1939’daki Erzincan Zelzelesi münasebetiyle bir soruya cevap verilirken, dipnot olarak Hâşiye kısmında “Rus gibi olanlar, hükmü neshedilip kaldırılmış hatta tahrif edilmiş bir dini terkettiler. Ama onların bu yaptığı, hak ve ebedî, hükmünün neshedilip kaldırılması mümkün olmayan İslâm dinine ihanet etmek derecesinde Gayretullah’a dokunmadığından, zemin şimdilik onları bırakıp bunlara hiddet ediyor.” deniliyor. Yani birinci derecede muhatap bizleriz. Onun için bizim meseleyi onun bunun üstüne atmadan kendimize bakan yönüne dikkat etmeliyiz. Yani ben demeliyim ki:
- Hakikat-ı İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas velâyet, esas takva, esas azimet ve sünnet-i seniyyenin esasları gibi ince fakat ehemmiyetli olan esasları muhafaza etmek vazifesinde nasıl bir inkişaf gösterebildim?
- Ulu dergahta, bilhassa namaz vakitlerinde, bir insan olarak Cenab-ı Hakk’ın sır, hafî, ahfâ gibi ince duygularla donatmasına rağmen onları geliştirerek, onlarla süslenerek Cenab-ı Hakk’a gereği gibi bir ubudiyette bulunabildim?
- Hiçbir enginlik ve derinlik kazanmadan şu sığ gidişimle, Cenab-ı Hakk’ın bana lütfettiği zaman ve imkânların acaba hesabını verebilir miyim? Bu durumda âlâ-yı illiyyine doğru terakki mümkün mü?
- Ancak ciddî bir ibadet şuuru ile gelişen, zühd, vera ve takva gibi hasletlerle beslenen lâtîfeler, hata, kusur ve günahlarla sönüp giderken ben neler yapıyor, ne tedbirler alıyorum?
- Kaç defa, dergâh-ı İlâhîde, kendi kusurumu, acz ve fakrımı görerek Huzur-u İlahîde secdeye gidebildim?
- Şunun bunun muhasebesini tutmaktan vazgeçip kendi perişan haline bakmak zamanı gelmedi mi?
- İki günü birbirine eşit olan aldandığına göre, şu yaşıma geldiğim halde ne gibi bir gelişme kaydedebildim?
- Acaba şeytan ve gaflet kalbinin kaç yerinde tesirli bir şekilde faaliyet merkezi tesis etmiş haberin var mı?
- Mânevî bir kontrolden, bir testten geçebilme imkânın var mı?
- Neyin peşindesin, eğer denilse, peki ben neyin peşindeyim?
- Amellerimi ihlaslı yerine getirebiliyor muyum?
- Ben ibadetlerimde titiz ve dikkatli miyim?
- Şu halime gelişme mi, gerileme mi denilir?
- Tevhidde derinleşebiliyor muyum?
Evet zelzele bir açıdan çok önemli İlahî bir ikaz!.. Herkes az veya çok nasibini, ders ve ibretini alıyor. Peki senin kendinin aldığına dair bir kımıldanma hissedemiyorsan ne diye hâlâ başkalarının hata ve kusurlarıyla uğraşıyorsun?
Tabii bir de meselenin musibetzedelere bakan ciheti var!.. Acaba onlar için yapmamamız gereken vazifelerin ne kadarını yerine getirebildik. Bir de bu açıdan vicdanımızı sorgulamamız gerekmez mi? Önce kendimize bakalım… Cenab-ı Hak, bizim hesabımızı bizden soracak; başkalarından değil ya.
Dünyada 68 Nesli diye yaşanmış bir gerçek var… Bu fırtınanın serpintileri Türkiye’de eserken, gerek bizim öğrenciliğimiz yıllarında gerekse ondan sonra devam eden dönemlerde durmadan gençliğin kalblerine ve kafalarına şüphe ve tereddütler ekildi. Maalesef inkâr zakkumları yetiştirildi. Arkasından da anarşi ve terör, eğitim yuvalarımızın ve bütün ülkemizin kâbusu haline geldi. O zamanlar bilhassa Albert Camus gibi inkârcı yazarlara okuma okutma moda haline getirildi. Bilhassa Vebâ romanını okuyan gençlerle karşılaşıyorduk. Böyle zehirlerin panzehiri o zaman Risale-i Nurlar ve bilhassa M. Fethullah Gülen Hocaefendinin Bornova’daki cuma vaazları ve hemen akşamdan sonraki iki-üç saat süren bu hususlarla ilgili soru-cevapları idi. Daha sonra bunlar kitaplaştı…
Üstad Bediüzzaman Hazretleri 1939 Erzincan Depremi münasebetiyle ilgili olarak yazdığı On Dördüncü Zeyil’de Altıncı Suâl’in tetimmesi ve hâşiyesinde diyor ki: “Ehl-i dalâlet ve ehl-i ilhad, mesleklerini muhafaza ve ehl-i imanın uyanmalarına mukabele etmek ve engellemek için, o derece garip bir inat ve kaypaklık ve acip bir ahmaklık gösteriyorlar ki, insanı insaniyetten perişan eder. Mesela bu son zamanda, insanların bir derece umumiyet şeklini alan zulüm ki ve karanlık isyanından, Cenab-ı Hak, insanları uyandırmak ve dehşetli azgınlık ve tuğyanından vazgeçirmek ve tanımak istemedikleri saltanat ve Rubûbiyetini tanıttırmak için, emsalsiz, kesilmeyen bir su, hava ve elektrikten zelzeleyi, fırtınayı ve İkinci Dünya Harbi gibi umumî ve dehşetli âfetleri, insanların yüzlerine çarparak onunla hikmetini, kudretini, adâletini, kayyûmiyetini, iradesini ve hâkimiyetini apaçık surete gösterdiği halde, insan suretinde bir takım ahmak şeytanlar, ‘Tabiattır, bir madenin patlamasıdır, tesadüfîdir. Güneşin harareti elektrikle çarpmasıdır ki, Amerika’da beş saat bütün makineleri durdurmuş, Kastamonu vilayetinin havasında semayı kızartmış, yangın suretini vermiş’ diye mânasız hezeyanlar ediyorlar. Dalâletten gelen hadsiz bir cehâlet, dinsizlikten neş’et eden çirkin bir inat ve kaypaklık sebebiyle bilmiyorlar ki, sebepler yalnız bir bahanedir, bir perdedirler.”
Esas icraat Cenab-ı Hakk’a aittir. Evet imtihan ve sebepler dünyasında yaşıyoruz. Esbabı da yaratan Cenab-ı Hak. Onlarla ilgili yapılması gerekenleri asla ihmal etmeyelim ama iman ve itikadımıza da sadakat gösterelim.