenab-ı Hak bir din Müceddidi gönderiyor, hadis-i şerîfine mazhar olan, onu tasdik eden ve tam izhar eden, âriflerin kutbu, vâsılların gavsı Muhammed Aleyhisselâmın vârisi, meşhur Mevlana Hâlid (K.S.)..” ifadelerini Mevlana Hâlid Bağdadî’nin tarihce-i hayatında gördüğünü söylüyor. Meseleyi inceleyince şu neticelere ulaşıyor:
Mevlânâ Hâlid’in doğumu Hicri 1193..
Bediüzzaman’ın doğumu ise Hicri 1293.. Mevlâna Halid’den yüz sene sonra.
Mevlâna Hâlid Hicri 1224 tarihinde Hindin başşehri Cihanâbad’a girdi. Abdullah Dehlevî Hazretlerinden aldıkları mânevi feyizler ile Nakşi tarikatını silsilesine girip Mücedditliğe başladı..
Bediüzzaman ise yüz sene sonra Osmanlı Başşehri İstanbul’da mânevi mücâhedesine başladı.
Mevlânâ Hâlid 1238’de siyasetçiler yüzünden vatanını terk ederek, Şam’a hicret etti.
Bediüzzaman Hazretleri de yüz sene sonra 1338’de Ankara’ya gidip siyasilerle uyuşamayıp Van’a gitti.
Mevlâna Halid yirmi yaşına girmeden bütün âlimler üstünde görünmüş ve ders okutmaya başlamış..
Bediüzzaman Hazretleri de 14 yaşında icâzet almış ve icazet almaya yakın talebeleri okutmuştur.
Mevlana Hâlid Hazretleri Hz. Osman neslindendi.
Bediüzzaman da seyyid ve şerif olarak Hz. Ali neslindendir.
Bütün bunlar Mevlâna Halid Hazretlerinden sonra Bediüzzaman Hazretlerinin de müceddit olduğuna bu tevafukları ile işaret ediyor. Zaten yaptıkları ve yazdıkları ile kendisinin durumunu her yönden ifşâ etmektedir.
Mektubun devamında, Şamlı Hâfız Tevfik ders verici bir olayı Bediüzzaman Hazretlerinden naklediyor: “Ben Üstadımdan işittim ki: “Hz. Mevlânâ Hâlid, Hindistan’dan Nakşibendî Tarikatını getirdiği vakit, Bağdat dairesi, Abdülkâdir Geylanînin, ölümünden sonra, hayatta olduğu gibi tasarrufu altında idi. Onun için Mevlâna Hâlidin mânen tasarrufu başlangıçta kabul göremedi. Şâh-ı Nakşibend ile İmam-ı Rabbâni’nin ruhaniyetleri Bağdat’a gelip Şâh-ı Geylânînin ziyaretine giderek ricâ etmişler ki: ‘Mevlânâ Hâlid, senin evladındır, kabul et! Şâh-ı Geylânî, onların iltimasları için, Mevlâna Hâlid’i kabul etmiş. Ondan sonra Mevlâna Hâlid birden parlamış. Bu olay ehl-i keşifce vâki olmuş ve müşâhede edilmiş. O ruhânî hâdiseyi, o zaman ehl-i velâyetin bir kısmı müşâhede etmiş, bazısı da rüya ile görmüşler.”
Buradan bizim alacağımız derse gelince; iman ve Kur’an hizmeti yapmak isteyenler mutlaka bulundukları yerin geçmiş büyüklerinin ruhaniyetlerine Fatiha ve İhlaslar okuyup bağışlamalıdırlar. Bir nevi onların iznini alarak hareket etmelidirler. İstanbul’da olanlarımız, Ebu Eyyüb-i Ensârî’yi, Ankara’dakiler Hacı Bayram Veliyi, Konya’dakiler de Mevlâna Hazretlerini mutlaka böylece ziyaret etmelidirler.
Tecdid hareketlerine gelince; her dönemin müceddidi o zamanın ihtiyacına göre bir tecdidde bulunmuştur. Ömer ibn-i Abdülâziz, kendisi dönemin devlet sistemindeki bir bozulmanın üzerine gelmiş ve yaptığı tecdid ile gününe göre meseleyi aslî şekline oturtmuştur. İmam-ı Gazalî çeşitli milletlerin çeşitli inanç ve anlayışlarla büyüyen İslâm Âleminin içine girmesiyle cebriye, mutezile, mürcie, müşebbine gibi bozuk kelâmi anlayışlara karşı, İhya-i Ulûmiddin (Dini ilimleri ihya) gayretiyle Kur’anî ve Sünnet çizgisine getirecek bir tecdidde bulunmuştur. Hz. Ömer soyundan geldiği için Fârûki lâkabını alan İmam-ı Rabbanî Hazretleri de döneminde tasavvuf ve tarikatlardaki bazı durumlara göre bir tecdidde bulunmuş ve Mektubât isimli eseriyle vazifesini ifâ etmiştir ama günümüzde yani bir-iki asırdır bütün dünyada toptan bütün semavî hakikatlere karşı bir inkâr-ı ulûhiyet anlayışı çıkmış, bütün ilim ve fen dallarına sirayet etmiştir. Bilhassa evrim teorisiyle, dini inançlara karşı ilim mahfilleri, üniversiteler, tamamen dinin dışında bir dünya görüşüne göre şekillenmişlerdir. İşte her şeyin toptan inkâr edilip ilim ve fennin dışına itilip atıldığı bir dönemde her şeyî aklî mantıkî bir temele oturtarak, günümüz insanına anlatacak ve bunu yine Kur’an’ın ölçülerine göre yapacak bir tecdid hareketine ihtiyaç vardı. Onun için Bediüzzaman Hazretleri hem aklı hem kalbi iknâ edecek bir üslubla, İslami esasları yepyeni ve taptaze şekilde sunmuş ve bu işin hakkiyle sâhibi olduğunu göstermiştir.