Tirmizî, Darimî ve Ahmed b. Hanbel’in naklettiği 19 maddelik uzun bir hadis-i şerifin 12. Maddesinde “Âlimler asla Kur’an’a doyamaz” ifadesi üzerine M. Fethullah Gülen Hocaefendi uzun bir izahta bulunarak şöyle diyor: “Düşman ona buğzetse, câhil onu anlamasa da o, ulemanın ışıkları gönüllerde baş ucu kitabıdır. Bir Ebu Hanife, İmam Gazalî, bir Üstad Bediüzzaman Kur’an’ı hiç ellerinden bırakmamışlar. Mesela Üstad, Kur’an’la o engin meşguliyeti sayesinde kafası âdeta FİHRİST gibidir. Eserlerine baktığınızda, falan yerde şu kelime, filan yerde şu kelime vardır… o kelime sağındaki, solundaki kelimelerle münasebeti açısından böyledir… diyerek hep Kur’an içinde dönüp durduğunu vurgular. (Tevafuklu Kur’an’ı bu hassasiyetle yazdıran Üstad olduğu gibi, Rumuzat-ı Semâniye Risalesindeki Kur’an’ın Sureleri, âyetleri, kelimeleri ve harfleri açısından meydana harikaları, imâlı ve rumuzlu mânaları da ortaya koyan Üstad Hazretleridir. S.S.)
“Üstad Hazretleri, İmam Rabbanî, Mevlâna Hâlid Bağdadî, Abdullah Dehlevî, İmam Gazzâlî gibi zâtların, Sahabe-i Kiram, Tâbiîn-i İzâm, Tebe-i Tâbiin-i Fihâm, Evliya-i Kiram, Asfiyâ-i Fihâm Efendilerimizin Kur’an’a doyması şöyle dursun, Kur’an ile meşguliyetleri ölçüsünde ona karşı daha bir aç, daha bir susuz hâle gelmişlerdir.
“Evet bazı zaman insan Kur’an okurken, doğrudan doğruya Onun ORİJİNAL SESİNİ, duyar gibi olur.. sadece Peygamberlikle alâkalı bazı âyetler istisnâ edilecek olursa, anlatılan devirleri, dönemleri bile aşarak bütünüyle Kur’an’ın âdeta kendisine seslendiğini hisseder.
“Eğer gerçekten bir insanın ilimden nasibi varsa, onun dimağ, ruh ve vicdanının hakikate uyanmış olmasının ölçüsü şudur: Böyle bir ilmî derinliği nisbetinde asla Kur’an’dan doymaz. Kur’an’dan zevk almayanlar ya cehâlet veya ön yargı içindedirler. Câhillerin Kur’an’ı anlamaları, sadece ilk mektepte yapılan ilk telkinlerin tesiri ölçüsündedir. Herhangi bir ön yargı ve şartlanmışlık içinde Kur’an’a karşı kapalı olan ruhlara gelince, bunlar evvel-âhir O’ndan hiçbir şey anlamazlar. Bu arada ilimlere açık bazı kimseler de onu anlamıyorlarsa, bunlar da ilmin ruhunu anlamamışlar ve taklit içindeler demektir. Gerçek ulemadır ki, bunlar asla Kur’an-ı Kerime doymazlar.
“Eğer Kur’an-ı Kerimi okuyan bir insan, bütünüyle kendisini O’na verir ve sağlam bir KONSANTRASYON’a girebilirse, o, enbiyâ-ı izâmla sohbet ediyor; tabiat ötesinin sesini dinliyor gibi olur. Ben bazı ahvâlde ZAMAN ÜSTÜ BİR HÂL aldıklarına inananlardanım. Onların Kur’an sayesinde, Büyük Peygamberlerle sohbet ettiklerini Sahabe-i Kiramın meclisine girip oturduklarını, his ve şuur dünyalarında on dört asır önceye gittiklerini düşünür ve hallerine imrenirim. Buna farklı bir zaviyeden Üstad da işaret eder. Evet bazan insan, Cibril-i Emînin soluklarını kulağının dibinde duyabilir. Bazan da, kemmiyetsiz – keyfiyetsiz Mütekellim-i Ezelî’yi (Cenab-ı Hakkı) dinliyor gibi olabilir. Binâenaleyh, Allah’tan dinleyen, Cibril’den dinleyen, Resulullah’dan dinleyen veya oradaki mükâlemeye aynı zamanda şâhit olan bir insan, nasıl Kur’an’dan doyar ki?.
“Ayrıca Kur’an-ı Kerimde, tarihî vakalar, karakteristik olarak öyle büyülü anlatılır ki, insan kendini çağlar ötesi âlemlerde dolaşıyor gibi hisseder. İşte bu yönüyle de Kur’an, doyulamayacak bir zenginlik sergiler. Ben şahsen, Kur’an-ı Kerimin bu yönüyle tam tahlil edildiği kanaatinde değilim. Benim görebildiğim kadarıyla, Kur’an’da değişik vak’alar anlatılırken, anlatış tarzı ve verdiği koordinatlar ile o vak’a kahramanlarını aynıyla hayallerinizde resmedebilirsiniz. Mesela o, Hz. Nuh’un kavmi ile alâkalı konularda Kur’an-ı Kerim konuşurken, o kavmin sesini, soluğunu duyuyor gibi olur ve ona diğer toplumların üslub ve edasından ayırt edebilirsiniz. Kur’an’ın Hz. Nuh’un kavmi ile konuşma tarzı, Hz. İbrahim’in kavmi ile konuşma tarzından çok farklıdır. İkincisi size biraz daha medenileşmiş, biraz daha tarih berisinde yaşayan insanlar gibi gelir. Hz. Musa’yı, kavmi ile aralarındaki karşılıklı konuşmalarında, onlara inen âyetlerde ve kavminin beyanlarında, yahut Firavun’un konuşmalarının dile getirilmesinde, sımsıcak veya sopsoğuk o hissiyat farklılıklarını duyabiliriz; duyabilir ve bunların Hz. İbrahim ile Allah arasında geçen konuşmalara hiç benzemediklerini hemen anlarız.
“Edebiyat tarihinde Şekspir belli ölçüde bu hususa kapı aralamış sayılabilir. Onu Hamlet’inde, Romeo-Julyetinde takip ettiğimiz zaman âdeta mâzinin hortlaklarının konuştuğunu duyar gibi oluruz. O sizi üslûbunun sihriyle çeker tâ o dönemlere götürür ve hem konuşma tarzı, hem de üslûbuyla sizi bilmediğiniz esrarlı âlemlerde gezdirir.” (Prizma-4)
Bu uzun konuya devam edilecektir…