İnkâr ve küfrün donduruculuğuna ve başımıza gelen bu sürecin travmalarına karşı Risale-i Nurlar’ın ve Pırlanta Serisi’nin seralarına sığınmamız icap ediyor. “Şunu bil ki, İman İksiri kalbe girdiği zaman insanı ebediyete ve Cennete lâyık bir cevher haline getirir. Küfür ile de boş ve fâni bir çömleğe döner. Zira iman fani kabuğun altında hoş ve sağlam bir öz bulur, sönüp gidecek su kabarcıklarının yerinde parlak elmaslar görür. Küfür ise kabuğu, öz olarak görür ve ona saplanıp kalır. Böylece insanın derecesi, elmastan âdi bir cam parçasına, hatta cansız câmit şeylere, hatta kabarcıklara iner. Ben bunu böyle gördüm.” (Mesnevi-i Nuriye)
Maalesef dinsiz, materyalist ve natüralist inkârcıların geliştirip tahrip gücünü artırıp çoğalttıkları düşünce silahları insanlık bilhassa gençlik için çok büyük bir tehlike ve ölümcül bir krizi tetikliyor… Sıradan bir kriz değil; Kalp krizi… Onun için bütün bu tehlikelerin üstesinden gelecek, bir çareye, onları sıfırlayacak bir silaha ihtiyaç var. O da Tahkikî îman… Başta Tabiat Risalesi, Yirmi İkinci Söz, Otuz İkinci Söz, Otuz Üçüncü Söz ve Âyetü’l-Kübra Risaleleri başta olarak bütün Risale-i Nur Külliyatı ve Pırlanta Serisi’nin tamamı bu meselede başucu kitapları olmalıdır.
Başta komünist ülkeler olarak yarı Avrupa’nın ve hatta Türkiye’nin maruz kaldığı inkârcı rejimlerin himayesinde bir yoktan boy atıp gelişen dinsizlik ve bilhassa fen ve bilim kılıklı evrimcilik ortalığı yangın yerine çevirdi. Sibirya soğuklarından daha dondurucu ateizm, tarihi maddecilik kalpleri dondurup mânen öldürdü… İşte bunlara karşı müthiş bir dirence, Kuzey Kutbu’nun buz dağlarını eritecek güce sahip tahkiki imanın menbaları ortaya çıkınca bütün buzları eritip yok etmeye başladı.
* * *
“Yedi semâ ve arz ile bunlarda olan kimler varsa, O’nu tesbih (noksan ve kusurlardan tenzih) ederler. Hiçbir şey yoktur ki, O’nu hamd ile tesbih etmesin.’ (İsra Suresi, 17/44) âyetinin azametli genişliği tefsir gerektiriyor. Ben de bu âyete teveccüh ettiğimde, onu tefsir eden ve bir merdiven halinde basamak basamak onun mânâsına yükselen bazı kelimeler, damlalar suretinde kalbime süzüldü. Eğer bu âyetin ummanından sağılan, onun azametinin semavatından inerek onu açıklayan şu damlaları yudumlamak istersen gelecek olan münacâtı açık bir kalple dinle ve benimle beraber oku.
“Sen her kusurdan münezzehsin. Biz insan toplulukları, Senin, Marifetullah hakkını edâ edemedik. Zira sen öyle bir Marûfsun ki, yarattığın bütün sanat eserlerinin mucizeleri bütün mahlukatın vasıfları, Seni anlatıyor.
“Biz Seni hakkıyla zikredemedik. Zira Sen öyle bir Mekûrsun ki, bütün mahlukatının lisanlarıyla, kainat kitabının bütün kelimeleriyle daima zikrediliyorsun.
“Biz Senin şükür hakkını edâ edemedik. Zira Sen öyle bir Meşkûrsun ki, basiret sahiplerinin gözleri önündeki bütün ihsanlarının senâ ve övgüleri, kainat çarşısında herkesin önüne serilmiş bütün nimetlerinin ilanları, rahmetinin nizam ve mizan kalıplarına boşalttığı bütün semerelerin manzum kasideleri Senin şükrünü okuyor. (…)
“Sen her kusurdan münezzeh öyle bir Celal Sahibi Zat’sın ki, çiçeklerinin nurlanması yavrularının (meyvelerinin) tebessümü, tomurcuklarının inkişafı, habbelerinin kabuk bağlanması hengâmında, çiçeklerin ve sümbüllerin ağızlarıyla, manzum tohumlarının, ölçülü ve biçimli çekirdeklerinin kelimeleriyle, hassas mizanlarının ve ince nizamlarının lisanı ile bütün nebatlar, apaçık bir beyanla Seni tespih ediyorlar.
“Hem öyle de onlar, çiçeklerinin gözlerinden ve sümbüllerinin dişlerinden damlayan, Senin yarattıklarına karşı sevginin ve Kendini tanıttırmanın tecellilerinin sızıntılarıyla seni övüyorlar.
“Sen her kusurdan münezzeh öyle bir Celâl Sahibi Zât’sın ki, ağaçlar, tomurcuklarının açılması, yapraklarının çoğalması, meyvelerin olgunlaşması, dallarının ellerinde yavrularının oynaşması hengâmında yeşil yapraklarının, tebessüm eden çiçeklerinin, gülen meyvelerinin ağızlarıyla, nizamlarının mizanlarının, leziz tatlarının, güzel renklerinin, lâtif kokularının, gayet güzel işlenmiş nakışlarının, sevimli ziynetlerinin lisanlarıyla sarih bir şekilde Seni tespih ediyorlar.
“Hem öyle de, onlar meyvelerinin dudaklarından süzülen Senin mahlukatına karşı sevginin tezâhürü tecelli parıltılarının damlalarıyla, Seni övüyor, derin şefkatini nidâ nida ilan ediyor, sıfatlarının tecellilerini vasfediyor, güzel İsimlerinin cilvelerini tarif ediyor, hârika sanat eserlerinin üzerlerindeki tedbir ve iradeni tefsir ediyorlar.
“Sen her kusurdan münezzehsin, çetin bir kuvvet ve insanlar için faydalarıyla demiri indiren Zât-ı Zülcelal! Madenler bütün çeşitleriyle, bütün cinsleriyle, şekilleriyle, hususiyet ve özellikleriyle, faydalarıyla nakışlarıyla ve tezyinatlarıyla, sağlam nizamlarının ve özel mizanlarının lisanıyla daima Seni tespih ediyorlar.
“Sen her kusurdan münezzeh öyle bir Zât-ı Zülcelalsin ki, unsurlar, elementler Senin emrin ve hikmetli sanatınla ölçülü bir şekilde terkip olunmalarıyla daima Seni tespih ediyorlar.
“Zerreler vazifelerinin ağızcıklarıyla, nizam ve mizanlarının ve –pek büyük vazifeleri senin havl ve kuvvetinle yüklenmekle beraber – kendilerindeki mutlak âcizliklerinin dilleriyle daima Seni tespih ediyorlar. Evet her bir zerre, kainat nizamının inceliklerine dair, güç yetiremeyeceği o pek acîb ve yüksek vazifeleri yüklenmek hususundaki âcizliğinin lisanı ile Senin varlığının zarurî olduğuna şahitlik ediyor. Öyle ki, o zerrelerden her biri, sanki koca hurma ağacını yüklenmiş çelimsiz bir arı gibidir.
Hem her bir şey de Senin nice şahitlerin vardır ki, Senin Vâcib, Vâhid, Ehad ve Samed olduğunu bildirirler; şânının yüceliğini, Senden başka ilah bulunmadığını, Senin Bir olduğunu ve ortağının bulunmadığını ilan ederler.” (Mesnevi-i Nuriye)
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bu münâcâtının bir âyetin tefsiri olarak derinliklerine müzakerelerle inmeye gayret ederiz inşaallah.