Yirmi Dördüncü Söz’ün Dördüncü Dalında anlatılan bu kainat sarayının ikinci nevi ameleleri hayvanlardır. Bediüzzaman Hazretleri onlarla ilgili şunları söylüyor: “Hayvanatın, iştiha sâhibi bir nefsî ve cüz’î bir iradeleri olduğundan, amelleri, sırf Allah için olmuyor. Bir derece nefislerine de bir hisse çıkarıyorlar. Onun için mülkün Sahibi Cenab-ı Hak kerim olduğundan onların nefislerine bir hisse vermek için amellerinin içinde onlara bir maaş ihsan ediyor. Mesela: Meşhur BÜLBÜL kuşu, gülün aşkıyla mâruf o hayvancığı, Yaradan istihdam ediyor. Beş gaye için onu kullanıyor:
“Birincisi: Hayvanat kabileleri namına, nebâtât taifelerine karşı olan şiddetli münasebeti ilâna memurdur.
“İkincisi: Rahman olan Cenab-ı Hakkın rızka muhtaç misafirleri hükmünde olan hayvanat tarafından Rabbânî bir hatîbtir ki, rızıkları veren Kerim Zât tarafından gönderilen hediyeleri alkışlamakla, sevinç ve sürur ilân etmekle vazifelidir.
“Üçüncüsü: Hemcinsinden olan canlılara imdat için gönderilen nebâtâta karşı güzel karşılama işini, herkes başında izhar etmektir.
“Dördüncüsü: Hayvanat nev’inin nebâtâta karşı aşk derecesine ulaşan şiddetli ihtiyaçlarını, nebâtâtın güzel yüzlerine karşı mübarek başları üstünde beyan etmektir.
“Beşincisi: Mülkün Mâliki Celâl, Cemâl ve ikrâmın Sâhibi Cenab-ı Hakkın merhametinin huzuruna EN LÂTİF BİR TESBÎHİ, EN LÂTİF BİR ŞEVK İÇİNDE, GÜL GİBİ EN LÂTİF BİR YÜZDE TAKDİM etmektir.
“İşte bu beş gayeler gibi başka mânâlar da vardır. Şu mânâlar ve şu gayeler, bülbülün ‘Hak Sübhânehû ve Taâlanın hesabına ettiği amelin gayesidir. Bülbül kendi diliyle konuşur. Biz şu mânâları onun hazin sözlerinden anlıyoruz, melâike ve ruhâniyâtın anladıkları gibi kendisi kendi nağmelerinin mânâsını tamamen bilmese de anlamamıza zarar vermez. ‘Dinleyen söyleyenden daha iyi anlar.’ Meşhurdur. Hem bülbül, şu gayeleri tafsilatıyla bilmemesinden olmamasına delâlet etmiyor. En azından sana vakitlerini bildirir. Kendisi Bilmiyor ne yapıyor. Bilmemesi senin bilmene zarar vermez. Ama o, bülbülün cüz’î maaşı ise, o tebessüm eden ve gülen güzel gül çiçeklerinin müşâhedesi ile aldığı zevk ve onlarla muhavere ve konuşmak ve dertlerini dökmekle aldığı lezzettir. Demek onun hazin nağmeleri, hayvani elemlerden gelen şikayetler değil, Rahmanî atâya ve armağanlardan gelen teşekkürlerdir.
“Bülbüle, arıyı, erkek hayvanları, örümceği, karıncayı ve küçük hayvanların bülbüllerini kıyas et. Her birinin âmellerinin bülbül gibi çok gayeleri var. Onlar içinde birer cüz’î maaş hükmünde birer özel zevk, hizmetlerinin içinde yerleştirilmiştir. O zevk ile, Rabbânî sanatındaki mühim gayelere hizmet ediyorlar. Nasıl ki, Sultanın gemisinde bir nefer dümencilik edip bir cüz’î maaş alır. Öyle de, Sübhânî hizmette bulunan bu hayvanların birer cüz’î maaşları vardır.
“Bülbül bahsine bir tetimme (tamamlayıcı ek): Sakın zannetme ki, bu ilân ve dellâllık ve tesbihâtın nağmeleriyle, nağmeler söylemek, bülbüle mahsustur. Belki, çoğu nevilerin bir nevinin bülbüle benzeyen bir sınıfı var ki, o nev’in en lâtif hissiyatını, en lâtîf bir tesbih ile en lâtîf seci’lerle (düz yazıda kâfiye), temsil edecek birer lâtîf ferdi veya efradı bulunur. Bilhassa sinek ve böceklerin bülbülleri hem çoktur, hem çeşit çeşittirler ki, onlar bütün kulağı bulunanların en küçük hayvandan en büyüğüne kadar olanların başkalarında tesbihatlarını güzel seci’ sanatlarla onlara işittirip onları zevklere boğuyorlar. Onlardan bir kısmı leylîdir (gececidir). Gecede sükûta dalan ve sükunete giren bütün küçük hayvanların kaside okuyan dostları, gecenin sükunetinde ve mevcudatın sükûtunda onların tatlı sözlü nutuk okuyucularıdır. O halvet meclisinde (kişinin sevdiğiyle baş başa kaldığı meclis) olan gizli zikrin dairesinde birer kutubdur ki, herbirisi onu dinler; kendi kalbleriyle Yaradanına bir nevi zikir ve tesbih ederler. Diğer bir kısmı gündüzlüdür. Gündüzleri ağaçların minberlerinde, bütün canlı varlıkların başlarında, yaz ve bahar mevsimlerinde yüksek âvazlarıyla, lâtif nağmeler ile, seci’ sanatlı tesbihat ile Rahman ve Rahîm olan Cenab-ı Hakkın rahmetini ilân ediyorlar. Güya cehrî (açıktan, sesli) zikir halkasının bir reisi gibi işitenlerin cezbelerini tahrik ediyorlar ki, o vakit işitenlerin her birisi özel lisanıyla ve bir özel âvaz ile Yaradan’ın zikrine başlar.
“Demek, herbir nevi mevcudatın, hatta yıldızların da bir ser-zâkiri (zikir meclisini idare eden zat) ve nur saçan bir bülbülü var. Fakat, bütün bülbüllerin en efdali ve en şereflisi, en nurlu ve nûrânisi, en âşikârı, en büyüğü, en kerimi, sesçe en yüksek, vasıfça en parlak ve zikirce en tastamamı, şükürce en geneli, mahiyetçe en mükemmeli, suretçe en güzeli, kâinat bostanında, arz ve semavatın bütün mevcudatını lâtif seci’leriyle, leziz nağmeleriyle, ulvî tesbîhâtıyla vecde ve cezbeye getiren; insanlık nev’inin şanlı andelibi (bülbülü) ve Âdemoğullarının Kur’anlı bülbülü; Muhammed-i Arabî’dir. Hz. Muhammed Aleyhisselama, onun Âli’ne ve emsâli diğer bütün peygamberlere en yüce salavat ve en güzel selâmlar eyle…”
Bir insan kendisine çok büyük iyiliklere yapan bir zâta, en güzel kağıtlara, en güzel kalemlerle, en ince hissiyatını en mükemmel ve dikkatli yazı şekliyle teşekkürlerini yazıp takdim eder. Bülbül de en lâtif teşbihlerini, en lâtif bir şevk ile gül gibi en lâtîf bir yüzde takdim ediyor. Andelîb-i Zîşanı Muhammed Aleyhisselam da tesbihlerini ibadetlerini ve yakarışlarını kainatı ayağa kaldıracak bir nağme ve güzellikle takdim ediyordu…