M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki: Bazıları, bilimin İslamileştirilmesi gerektiğini savunuyorlar. Bu mümkün değildir. Çünkü bugünkü bilim materyalizm anlayışı üzerine oturuyor. Nasıl İslamileşecek. Ama bilimin fethi mümkündür. Siz onu kendi topraklarınıza yani kendi alanınıza alır, yeniden tevhid üzerine yoğurursunuz ve yepyeni bir güzellik ve estetik kazandırırsınız. Onun için inkâr ve şirk üzerine oturtulmuş günümüz bilimin İslamileştireceğiz diye uğraşmaya gerek yok. Yamalı bohça gibi bir şey karşımıza çıkar.
“Ayrıca dini ilme vize ettirme gibi yanlış bir gayrete de gerek yok. Sonsuz ilmi ile kâinatı yaratıp bir kitap gibi gözler önüne seren Cenab-ı Hakk’ın kâinat kitabının ilimden vize alması diye bir şey olamaz. Allah’ın Kitabı Kur’an-ı Hâkim, bu kâinat kitabını okuyor hiç ilmî gerçeklere ters ve onlarla ihtilaflı, çatışan ve çarpışan bir şeyi olabilir mi?”
Gücümüzü aşan bir iş ile karşılaşırsak yapamam deyip ümitsizliğe kapılmamak bilâkis Allah’a güvenip dayanarak ümitle başarmaya gayret etmeliyiz. Mesela, yaban arısı üzerinde düşünecek olursak, onun vücuduna göre kanatları küçük kalıyor. Normalde uçamaması lâzım. Ama yaban arısı bu durumu hiç düşünmeden kanat çırparak uçar gider. Uçamayacağını zannetseydi kanat çırpmaya gayret etmez yerde sürünür kalırdı. Hizmet erleri, himmet ve gayretlerini Allah’a güvenip dayanarak ortaya koymalı ve işlerine ve hizmetlerine koyulmalıdırlar.
* * *
Diplomat bir ailenin kızı Amerika’da okurken İslamiyet’le ilgili olarak ailesinden bir Kur’an meâli istiyor. “Âlimlerin Rabbi” ifadesi dikkatini çekiyor. Cenab-ı Hakk’ın âlemler içinde âlemler yaratmasını düşünüyor. Mikro biyoloji üzerine laboratuvarda incelemeler yapıyor. Kâinat bir bütün ama yedi kat sema var… Dünya semasında binlerce samanyolu var. Her bir samanyolunda pek çok gezegen var. Gezegenlerin Ay gibi peykleri var. Mesela Arz gezegeninde her biri bir âlem olan canlılar var. Her bir canın birer âlem olan organları var. Her bir organda dokular var. Dokular içinde hücreler var. Her bir hücre bir âlemi ve milyon proteinden meydana geliyor. Proteinler amino asitlerden onlar elementlerden meydana geliyor. Her bir atom elementi de bir âlem… Gittikçe, gidiyor. Bu kızcağız hayret içinde kalıyor. Sonra umreye geliyor! Bunları bize umre rehberleri anlattı…
* * *
Merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin hocamızla randevu alıp görüşmek için uzun zaman uğraştık. Çünkü bu çalışkan ve güzide insanın boş zamanı yok. Yaptığı çalışmaları görünce hayran olduk. Müslümanların yüz akı olacak hizmetler ortaya koymuş. Aklımıza gelen ilk iş bir vakıf kurarak bu çalışmaları bilim tarihi açısından dünyaya duyurmak. Bununla iki şey hedefliyorduk. Birincisi, bilim tarihinde yanlış bilinenleri düzeltmek. Yani bir şeyi Müslümanlar keşfetmiş. Sonradan gelen bazıları biz bulduk diye üzerlerine geçirmişler. Sonra da Müslümanların ilme hiçbir hizmetleri olmamıştır diye dünyaya ilan etmişler. İkincisi, Müslümanların bizden adam olmaz, zaten hiçbir şey yapmamışız diye ümitsizliğe hatta aşağılık kompleksine kapılmamalarını önlemek…
Müslümanların ilme kazandırdıklarını ortaya koyarak, yeni gayret ve buluşlara imkân hazırlamak için aynen Frankfurt’ta hayata geçirilen, su ile çalışan otomatik makinaların benzerlerini İstanbul’da sergilemek üzere bir gayretimiz oldu ve bu Kültür A.Ş.’nin çalışmaları ve Fuat Hocanın izniyle gerçekleşti. Ama biz o imkânlarımızın kısıtlığı yüzünden maalesef, o vakfı kuramadık. Allah rahmet eylesin Fuat Hocamızın vefatı ile kaldı. Ama bir gün imkânlar bollaşır ise, bu vakfı kurmaya ve o tanıtımı yapmaya inşallah muvaffak oluruz.
Fuat Hocamızla son görüşmelerimizde Allah’tan on sene daha ömür istiyordu. Çünkü Müslüman âlimlerin psikoloji ve edebiyata verdikleri değerli çalışmalar üzerinde derin bir çalışma yapmayı istiyordu.
Güney Afrika’yı önce Hollandalılar işgal ettiler. Onlar daha önce işgal ettikleri Endonezya’dan bütün Müslüman âlimleri Güney Afrika’nın Cape Town eyaletine sürmüşlerdi. Ellerinde Kur’an-ı Kerim dahil hiçbir kitap yoktu. Orada türbesi olan bir âlim Kur’an’ı ezberinden yazmıştı. Fıkıh vs. kitaplar olmayınca İslami bilgiler, hep dilden anlatılıyordu. İngilizler, G. Afrika’yı Hollandalılardan aldıklarında oradaki Müslümanlar arasında ihtilaflar çıkmıştı. Millet birbirini yemeye başlamıştı. İlk etapta bu İngilizlerin hoşuna gitmişti. İşin boyutu artınca Osmanlı Padişahı Abdülaziz’den işleri düzeltecek bir âlim istediler. O da Ebu Bekir Efendi’yi gönderdi. O da, yedi ayda orada konuşulan dili öğrendi ve İslamî ilimlerin kitaplarını da o dilde yazdı. Okullar açtı. Müslümanlara, orada Müslüman olmuş İngiliz kadınlarla evlenmelerini söyledi. Kendisi de meşhur Kaptan Cook’un yeğeni olan tahsil sahibi yeğeni bir hanımefendi ile evlendi. O hanımefendinin müdürlük yaptığı bir kız koleji açtı… Osmanlıdan ayrılan tahsisatı zaten geliyordu. Ama II. Abdülhamid Padişah olunca ona iki kat tahsisat gönderdi. Ama Abdülhamid’den sonra bu tahsisat gönderilmedi. Orada battaniye üretimi yapan Levent Bey, Ebu Bekir Efendi’nin torunu İnci Hanımefendi ile evlendi…
Yukarıda ifade edildiği gibi, Cava’dan yani Endonezya’dan Malay Müslümanlarını G. Afrika’ya köle olarak getirmişler. Onların çocukları şimdi orada İslamiyet’i temsil ediyorlar. 2008’in az öncesinde Cope Town’ın Eyalet Başkanı İbrahim Resul de, onlardan biri… Babasına Türk diyorlar. Tipi, şekli de bize benziyor. Ebu Bekir Efendi zamanında iyi bir medrese sistemi kurmuş. Fen dersleri de okutuluyormuş. Ebu Bekri Efendi aslen Şâfii idi ama Osmanlı resmen Hanefi Mezhebi üzere olduğu için o Halifeliğe göre fetvalar Hanefeliğe göre fetvalar, veriyordu. Hem de bir Hanefi kadısı olarak.
Ebu Bekir Efendi’nin ilk evi bugün bir Müze… O mübarek âlimin yerli dile çevirip yazdığı kitaplar da orada sergileniyor…