Evet herkes görmek istediğini görür… Bakmak başka görmek başka… Saate bakan bir insan onun markasını görürken bir başkası da, zamanın ne olduğunu saatin kaçı gösterdiğini görür. Hapisanenin penceresinden semaya bakan, bazan güneşi, bazan yıldızları bazan ayı görür. Yere bakan toprağı, çamurları görür…
İmam-Hatip Lisesinde okurken, edebiyat hocamız bize bir ödev verdi ve dedi ki: “Başka bir şehirde bir kardeşiniz var… Bir okulda okuyor ve bir yurtta kalıyor. Ama devamlı herşeyden şikayet ediyor. Onu yatıştırıcı, teselli edici ve tahsilini devam ettirecek bir nasihatta bulunun… Size bu bir ödev.”
Benim aklıma Risale-i Nurlardan bazı konular geldi. Hatırımda kaldığı kadarıyla yazıp verdim…
Üstad Bedizzaman Hazretleri diyor ki: “Mesela sizden bir adam, yalnız bir saat, gezmek, tenezzüh etmek için gayet müzeyyen, çiçeklerle, meyvelerle dolu bir bahçeye girse… Ama noksan ve kusurdan arınmış olmak Cennetin Bahçelerine mahsus olup, her kemâle bir noksan, her güzelliğe bir çirkinlik karıştırmak bu imtihan dünyasına mahsus olduğundan dolayı, o bahçenin bazı köşelerinde, bazı pis ve murdar şeyler de bulunmakta… Mizaç bozukluğunun sevki ve EMRİ ile, yalnız o kötü kokulu şeyleri araştırıp o murdar şeylere gözünü diker. Güya o bahçede yalnız o pis ve murdar şeyler var! Hayal ve vehmin hükmüyle fenâ hayal genişleyip, o bahçeyi salhâne ve mezbele suretinde gösterdiğinden, midesi bulanır ve kusmaya başlar ve büyük bir nefretle bahçeden kaçıp gider… Şimdi bir düşünelim, insanın hayatını gam ve gusseye boğan böyle bir kuruntu ve hayale, akıl, hikmet ve maslahat râzı olup uygun bulur mu?
“Güzel gören, güzel düşünür, güzel düşünen güzel rüya görür. Güzel rüya gören hayatından lezzet alır.
Bir de Sekizinci Söz’deki bu hususla ilgili şu temsili yazdım: “Mesela; bir adam güzel bir bahçede, ahbaplarının ortasında, yaz mevsiminde, hoş bir ziyafetteki keyfe kanaat etmeyip, kendini insana sarhoşluk veren pis içkilerle sarhoş edip, kendisini kış ortasında, canavarlar içinde, aç, çıplak hayal edip bağırmaya ve ağlamaya başlasa, nasıl şefkate lâyık değil… Kendi kendine zulmediyor. Dostlarını canavar görüp tahkir ediyor. İşte bu bedbaht dahi öyledir. İşte ‘Fenalığı kendinden, iyiliği Allah’tan bil’ (Nisa Suresi, 4/79) olan Kur’an’ın hükmünün sırrı budur…”
“Büyük işlerde yalnız kusurları gören kimse, cerbeze ile aldanır veya aldatır. Cerbezenin işi, bir kötülüğü sümbüllendirerek iyilik ve güzelliklere galip getirmektir. Meselâ, şu aşiretin herbir ferdi bir günde attığı balgamı, CERBEZE ile, hayal ve vehimle hepsini birden bir şahıs tarafından atılmış balgamlar şeklinde düşünerek ayrıca aşiretin herbirini o şahsa kıyas ederek o nazarla baksa, veyahut bir sene zarfında bir kişiden gelen iğrenç, kötü kötü kokuları, CERBEZE ile zamanı atlayarak ve kuruntu ile o iğrenç kokuların bir anda, bir dakikada o şahıstan çıktığını tasavvur etse; acaba ne derece evvelki adam iğrenç ve ikinci adam kokuşmuş olur?.. Hatta hayal gözünü kapasa, vehim dahi burnunu tutsa, mağaralarından kaçsalar hakları var. Akıl, onları tevbih edip azarlamayacaktır.
İşte şu cerbezenin acip tavrındandır ki, zaman ve mekânda ayrı ayrı ve parça parça şeyleri toplar, bir yapar. O siyah perde ile her şeyi temâşâ eder. Hakikaten CERBEZE her çeşidiyle garip şeylerin makinesidir. Görünüyor ki, cerbezeye tutulmuş bir aşıkın nazarında bütün kainat birbirine muhabbetle cezbolmuş ve raksa kalkmış vaziyette hareket ediyor ve gülüşüyor… Ama çocuğunun vefatıyla mâtem tutan bir validenin nazarında, umum kainat hüzne batmış vaziyette ağlaşıyor. Herkes istediği ve hâline münasip gördüğü meyveyi koparır.” (Münazarat)
Liselerdeki psikoloji kitaplarında da bulunan ve bakanların bakış açılarına göre, bazılarına genç bir KIZ, bazılarına da yaşlı bir CADI şeklinde görünen bir resim vardır. Aynı resim iki zıt görüntüyü içinde barındırmaktadır. Uzman psikologlar 3 D ile formüle edilen bir analizle, DÜŞÜNCE, DUYGU ve DAVRANIŞ olarak meseleyi izah etmektedirler. Zira Düşünce beyinden çıkar. Beyin üst komutan hükmündedir. Bilinç altı ise emre âmâde, beyin komutanından gelecek bütün emirleri yerine getirmeye hazır bir vaziyettedir. Eğer Beyin olumsuz, ümitsiz, bitkin bir hale düşüp Neden? Neden? Diye kendisini sorgulamaya başlarsa bu emir soruları, bilinç altına iner. Bilinç altı bir pamuk ve yünün renkli suları emip içine çektiği gibi bu negatif olumsuz sorulara hayatın geçmiş safhalarından kendisine cevap bulmaya çalışır ve başlar geçmişin olumsuzluklarını taramaya işte oradan buldukları duyguları cevap olarak beyne takdim eder. Bu sefer beyin onlardan yeni olumsuz sorular çıkarıp yine şuur altına havale eder. Böylece olumsuz bir kısır döngü başlar. Bunları içine ata ata sonunda patlamalar, zararlı asabilikler meydan alır ve maalesef bunlar DAVRANIŞLARA yansır. Halbuki Beyin imanı, Allah’a güveni ve hayır ve şer olarak herşeye karşı, O’nun icraatındaki derin hikmet ve sırlara olan itimadı ile bakarsa, DÜŞÜNCELERİ şuuraltına emirler gönderir. Şuuraltı da bir memur ve emirber bir nefer gibi geçmişteki pozitif güzellikleri, ibretli misalleri bakıp çıkararak DUYGU haline de Beyne arzeder. Böylece bir SALİH DAİRE oluşur. İyiden, hayırdan HAYIR doğar. Bu da DAVRANIŞLARA yansır ve Üstad Hazretlerinin dediği gibi: “Güzel gören, güzel düşünür, güzel düşünen güzel rüyalar görür. Güzel rüyalar gören de HAYATINDAN LEZZET ALIR…”
Bizler Risale-i Nurlardan ve Pırlanta Serilerinden mânevî beslenmelerimize hep devam edelim.