Cenab-ı Hak, Kitabında “O halde, öğüt fayda verecekse sen de nasihat et!” (A’lâ Suresi, 87/9) buyuruyor. Bu hususta M. Fethullah Gülen Hocaefendi şu tesbitlerde bulunuyor: “İniş sebebi hesaba katılmadan bu kabil âyetlerden, ‘Nasıl olsa öğüdüm fayda vermiyor!’, ‘Elli defa gittim anlattım, anlamadılar’, ‘Zaten liyâkatları da yok’ ve benzeri gibi yanlış anlamalar söz konusu olabilir; olabilir ve tebliğ ü irşad vazifesinde fütur yaşanabilir. Oysa ki, âyetin ifade ettiği hakikat tam bunun aksinedir. Şöyle ki, bu yet-i Kerime, öncelikle irşad konumunda olana vazifesini talim etmektedir. Evet ‘Eğer öğüt yararlı olacak ise, sen de nasihata devam et.’ Kaldı ki, ‘Gerçek şu ki, kâfir olanları (azab ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir, iman etmezler.’ (2/6) âyetine rağmen, Allah Resulü (S.A.S.) Ebu Cehil, Utbe, Şeybe… gibi kalb ve kafaları küfre kilitlenmiş insanların ayağına kimbilir kaç defa gitmiş ve kaç defa onlara öğüdünü yenilemiştir. Zannediyorum Allah (c.c.) Peygamberine bir o kadar daha imkân ve fırsat verseydi. O onları sık sık yoklamadan geri durmayacaktı.
“Evet, tebliğ ve irşad vazifesinin ruhunda, Allah’ın emri olarak her zaman yapılması gerektiği esası söz konusudur. Kabul edecekler veya etmeyecekler düşüncesi, maksadımızın aksine bazen neticenin menfi şekilde tecellisine bile sebebiyet verebilir. Bakın Allah (c.c.) Peygamberine ne buyuruyor: ‘Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun’ (Mâide Suresi, 5/67) Nebiye sorumluluğu hatırlatılırken yumuşak bir tembih de seziliyor burada. Yani aslında senin vazife ve sorumluluktan kaçmak söz konusu değildir.. evet senin tabiatında böyle bir şey yoktur. Hatta senin fıtratın âdeta TEBLİĞE KİLİTLİDİR, ama yine de hatırlatmak gerekir ki, sen seciyesi yüksek, fıtratı nurani, gayesi sonsuzluk, aşkın bir insansın ve vazife şuurunun gerçek ve sürekli çizgisi de bu iç muhtevaya muvafık olmalıdır.
“Zaten ‘Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; ne var ki, Allah (c.c.) kimi dilerse onu hidayete erdirir.’ (Kasas Suresi, 28/56) âyetinin gözler önüne serdiği gerçeğe göre de onun da bizim de vazifemiz sadece ve sadece TEBLİĞDİR.
“Eğer öğüt fayda verirse’, tevcihinin de bir mahmili vardır; evet bazılarına öğüt fayda vermeyecektir. Öyleyse bu hakikatin baştan bilinmesi lâzımdır ki, öğüte rağmen ortaya çıkan netice karşısında yeise düşmeyelim, vazifemizin haricindeki işlere karışmayalım. ‘Se yezzekkeru men yahşa’ fehvasınca ‘Allah’tan korkan, kalbleri haşyete programlanmış insanlar’ evet işte ancak onlar bundan istifade edebilecektir.
“Evet Efendimiz (S.A.S.) kayıtsız, şartsız, hatırlatma ve ihtar vazifesiyle vazifeli bulunduğunda, ‘Vaaz ve nasihat fayda verirse’ şeklindeki şartlı ifade, bir kayıtlama mülahazasından daha çok sorumluluğu pekiştirme mânasını ifade etmektedir. Şöyle ki, faydalı olmak için şeref nüzul olmuş beliğ ve güçlü bir beyan bilkuvve (potansiyel olarak) mutlaka faydalı olma konumundadır.. onu dinleyenlerin bilffil ondan istifade edip etmemeleri ayrı bir mevzudur. Öyleyse burada kelâmın vaz’edilmesi esprisine dayanarak diyebiliriz ki, bu cümleden anlaşılan: ‘Nasihat et, zira nasihatın faydalı olacağı muhakkaktır.” (Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar)
Bakara Suresinde “İnkara sapanları, ister inzar edip uyar, ister inzar etme, onlar için birdir, farketmez; imana gelmezler.”(2/6) “Sevâ ün aleyhim” Yani onlar için farketmez” denilmiş. “Sevâün aleyke” Yani senin için farketmez” denilmemiş. Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.S.) fark eder. Yani “Sen tebliğ vazifeni yaptıkça, ecrini, ücretini sevabını hep alırsın.” Ama onlar istifade edemezler.. Çünkü işledikleri günahlar yüzünden kalbleri pas tuttu. Tevbe-istiğfar ile temizlenmeyen kalb her günahtan dolayı bir siyah damga ile kirlenir. Sonunda paslanır ve artık mühürlenir. Mühürlenince geri dönüşü olmaz. Senin için fark eder. Bizler kimlerin mühürlenip kimlerin mühürlenmediğini bilmediğimiz için tebliğ için, biz her zaman üzerimize düşeni yapmak mecburiyetindeyiz.