Peygamber Efendimizin (S.A.S.) bir duası şöyle: “Ey her şeyi var eden hayat sahibi Hayy ve ey her şeyin varlık ve bekâsını Kudret elinde tutan Kayyum, rahmetinin genişliğine itimad ederek Senden merhamet dileniyorum, bütün ahvalimi ıslah eyle, her türlü tavır ve hareketlerini kulluk şuuru ile beze… Ve göz açıp kapayıncaya kadar olsun, beni nefsimle baş başa bırakma, sürekli kötülükleri emreden nefsimin acımasızlığına terketme!” (Taberanî)
M. Fethullah Gülen bu mübarek dua için diyor ki: “Siz isterseniz, mülâhazalarınızla bu duayı daha da derinleştirebilirsiniz: ‘Allah’ım, beni ibadetlerimle, hayır ve hasenâtımla da baş başa bırakma… İyiliklerime güvenme duygusunu söküp at gönlümden, içimi sadece Sana itimat hissiyle doldur. Sen özel sıyânetinle koru beni; hususî himayene al, vekilim ol benim!’ diyebilirsiniz.
“İşte hep bu mülahazalar içinde yaşamalısınız. Ellerinizi kaldırıp sürekli Cenab-ı Hakk’a tazarru ve niyazda bulunmalısınız; amelinize, durduğunuz yere, konumunuza, dünden bugüne müktesabatınıza ve içinde bulunduğunuz şahs-ı manevinin kudsiyetine güvenme yerine, Cenab-ı Allah’a teveccüh ederek O’nun himayesine girmeye çalışmalısınız… Hem dünün hem de bugünün Bel’am bin Bâura’ları önünüzde birer ibret tablosu olarak durmaktadır. Allah’ın dinini öğrenen, ilim ve irfan sahibi olan, duası mutlaka kabul gören ve İSM-İ ÂZAMI da bilen Bel’am bin Bâura küçük bir inhirafla açıldığı isyan deryasından bir daha dönememiş; o gün için mazhar olduğu nimetlere güvenip onları birer ŞIMARIKLIK sebebi gibi algılayınca baş aşağı yuvarlanıp gitmiştir. (Asıl ismi Belam-ı Baura olup, Musa aleyhisselam zamanında yaşamıştı. İsm-i a'zamı bilen, her duası kabul olan büyük bir âlimdi. İlmi o derecede idi ki, sözlerini yazmak için, iki bin kişi yanında bulunurdu. Şöhreti her yere yayılmıştı. Bulunduğu Belka şehrinin valisi Belak, Hazret-i Musa’nın askerlerinin şehre girmemesi için, dua etmesini istedi. Ölüm ile tehdit etti. Can korkusu ile ve halkın verdiği rüşvete aldanarak, Musa aleyhisselam'a beddua etti. Akabinde dili göğsüne kadar sarkıp yapıştı. Musa aleyhisselam'ın askerleri tarafından öldürüldü. Müminlere beddua ettiği için ilahi gazaba uğradı. Kur'an-ı kerimde de onun hakkında, mealen şöyle buyuruluyor:
(O, dünyaya meyletti ve nefsinin hevâsına uydu. Onun ibret verici hâli, üstüne varsan da, kendi hâline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğe benzer.) [Araf 176])
Eski devirlerde yaşamış bir ibadet kahramanı olan BERSÎSA, bir zamanlar âbid ve zâhid bir kul olmasına rağmen, Cenab-ı Hakk'a tam teveccüh etmeyip hayır ve hasenatına itimat edince şeytana aldanmış ve bir anlık irade zaafı neticesinde, elde ettiği her şeyi kaybederek bir ŞAKÎ olarak vefat etmiştir. Bugün de yeryüzünde yüzlerce BEL’AM ve BERSİSA mevcuttur. Bunlar, senelerce koşup dururlar. Kıbleyi tam tayin edemediklerinden nereye koştuklarını bilemeden geçirdikleri seneleri her şeye rağmen sermaye kabul eder, onlarla avunurlar. Boşuna koştukları yılları sayar durur ve hep onlardan bahsederler. Fakat bir şey kazanıp kazanmadıklarını hiç düşünmez ve hayatlarının muhasebesini yapmaya da asla yanaşmazlar. Dolayısıyla de az gider uz gider; dere tepe düz gider ama bir çuvaldız boyu bile yol alamazlar; mesafelere yenik düşerler. (…)
“Elli tane hırsızın bulunması muhtemel olan bir çarşıda dolaşan insanın sık sık ceplerini kontrol edip yoklaması gibi, mümin de sürekli gönlünü yoklamalıdır. Kolundaki saatin cebindeki cüzdanın ve belindeki kemerin bile kapkaç gittiği bir dönemde, kapkaççıların çokça dolaştığı bir caddede nasıl yürümesi gerekiyorsa, rıza yolunda öyle yürümelidir.
“Unutmamalısınız ki, belki etrafınızda sizi hıfzeden melekler sayısınca şeytanlar imanınıza tuzak kurmuş bekliyorlar. Allah korusun, zaaflarınızdan sizi vurmak için gözlüyorlar. Bir kuytu yerde kapkaç yapmak ve bir köşede sizi kündeye getirmek için fırsat kolluyorlar. Öyleyse, gözleriniz sürekli O’nun kapısında olmalı; dilimiz ve gönlümüz hep O’nu anmalı. Düşünün ki, bir cin taifesi içinden geçiyorsunuz. O bir pençe atıp bir yanınızı koparmak, beriki bir hamle yapıp bir tarafınıza vurmak için sabırsızlıkla bekliyor ve siz biliyorsunuz ki, onların şerlerinden korunmanın yegane çaresi Cenab-ı Hakka teveccühtür; o esnada dudaklarınızın kıpırdaması durur mu hiç?’ Tabii ki durmaz.” (Diriliş Çağrısı)
Hocaefendi'nin dediği gibi hiç durmamalı… Âyetü’l—Kürsî veya Felak ve Nas surelerini tekrar tekrar okuyarak Cenab-ı Hakk'a sığınmalı, O’nun affına, âfiyetini ve Rızasını isteyip durmalıyız.