“Hastalık, musibet ne yaman şeydir ve ne tatlıdır! Zira sana, münacâtın, tazarrunun, yakarışın ve duanın lezzetini tattırır.” diyor Bediüzzaman Hazretleri…
İbn-i Sem’un da “Zikirden boş olan her söz boş lâkırtı, tefekkürden nasipsiz her susma bir yanılgı, ibretten hissesiz her bakış da lehviyat demektir.” diyor.
Hayatı boyunca dikkatli ve hassas yaşamış, ihlas, takva, zühd ve verâ ile ömür saniyelerini değerlendirmiş olmasına rağmen Üstad Hazretleri bizlere ders ve ibret olacak şekilde şöyle sızlanıyor:
“Ahiret seferine çıkmış bulunuyorum. Günahlarım öylesine çok ki, bir ömür değil, nice ömürler istiğfara yetmez. Onun için, şu kitabımı vekil bırakıyorum ve benim arkamdan, benim yerime şu feryadla daimî nidâ ederek istiğfar etmesini vasiyet ediyorum: ‘Eyvah! Vâ esefâ, vâ hasreta, vâ nedâmetâ! Ömrümü hayatımı, sıhhatimi, gençliğimi isyanlarla, günahlarla, gelip geçici muzır heveslerle zâyi ettim. Şimdi şu ihtiyarlık ve hastalık günlerimde, günahlar ve elemler elimde kaldı. Bu ağır yükümle, kara yüzümle, hasta kalbimle, fâni dünyadan ebedî ayrılık mahalli olan kabir kapısına yaklaşıyorum.
“Rabbim ‘Sürün ateşe şu riyâkârı!’ buyurduğu zaman, o nasıl bir zillet olur bana! İlahî, Senin rahmetinden başka iltica edecek ve sığınacak bir yerim yok.
“İlahî, âsî kulun gelmiş Sana / Günahını ikrar eder, yakarır dua dua / Merhamet zaten yakışır Senin şanına / Eğer kovarsan, merhamet edecek kimim var Senden başka?.
“Yâ Rab, elemle yanan bu vicdanım pişman günahlarımdan / Utanıyorum kötü söz ve fiillerimle yaptıklarımdan / Feyizler boşalt kalbime kudsi âlemlerden / Böylece silinsin bâtıl hayaller kalbimden.
“Rahmet kapısını, Mevlana Celâleddin’in seslenişiyle çalıyorum: ‘İlahî Allah, Allah derim tekrar ile / Birşeyler söylerim Senin yolunda, kapı önünde / İlahî beni ulaştır Senin yoluna hidayetle / Şaşırdım gerçi, ama giderim yine bir yol üzere.
“İlahî ne vardır Firdevs’e liyakâtım / Ne de nâr-ı Cehenneme takatım / Sen bana tevbe nasib et de bağışla günahım! / Çünkü pek büyük günahları bağışlamaktır zaten Senin Şanın.
Üstad Hazretleri “Zühre” bahsinin On İkinci Notasında da şöyle diyor: “Ey bu notaları dinleyen dostlarım’ Biliniz ki, ben âdeta muhâlif olarak, gizlenmesi lâzım gelen Rabbime karşı kalbimin tazarru, niyaz ve münacatını bazan yazmamın sebebi, ölüm, dilimi susturduğu zamanlarda, dilime bedel kitabımın söylemesinin kabulünü rahmet-i İlâhiyeden rica etmektir. (…) Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Halık-ı Kerîmim! Benim sû-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zâyi olup gitti. O ömür ve gençliğin meyvelerinden elimde kalan, elem verici günahlar, zillet verici elemler, dalâlet verici vesveselerdir. Göre göre gayet süratle, sağa ve sola sapmadan, iradesiz bir tarzda vefat eden ahbabı, akran ve akrabalarım gibi, kabir kapısına yanaşıyorum. O kabir, bu fani dünyadan ebedi bir ayrılık ile ebedî saadet yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır. Bu bağlandığım ve meftun olduğum şu dünya evi de kat’î bir yakîn ile anladım ki, helâk olup gider ve fanidir ölür. Bilmüşâhede, içindeki mevcudat da birbiri arkasından kafile kafile göçüp gider, kaybolur. Bilhassa benim gibi kötülük emreden nefsi taşıyanlara şu dünya çok gaddardır, hilekârdır. Bir lezzet verse, bin elem takar, çektirir. Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.
“Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerîmim! ‘Her gelecek yakındır’ sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki, yakın bir zamanda, ben kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarımla veda eyledim. Kabrime yönelip giderken, Senin rahmet dergâhında, cenazemin lisan-ı hâliyle, ruhumun lisan-ı kâliyle bağırarak derim: ‘El-aman, el-aman! Yâ Hannan! Yâ Mennân! Beni günahlarımın utancından kurtar!’
“İşte kabrimin başına ulaştım, boynuma kefenimi takıp kabirmin başında uzanan cismimin üzerine durdum. Başımı rahmet dergahına kaldırıp bütün kuvvetimle feryad edip nida ediyorum: ‘El-aman, el-aman! Yâ Hannan! Yâ Mennan! Beni günahlarımın ağır yüklerinden kurtar!’
“İşte kabrime girdim, kefenime sarıldım. Uğurlayıcılar beni bırakıp gittiler. Senin af ve rahmetini bekliyorum. Bilmüşahede gördüm ki, Senden başka sığınak yok. Günahlar çirkin yüzünden ve isyanların vahşî şeklinden ve o kabir mekanının darlığından, bütün kuvvetimle nida edip diyorum: ‘El-aman, el-aman! Yâ Rahman! Yâ Hannan! Yâ Mennân! Yâ Deyyan! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlet! İlahî, Senin rahmetin sığınağımdır. Âlemlere rahmet olan Habîbin (S.A.S.), Senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şikayet etmiyorum, belki nefsimi ve halimi sana şikayet ediyorum.
“Ey Hâlık-ı Kerimim ve ey Rabb-i Rahîmim! Senin Said ismindeki mahlûkun ve kulun, hem âsî, hem âciz, hem gâfil, hem câhil, hem alil, hem zelil, hem kötü, hem yaşlı, hem sakî, hem efendisinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedâmet edip Senin dergâhına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine sığınıyor. Hadsiz günah ve hatalarını itiraf ediyor. evham ve türlü türlü illetlerle mübtela olmuş. Sana tazarru ve niyaz eder. Eğer tam rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen, zaten o Senin şânındır; çünkü mehametlilerin en merhametlisisin. Eğer kabul etmezsen, Senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki, dergahına gidilsin. Senden başka Hak Mâbud yoktur ki, ona sığınılsın.”
Üstad Hazretlerinin bu yakarışları bize çok güzel bir numûnedir. Onun için, aynı hale bürünerek, onun söylediği gibi okumaya çalışalım.