Homeros Destanında anlatıldığı üzere, meşhur Yunan filozofu ve kanun adamı Solon, Yunanistan’da kanunları yapıp on sene geziye çıkar dünyayı dolaşır ve yeni kanun teklifleriyle ülkesine dönerdi. Yine böyle bir seyahate çıkmıştı… Yolu Sart’a düştü. Onu Sart Kralı Krezüs karşıladı. Ordularını, hazinelerini gösterdi; haşmet ve zenginliğini sergiledikten sonra şöyle bir soru sordu: “Solon! Sen bütün cihanı dolaştın, herkesi tanıyorsun; acaba dünyada en bahtiyar kimi biliyorsun?’
Solon şöyle cevap verdi; “Katon!..”
Krezüs, “Kimmiş bu KATON?” diye sordu. Solon, “KATON; Kartacalı bir çiftçi!... Ama o bir kahraman… Ülkesi işgale uğrayınca ordunun başına geçer Başkomutan olarak, düşmanları silip süpürür. Halk onu alkışlar. ‘Katon başımıza geç! Kralımız sen ol!’ diye bağırırlar, o ise, ‘Ben bir çiftçiyim… Ben kral olamam… O işten anlamam. Ben vatandaşlık görevimi yaptım…’ der köyüne dönerdi… Ama halkının kalbinde yer etti.” dedi…
Muhammed Fethullah Gülen Hocaefendi, “Susadığımız Soluklar” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Bizler, sözlerle yapılan çağrılardan, davranışlardaki alûfteliklerden; kazanılmış zaferlere Dilbeste SAHTE KAHRAMANLIKLARDAN; yaşama arzusuyla yanıp tutuşmalardan; ikbâl hırsından ve makam arzusundan bıktık… Bizler, Heraklit’imizden, Kafdağı’ndan su getirecek İRADE; davranışlarında inandırıcı KARARLILIK, zaferlerinde kendi göz nuru ve el emeği ile YOĞURUCULUK; yaşatma arzusuyla maddi-mânevî füyuzât hislerinden fedakârlık, hasbîlik ve DİĞERGÂMLIK bekliyoruz.
“Düşünceleri dupduru ve pürüzsüz; yolları zikzaksız ve dümdüz olsun. Düşünsün, yaşasın, yaşadığına tercüman olsun, anlatsın. İkiyüzlü olmasın ve bizi aldatmasın!..
“Yüzünde binlerce elem ve ızdırabın çizgisi bulunsun! Gözü yaşlı, bağrı derin, vicdanı uyanık olsun!.. Tekyenin muhasebe ve soyluluğunu; mektebin mantık ve muhakemesini; kışlanın disiplin ve itaatını soluklasın ve bununla kendi mükemmeliyetini bizlere ifade etsin!..
“Kalbi kafasından koparılan, ruhu vicdanından edilen ve sadece belli hassalarıyla zifafa çağrılan insanımızı, asırlık bunalımından kurtarıp, onu kendi tabiatıyla bütünleştirebilsin!.
“Hakkın hatırını âlî tutsun; düşünce ve hizmette tekelciliğe düşmesin ve yüce hedefe varacak yolların, mahlûkâtın solukları sayısınca olduğunu bir lâhza unutmasın!
“Hizmette atılımlı ve ön saflarda bulunsun; ücret ve mükâfatta yerinin çok gerilerde olduğunu hatırdan çıkarmasın. Ve hiç olmazsa bir KATON gibi, kendi insanına karşı, mükellefiyetlerini yerine getirdikten sonra, makamdan, mansıptan sıyrılarak bir kenara çekilip, ikinci bir sorumluluk ve vazife ânını beklesin!
“Bu kutlular dünyasının ilk hakikat erleri kendilerine emânet (emirlik, valilik ) teklif edilince, kaçmışlar. Ve yüklenme mecburiyetinde kalınca da tekrar tekrar kendilerini azletmiş ve başka istidat ve liyakatlıların işbaşına geçmesini istemişlerdi…
“Yeni bir dünya kurma projesini üzerine alanların, bu çizgide bulunmaları şarttır. Yoksa sayılı makam ve mansıp karşısında, sayısız ve sınırsız harîs gözlerin çıkaracağı kavga, önüne geçilmez ve çok çetin olacaktır. Hele, bu hava, toy ve genç heyecanlara intikal ettirilirse…
“Bilmem ki, havârî diye beklediğimiz, samimiyet soluklayan bu insanları görebilir miyiz?.. Ama, biz âb-ı hayat vâdeden bu soluklara hava gibi, su gibi muhtaç olduğumuzu, bir kere daha vurgulayacak ve Yüce Yaratıcı’dan, ‘deryâda mâhînin, dağlarda âhûnun’ diliyle bizi çok bekletmemesini dileyeceğiz…
Hocaefendi “Hasretini Çektiğimiz İnsan” başlıklı yazısında da şöyle diyor:
“Yıllar yılı bizi kurtaracak insanın hasretini çekip durduk… Yaramızı saracak, derdimize derman olacak insanın hasretini… Hele havanın iyiden iyiye karardığı ve yolların karmaşıklaştığı günümüzde, O, bizim için hava oldu; ziya oldu; âb-ı hayat oldu. Vaslına erme ümidini yitirecek hâle gelsek bile, yine O ‘mahbub ve muntazar’ı herkese soracak ve her yerde O’nun türküsünü söyleyeceğiz.
“(Gündüzleri elinde fenerle ADAM arayan meşhur filozof) Diyojen, kendi toplumuna karşı en korkunç kötümserlik içinde, ADAM YOKLUĞUNU ilân ediyordu. Bilmem ki, bizim toplumumuz bu acı gerçeği kabul edecek kadar kendinde midir?
“Evet, aradığımız insan her şeyden evvel bir gönül eridir. Hayatın her lahzasında karşılaştığı muammaları, varlığın her parçasına soran ve her sorusuna sonsuzluktan cevap almaya çalışan yüce âlemlere Dilbeste hakikat eri…
“Hızır arkasına düşüp âb-ı hayat arar gibi, hakikatı arayan ve bulduğu yerde kana kana içip ölümsüzlüğe eren; sonra da içinde oluşturduğu irfan peteğinde imanın ve sevginin dünyasını kuran; dışa doğru semâî, içe doğru lâhûtî, eşya ve tabiat içindeki esrara bir dil, vicdan ve ruha bir tercüman, aklın tasavvurlar dünyasıyla, iradenin teker teker fethettiği cennetlerin fâtihi hakikat eri…
“Hakikata karşı alâkasız kalan lâubâiler, kâinat kitabını okumayan talihsizler, iç dünyalarının derinliklerinden ve iradenin davasından habersiz yaşayan nâdanlar, hiçbir zaman hasretini çekdiğimiz insanın yerini dolduramamışlardır. Ne var ki, sahnedeki boşluklardan istifade ederek, halkın karşısına çıkan sahte oyuncular gibi, insanımızın karşısına, çeşitli devirlerde pek çok oyuncu çıkmış ve onunla eğlenmiştir. Ama hiçbir zaman onun gönlüne taht kuramamış ve onun beklediği insan olma iltifatını görememiştir.
“Onun, gönül vermeye teşne bulunduğu insan, ilmî temaşalarıyla, ma’nâ cevherlerini yakalayan, melekler âlemine yükselip, özüyle bütünleşen; zerre iken güneş, katre ilen derya, parça iken bütün olmasını bilen; şuur ve eşya ikiliğinden kurtulmuş düşünce adamıdır. Okuyup anlayan; irfanla özleşen, imanla yücelme sırrını keşfeden, ruhânî zevkleriyle cennetleri gönlüne indiren düşünce adamı…
“Gönlünü bu yüce mefhumlarla donatmış beklenen insan, Hakk’ın yanında halkla beraberdir. Her davranışında samimiyet, her nağmesinde halka ait bir inilti vardır.
“Onda benliğin hislere tahakkümü; onda muvaffakiyetin gururu, zaferin narası yoktur. O, en çok yüceldiği yerde, en fazla muvaffak olduğu zaman, en asil duygular içindedir.
“Şahsi menfaat ve zümre çıkarları, hiçbir zaman onun ufkunu kirletemez. Kinler, nefretler hiçbir zaman bakışını bulandıramaz. Bu irfan erinin, nazarında, sevmek, affetmek ve sevdiklerinden gelenlere sabretmek en yüce bir idealdir.
“İnsanlığa va’dettikleri saadeti kanla, irinle getirmek isteyenlere gelince, dört kitabın da reddettiği bir yola girmiş çocuk ruhlu sefillerdir.
“Keşke insanımız, bu entelektüel cücelerin aktörlüklerini idrak edebilseydi. Belki o zaman, bu musallatlara karşı ‘savulun!’ diyebilirdi. Ama heyhat! O henüz öyle bir varoluşun hakkını vermekten çok uzak bulunmaktadır.”
Evet, o “SAVULUN!” denilecek günler de gelecek inşaallah!..