“Bizim tarihin derinliklerinden yapılanıp gelen İÇTİMAÎ SİSTEMİMİZ, tıpkı, arının çiçek özlerini alıp, petekte en güzel hendesî şekillerle şekillendirip ortaya koyduğu gibi, bütün yeryüzü sistemlerinin güzelliklerini özünde toplamış bir hârikalar galerisidir.” diyen Muhammed Fethullah Gülen Hocaefendi, inancımızdan ve tarihî gelenek, görenek ve kültürümüzden yoğrulup gelen toplum yapımız ile ilgili olarak da şunları söylüyor: “Bizim toplum yapımız, ‘İşte tâlih!..’ deyip övüneceğimiz, başkalarının da imreneceği seviyeler üstü ve hiçbir içtimaî sistemin bugüne kadar arayıp da bulamadığı, bulsa da ulaşamadığı bir güzellik meşheriydi. Kendi ruhundaki dinamiklerden güç alan, kendi öz kaynaklarından beslenen… Vesâyâ bilmeyen (vesayet altına girmeyen), kimseye ve hiçbir şeye tâbî olmayan; kendi olarak asırlar ve asırlarca ayakta durmasını başaran bu muhteşem ictimaî meşher bu göz kamaştıran sistem, bütün bir hasım dünya ile hesaplaşa hesaplaşa, çağlar boyu mevcudiyetini devam ettirmesi âdeta bir harikadır. Kimbilir liyakatlı temsilcilerini bulsaydı, belki daha asırlarca yaşayabilirdi…
“Bugünün insanlarının ızdırap ve buhranlarına büyük ölçüde esas teşkil eden, dengesiz ferdî mülkiyet ve nasıl olursa olsun kazanma hakkı ile; İnsanlarda çalışma şevkini artırma yerine, başkalarının kazancını yağmalama iştihaları kabartma gibi birbirine zıt sistemler arasındaki çatışmaları yok edip cihanşümul bir âhenk kurmak, ancak bu sistem ve onu temsil eden kudsîlerle mümkün olabilmiştir. Kendi nefsine ait hayırların idrâkinde olmasına rağmen, kendi hayır ve menfaatlerini aşarak, kendini, mensup olduğu millete adayabilmiş ve mezara girinceye kadar da; ahd ü peymanına sadık kalmaya azmetmiş kudsîlerle…
“Ruh dünyasında, derinliklerden derin, maddesinde fevkalâde zinde, dâva ve gâyesine ibadet hassasiyeti içinde bağlı; karşısına çıkacak bütün yanlışlıkları göğüslemeye hazır ve bütün doğruları yerli yerine oturtarak, her doğruyu kendine has çizgisinde tutmaya azimli, muâşeret şekillerinin en üstünüyle taçlı… Haya, hicap, iffet, ahlak, safvet ve samimiyette alabildiğine ölçülü… İç dünyası itibarıyla sönme bilmeyen bir vecd ve aşka açık; feyzini daima tek ve mutlak kaynak sayılan ‘altın çağ’ insanı dediğimiz, saadet asrının Kur’an Cemaatinden (Kur’an’ın canlı tefsirleri Sahabe Efendilerimizden) alan… İlimde, dinde, sanatta, fikirde, siyasette, ticarette, askerlikte, idarede ve daha bir sürü sahada eser görüş ve düşünce sahibi bu kudsiler, bizim toplumumuzun mânâ mimarları, aydınlık rehberleri, ruhanî timleriyle ve her zaman bunların binlercesiyle karşılaşmak da âdiyattan sayılırdı.
“Bu mübarek dünyada idareci kadro, nefis murakabesi dava düşüncesi ve fikir çilesiyle pişe pişe olgunlaşmış ve tıpkı, sütün kaymağı gibi kaynaya kaynaya tabiî ve fıtrî yollarla zirvelerdeki yerini almış… Herşeyi ve herşeyi aşmaya azimli, hak ve hakikat adına hareket etmeye kararlı; birbirinin murâkıbı ve yönlendiricisi… Bütün kıymet unsurları içice tam bir mükemmeliyet, asalet ve şahsiyet aksettiren; alabildiğine muhteşem, mehîb (heybetli), mevzun (ölçülü, âhenkli) bir ehram (piramit) gibiydi. Her tarafta görülen yüzler ve gözler, soylu bir millete ait çizgileriyle imrendirici ve pırıl pırıldı…
“O günkü nesiller, bu temiz çehre ve temiz bakışların uyardığı hatıralarda yüzerken, lezzetten lezzete konar-kalkar; sınırsız bir aydınlık, sınırsız bir haz içinde varolmanın hâsıl ettiği hislerle iki büklüm olurlardı.”
Çağımızda onların izdüşümleri olan ihlaslı Hizmet erleri, kendilerini Hizmet-i İmâniye ve Kur’aniyenin ırgatları bilen adanmış ruhların yaşadıkları hayat da belgesellere, filmlere ve dizilere sığmaz. Yaşanmış ama henüz bütün detaylarıyla yazılamamış hayatları gerçekten insanî güzelliklerle dolu… Azıcık kurcalandığında ortaya çıkacak bu güzellikler M. Fethullah Gülen Hocaefendinin “Nerdesin?” yazısındaki misalleriyle at başı…
“Hani bir keresinde, Dostun’un (S.A.S.) ayağına saplanan bir dikenle, senin hayatını bir terazide tartmak istemişlerdi de, sen çılgına dönmüştün. Bin ruhun olsa, O’nun zülfünün tek teline feda etmemeyi vefasızlık sayıyor ve isyan ediyordun! Nerdesin HUBEYB!..
“Ve yine bir defasında, senin kolunu, kanadını kırmış ve budanan bir ağaç gibi yere sermişlerdi. Kala kala omuzların üzerinde kan kırmızı bir başın kalmıştı. Sen Cennet hurilerinin divan duracakları bu yüce başı saklamak istiyordun. Ve hatırlarsan şöyle diyordun: ‘Bu baş bu omuzlarda olduğu müddetçe, ona gelip çarpan şeyleri göğüslemezsem vefasızlık yapmış olurum.’ Nerdesin MUS’AB!..
“Hatırlarsan bir başka zaman, orduları arkana takmış ve çok uzaklara açılmıştın. Kabına sığmıyordun. Ateştin. Tufandın. Bir baştan bir başa yeryüzünü bir hamlede teslim almak ve Yüce Zimamdarına (S.A.S.) bağlamak istiyordun. Leventlerinle bir solukta ateşgedelerin ülkesine (İran’a) ulaştın ve içlerine öyle bir vâveyla saldın ki, art arda Kisra’nın beldeleri târumar oluyor ve toprağa gömülüyordu. Sonra tuttun topuzunu Bizans’ın başına indirdin. Asırlarca sonra gelecek olan, genç Türk serdarına öncülük yaptın ve İstanbul’a giden yolu açtın. Hızır mıydın, İlyas mıydın? Geçtiğin yerlerde güller bitiyor, ayağını attığın harabeler, yerlerini umranlara terkediyordu. Dost düşman kılıcının gökden indiğine inanıyor, orduların seni insanlığın te’dibiyle vazifeli bir melek sanıyordu. (Tam bu sırada)… Sarığın boynunda ve bir mücrim hüviyetinde, o Yüce Ağızdan (Hz. Ömer’den): ‘Halk elde edilen zaferleri senin şahsında buluyor, halbuki…’ sözlerini dinlerken, ona hak veriyor ve hakkında kesilip biçilen kararlara inkıyadını belirtiyordun. Sonra tuttun, elinin altında bulunan birinin emrine girerek, yüce ideâlin uğrunda yoluna devam ettin. Söyle Allah aşkına! Bütün bunlara nasıl katlandın? Senin izzet-i nefsin ve onurun yok muydu? Soluklarına susadığım, yiğidim, HALİD nerdesin!..”
Evet hepimize ve bütün insanlığa örnek yiğitler bunlar!..