Dûmetü’l-Cendel denilen yerde bazı kabilelerin toplanıp saldıracakları haberi Efendimize (S.A.S.) gelince, bunların üzerine gidildi. Problem halledildi. Öbür taraftan Müreysî Kuyusu başında yoktan yeni bir problem çıkmak üzere iken Peygamber Efendimiz (S.A.S.) ortalığı yatıştırdı. Ama münafıklar nifak kazanını kaynatmaya başladılar. Ama hemen Hz. Ömer’in de teklifiyle bütün ordu harekete geçirildi. Hatta develer ve atlar arasında yarış yapılarak zihinler başka faydalı şeylerle meşgul edilmeye başlandı. Bu fitneyi ademe yani yokluğa mahkûm etme metodu idi. Zihinleri hayırlı işlerle uğraştırarak şer ve ümitsizlik girdabından sıyırıp çıkarma hamlesi beklentisizlik hasletiyle bezenmek gerekiyor.
“Ben Hizmet’te kendimi bir ırgat gibi düşünüyorum, bir makam ve rütbe düşünmüyorum” diyen adanmışlardan olma gayretini hep taşımak icab ediyor. Kim ne derse desin, hangi iftiraları atıp insanlar içinde itibarsızlaştırmanın ve şeytanlaştırmanın hangi türüyle üzerimize gelirlerse gelsinler, kınayanların kınamasından, algı operasyonlarının şaşırtıcılığından korkmayalım. Mutlaka bir gün herşey düzelecek ve taşlar yerine oturacaktır.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki: “Adanmışlık düşüncesi, karşılığında İstanbul’un, Viyana’nın hatta Roma’nın fatihi olma gibi bir pâye bile teklif edilse o, hiçbir şeye fedâ edilmemelidir. (…)
“Gül hâre (dikene) düştü, sinefigar oldu andelib, Bir have baktı, bir güle, zâr oldu andelib” (Nâil-i Kadîm) beytinde ifade edildiği gibi, bugüne kadar nice güller hâre düştü, nice bülbüller feryad ve figan etti. Bugün de feryad ve figan etmek mefkûre kahramanlarına düştü. Atılan iftiralar, kınanıp yerilmeler, alay ve istihzalar, nice entrika ve komplolar. Bütün bunlara karşı: “Ne dünyadan safâ bulduk, ne ehlinden recâmız var:
Ne dergâh-ı Hudâ’dan mâada bir ilticamız var.” (Nef’î) anlayışıyla hareket edilmeli ve vakarlı bir duruş sergilenmelidir. Sa’dî’nin ifadeleriyle: “Kazârâ bir sapan taşı, bir altın kâseye değse, ne kıymeti artar taşın, ne kıymetten düşer kâse. Dolayısıyla eğer siz, altın kâse iseniz, varsın taşlasınlar; Allah’ın izni ve inayetiyle size kimse zarar veremeyecektir.
“Kur’an-ı Kerim, ‘Onlar, kınayanın kınamasından korkmazlar’ (Maide Suresi, 5/54) buyurur ve bize böyle durumlarda sergilenecek tavrı işaret eder. Diğer taraftan başa gelen her şeyin Hz. Mahbub’un (c.c.) yakınlığına vesile birer imtihan olduğunun şuuru ile zâhirî sebepleri aşan bir nazarla hadiselere bakabilmeli. Nitekim bu ufkun kahramanı asrın dertlisi, ‘Yirmi sekiz sene çektiğim ezâ ve cefâlar ve maruz kaldığım musibetler hep helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü, ithamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helâl ettim. (Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası-2, s. 75) diyor. Kendilerini aynı yolun yolcusu bilenler de, Nesîmî gibi;
“Bir cefâkeş âşıkem ey Yâr Sen’den dönmezem
Hançer ile yüreğim yar Sen’den dönmezem
Ger Zekeriyya gibi tek beni baştan ayağa yarsalar
Başıma koy erre Neccâr Sen’den dönmezem
Ger beni yandırsalar, toprağımı savursalar
Külüm oddan çağırsalar Settar Sen’den dönmezem”
demeli ve söylenen kem sözlere takılıp kalmadan ve zihinlerini onlarla meşgul etmeden bütün himmetlerini yapmaları gerekli olan işe yoğunlaştırarak hak bildikleri yolda dimdik yürümelidirler.
“Hiç şüpheniz olmasın, adanmış gönüller, “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” deyip yürüyüşlerine bu anlayışla devam ettikleri müddetçe, Allah’ın (c.c.) izni ve inayetiyle, O’nun sıyanet kanatları altında hizmetlerine devam edecekler ve hiç kimse de onlara engel olamayacaktır.” (M. Fethullah Gülen, Yolun Kaderi, İmanın Yenilmez Gücü)