Yusuf Suresi’nde dikkat çeken bir âyet var: “Göklerde ve yerde Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini gösteren nice deliller vardır ki, insanlar üzerinden geçip gittikleri halde yüzlerini çevirdiklerinden farkına varmazlar.” (12/105) Bu ifadeden, insanların göklere gidecekleri ve oralarda gezip dolaşacakları anlaşılıyor…
Fussilet Suresi’nde de “İnsanlara âfakta (ufuklarda dış âlemde) ve kendi iç âlemlerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki, O’nun (yani Kur’an’ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun.” (Fussilet Suresi, 41/53) buyuruluyor. Şûra Suresi’nde ise “Gökleri, yeri ve bunların içine yayıp ürettiği canlıları yaratması da O’nun delillerindendir. O dilediği zaman bunları bir araya toplayıp bir araya toplamaya da kâdirdir.” (42/29)
Bu âyet-i kerime ile ilgili olarak M. Fethullah Gülen Hocaefendi şöyle bir izah getiriyor: “Öteden beri bu âyet-i kerime dünyadan başka yerlerde de bizim gibi veya başka şekillerde canlıların olabileceğine delil gösterilir ki, doğru olduğu söylenebilir. Ayrıca, ‘bunları bir araya toplamaya kadirdir” ifadesinden de buradakilerin oralara veya oradakilerin buralara gelmesi gelebilmesi mümkündür şeklinde anlaşılmıştır.’ Şöyle ki, DEBÎB hareket etmek, DÂBBE de hareket eden demektir. Böyle bir tabir cin, ruh ve melek için de kullanılabilse de, şer’î örfe göre daha ziyade yer yüzündeki cismânî varlıklar için kullanıla gelmiştir. Bu itibarla da denilebilir ki, Cenab-ı Hak, yerde olduğu gibi göklerde de tıpkı insanlar ve diğer canlılar gibi varlıklar yaratmış olabilir ve dilediği zaman da onları bir araya getirmeye muktedirdir. Herkesi ve her şeyi öbür âlemde haşredip toplayacağı gibi, o dilerse kainatın diğer köşelerinde var oldukları farz edilen bütün canlılar bir araya getirebilir. Bazı tefsirciler göklerdeki DÂBBE’den murat bütün türleriyle havada uçuşan kuşlardır demişler ise de, böyle bir yorum oldukça soğuk görünmektedir ve mucizevî bir yanı olduğu sezilmektedir. Herhalde İmam Mucahid’in de dediği gibi bunu uzak ve yakın bir sistemde, yeryüzündekilere benzer türden canlılar olabileceğini kabul etmek daha uygun olacaktır. Biz bu konuyu geleceğin imanlı araştırmacılarına havale ederek, kainatın değişik köşelerinde dünyamıza benzer dünyaların olabileceğini ve bu dünyalarda, küre-i arzda olduğu gibi varlıkların ihtimalden uzak tutulmaması gerektiğini vurgulayıp geçiyoruz. En doğrusunu Allah bilir.”
1966-1967 seneleriydi. İzmir Ege Üniversitesi Yüksek Öğretmen Okulu öğrencilerinden Ramazan Karakale’nin sağcı öğrencileri susturduktan sonra “Bir de Nurcular varmış, gelsinler bir de onların boylarını ölçelim” mealinde sözler söylediğini duyduk. Biz de İzmir İmam-Hatip’te öğrenciydik. Risalelerden kitapçıkları alıp gittik. Ramazan’ı çağırdık. Uzun bir görüşme oldu. Sonunda “Aya gidilebilecek mi?” diye sordu. Gidileceğini söyleyince, “Tabii, artık gidilebileceğini aklımız kestiği için söylüyorsunuz” dedi. Ben de Bediüzzaman Hazretleri’nin 1960’ta vefat ettiğini, halbuki 1927-1928’lerde yazdığı Yirmi Dördüncü Söz’ünün İkinci Dal’ından, “Senin fikir damlasının dürbünü ile, felsefenin merdiveniyle tâ Ay’a kadar terakki ettin. Ay’a girdin. Bak, Ay kendi zâtında kesâfetli, zulûmatlıdır. Ne ziyâsı var, ne hayatı. Senin çalışman beyhude, ilmin faydasız gitti.” ifadelerini aktarmaya çalıştım…
Birgün M. Fethullah Gülen Hocaefendi'ye, “Kur’an’dan idrake Yansıyanlar” kitabındaki bu bölüm söylenerek “Hocam, başka sistemlerde yaşayan şuurlu varlıklar varsa, onlara da iman ve Kur’an hakikatlarının anlatılması gerekmez mi?” denilince, “Acaba dünyadaki hizmetler bitti mi ki? Önce onları tamamlamak lâzım. Onlar tekmil edilince, diğer dünyalar için de gayret gösterilebilir.” dedi.