Bu mektupta Hâfız Ali Ağabey 29. Mektub’un 3. Kısmının 9. Meselesinden bahsediyor. Bu 9. Meselede şöyle deniliyor: “Ey kardeşler! Madem Cenab- Hak, kemâl-i rahmetiyle bizi Kur’an-ı Hakime hizmetkâr kabul ettiğini gösterir bir tarzda bizi muvaffak ediyor. Biz de merhametine, inayet ve tevfikine dayanıp o nûrânî merkez etrafında kuşatıcı bir daire olmaya çalışmalıyız. (...) Evvelâ, her birimiz, evlâdı varsa, en az bir evladına, yoksa kabiliyetli başka bir çocuğa Kur’an’ı öğretmeliyiz. Kendi öğretmese de öğretmek için himâye ve teşvik vâsıtasıyla birisini yetiştirmeli. İkinci olarak: Kardeşlerimizde Arapça yazısı varsa çok güzel olmak şart değil, tayin ettiğimiz tarzda bir-iki cüz yazmaya gayret etmek. Arapça yazısı olmayanlar, onlara yani, o yazanlara ciddi yardım etmek lâzım gelir. Üçüncü olarak: Bize fikirleriyle, kalemleriyle yardım etsinler. Buldukları Kur’anî meziyetleri bize bildirsinler. Çünkü umum kardeşler nâmına bu mühim mesele ortaya konuluyor. Bir-iki şahsın haddi değil, bunu çevirebilsin.”
Hâfız Ali Ağabeyimiz Üstad’a diyor ki: “Ey Muhterem Üstadım, 29. mektubun 3. Kısmının 9. Meselesinde emir buyurulan Kur’an hizmetinden hissesine iki erkek ve bir kız çocuğu da düşmüş imiş... Aynı emri alıp gelirken düşünüyordum; acaba, akraba taallukatımda çocuklar var, hangisini seçeyim? Benim bu düşünceme mânen denilmiş ki, ‘Ha Ali! Kendi başına buyruk değilsin. Onu seçmek başka kapıya aittir.’ Üç gün sonra Yaşar ve Necati isminde iki çocuk, bana hem refik, hem ders arkadaşı geldi ve bir derece onlara kalfa olarak tayin edildim. Çocuklar harfleri tam bilmedikleri için bazan yazı ile, bazan kitaptan gösteriyorum. Bir ay sonra Kur’an okumaya başladılar.”
“Mübarek Üstadım, bu hususu çok düşünüyordum ki; lâakal bir-iki senede Kur'ân okumağa liyâkat kesbedilirken, me'mûlun hilâfında meydana gelen emr-i azîm kimseye verilmez, ancak ve ancak i'câz-ı Kur'ân'ın o büyük denizinin reşhasıdır ve iki cihan fahri, Nebiyy-i Âhirzaman Peygamberimiz Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü Vesselâmın himmet-i mâneviyeleriyle o i'câzın izhar ve intişarına me'mur edilen üstadımın duası gibi, çok büyük kuvvetlerle hâsıl olduğuna, ben değil bu hâle şâhid, karyemizin ekserisi îman edip, tasdik ediyorlar. Bütün köy ehl-i îmanı nâmına, bu emr-i hayra vesile olan üstadımıza, -lâ-yuad ve lâ-yuhsâ- teşekkürlerle "Cenâb-ı Hak sizlerden ebeden razı olsun" duasını âciz lisanımla daima söylüyorum.
“Üstadım, bir şey daha var ki, emr-i üstadânelerine intizardayım. O da şudur: Cenâb-ı Hak ihsan ederse, dairenizin şâkirdini Hafız Yaşar bu kışta bahara sebep olup, mütenevvi çiçekleri açmasına Nisan yağmuru misillû, vücudunuz o çiçekler arasında, bir gül-ü Muhammedî (A.S.M.) yetiştirmekte inşâallah vesile olacağınıza şübhe yoktur. Mübarek dairenin mübarek talebesine, mübarek Cum'a gecesinde hatminin duasiyle, hıfzının ibtida duasını ve fakir-i pür-kusurun afv duasını, bütün hâsse ve duygularımla, hürmetle el ve eteklerinizden öper ve kusurlarımın afvını niyaz ederim, efendim Hazretleri.
Mutlaka başta kendi çocuklarımıza ve başka çocuklara Kur’an öğretmeliyiz. Ama Kur’an’ın mânâsını ve ruhunu da seviyelerine göre anlatmak mecburiyetindeyiz. Tabii bunun fem-i Muhsin denilen Kur’an’ı düzgün ve güzel okuyanların öğretmesi gerekir…