Rehberlik Köşesi’nin birinci bölümünde ifade edildiği gibi Şeytan, Cennet’e yerleştirilen Hz. Âdem (as) ve Hz. Havva’nın kalbine şüphe ve hüzün düşürdü. Sonra yine birkaç defa onların yanına geldi ve yeminlerle yasak ağaçtan yedikleri taktirde ölümden kurtulacaklarını söyledi. Böylece onları kandırdı ve o ağacın meyvesinden yediklerini görünce sevinçle oradan ayrıldı.
Yüce Allah, Hz. Âdem (as) ve Hz. Havva’yı bu zelle üzerine Cennet’ten Cuma günü çıkardı ve yeryüzüne indirdi.
Hadis-i Şeriflerde, Hz. Âdem’in (aleyhisselam) cuma günü yaratıldığı, o gün Cennete konulduğu, yine Cuma günü Cennetten çıkarıldığı, aynı günde tövbesinin kabul edildiği ve yine bir Cuma günü vefat ettiği haber verilmektedir. (Ebû Dâvûd, “Salât”, 207; Tirmizî, “Cum’a”, 1; İbn Mâce, “İkametü’s-salât”, 79)
“Güneşin doğduğu günlerin en faziletlisi / en üstünü cuma günüdür. Çünkü Âdem o günde yaratılmış, o günde Cennete yerleştirilmiş ve o günde Cennetten çıkarılmıştır.” (Müslim, 854; Nesai, 3/89; İbn Kesir, 1/2328)
(Cuma gününün ehemmiyeti için aşağıdaki notlara bakılabilir)
Hz. Âdem’in -aleyhisselam- kasıtsız olarak işlediği bu zelleden dolayı tövbe etmesi üzerine Allah tarafından bağışlanmış ve yeryüzüne indikten bir müddet sonra da kendisine peygamberlik verilmişti. Böylelikle o ilk insan, ilk baba ve ilk peygamber olmuştu. Hz. Âdem Aleyhisselam`ın yeryüzüne indiğinde alnında Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed`in (sallallahu aleyhi ve sellem) nuru vardı.
Aslında Hz. Âdem -aleyhisselam- ve eşinin şeytanın kandırmalarına kapılmaları, pişmanlık duymaları, ardından tövbe etmeleri, tövbelerinin kabul edilmesi ve Cennetten çıkarılmaları gibi hadiseler, onların soyunun dünya hayatında yapacakları yolculuğun genel bir özeti gibiydi.
Yüce Allah, insanın sürçebileceğini; ama hemen dönüp ondan tevbe ve istiğfar etmenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu bu hadise ile bizzat insanoğluna gösteriyordu.
Kurân-ı Kerîm’de:‘…Ey Mü‘minler! Hepiniz, Allah’a, tevbe ediniz ki korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız!’ (Nûr suresi, 31)
‘Her kim, bir kötülük yapar yahut nefsine zulm eder de sonra Allah’tan mağfiret (bağışlanmak) dilerse o, Allah’ı çok affedici ve çok bağışlayıcı bulur.’ (Nisa Suresi, 110)
‘Tevbe ve iman edip iyi amellerde bulunanlar (var ya) işte, Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir! Allah, çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir!’ (Furkân Suresi, 70)
Hz. Âdem’in kıssası Kur’an-ı Kerim’de yedi farklı surede anlatılmaktadır. Âdem ismi Kur’an-ı Kerim’de 25 yerde zikredilmektedir. Kıssa anlatılırken Hz. Havva’dan hep eşi olarak bahsetmektedir.
Hz. Adem ve Kabe
Hz. Adem, yeryüzüne indirilip tek başına kalınca, pişmanlık ve üzüntü içinde ne yapacağını bilemedi. Artık meleklerin tesbih, tehlil seslerini de işitemiyordu. Bu durumdan kaygılanarak;
- İlahi..! Yeryüzünde tek başına kaldığım gibi meleklerinde tesbihini de işitemez oldum, diye niyazda bulundu.
Allahü Teâla:
- Ya Adem, senden sadır olan (meydana gelen) hata meleklerin tesbih seslerini işitmene engeldir. Ancak benim yeryüzünde bir beytim vardır. Mekke’ye git ve onun temellerini bul, üzerine güzel bir beyt inşa et. Meleklerin Arş’ı tavaf ettikleri gibi sen de onun etrafında tavaf et! buyurdu.
Hz. Adem:
- Ya Rab! Ben bunu nasıl yapabilirim? Benim ona nasıl gücüm yeter? dedi.
Bunun üzerine, Yüce Allah ona Cebrail’i gönderdi. Cebrail (a.s.) ve Hz. Âdem uzun mesafeleri çok kısa bir sürede kat edip, nihayet Mekke’ye ulaştılar. Daha önceden meleklerin de tavaf ettiği yeri buldular.
Cebrail Aleyhisselâm, kanadını, yerin dibindeki berk ve sabit kesimine kadar daldırıp Kabe’nin temelini açtı. Melekler de otuz kişinin kaldıramayacağı kadar ağır kayaları, temellere bıraktılar.
Âdem Aleyhisselâm, beş dağdan:
1) Tûr-i Seynâ,
2) Tûr-i Zeytun (Zeyta),
3) Lübnan,
4) Cûdî,
5) Hira’dan getirilen taşlarla Meleklerin de yardımıyla yeryüzünde insan eliyle ilk defa Kâbe’yi inşa etti.
Kabe’nin, yeryüzüne kadarki kısmının temelleri Hira dağından getirilen taşlarla atıldı. Kabe’nin inşaası bitince, Cebrail, Âdem Aleyhisselâmı Arafat’a götürdü. Bugün yapılmakta olan Hacc amellerinin hepsini ona gösterdi.
Bu arada, yüce Allah’ın takdir etmesiyle Âdem Aleyhisselâm ile Hz. Havva, Arafat’ta buluştular, orada birbirlerini görüp tanıdılar.
Uzun yıllar sonra gerçekleşen bu karşılaşmada Hz. Havva’nın:
- Arefte?... Arefte? (Tanıdın mı? Tanıdın mı?) diye sorması üzerine,
Hz. Âdem Aleyhisselâm’ın da:
- Areftü… Areftü…(Tanıdım…Tanıdım!) demesinden dolayı buraya Arafat denildiği kaynaklarda zikredilmektedir. (Aynı rivayetin, Cebrail’in (as) Hz. İbrahim (as)’a haccın nerede ve nasıl yapılacağını öğretirken yaşandığı ifade edilmektedir.)
Arafat “bilme, anlama, tanıma” gibi mânâlara gelmektedir. Dünyanın her tarafından gelen insanlar bu yerde Âdem Aleyhisselâm ile Hz. Havva gibi birbirleriyle görüşüp tanışacak, istişare edeceklerdi.
Daha sonra, Cebrail (as), Âdem Aleyhisselâmı, Mekke’ye getirdi. Âdem Aleyhisselâm, Kabe’yi yedi kere tavaf etti. Kabe’yi tavaf ettiği sırada Meleklerle karşılaştı. Melekler, Âdem Aleyhisselâmın Haccını tebrik ettiler ve: “Biz, bu Beyt’i senden iki bin yıl önce tavaf ve Hacc ettik.” dediler.
Âdem Aleyhisselâm, onlara: “Siz, tavaf ederken, ne derdiniz?” diye sordu. Melekler: (Sübhânallâhi velhamdü lillâhi velâ ilahe illallâhu vallâhu ekber) derdik, dediler. Âdem Aleyhisselâm, buna ‘Velâ havle velâ kuvvete illâ billâh) cümlesini ekledi. Bunun üzerine Melekler tavafta, bu cümleyi ekleyerek okumaya başladılar. Âdem Aleyhisselâm, Hacc amellerini yerine getirdiği zaman:
“Ey Rabb’im! Her amel sahibi için bir ecir olur!?” dedi.
Yüce Allah: “Ey Âdem! Senin de vardır. Ben, seni affetmiş, bağışlamışım. Senin zürriyetine gelince, onlardan, bu Beyt’e günahı ile gelen kimsenin de günahını affedeceğim!” buyurdu.
Mekke Hareminin Sınırı:
Rivayete göre: Âdem Aleyhisselâm, Şeytanın şerrinden korkmağa başlayıp Allah’a sığınınca, Yüce Allah, ona koruyucu Melekler göndermiş ve bu Melekler, Mekke’yi, her tarafından kuşatmışlardı. Melekler, Mekke’nin çevrelerinde, nerelerde durmuşlarsa, oraları, Mekke’nin Harem Sınırı olmuştur.
Peygamber Efendimiz`in Ruh İkizi: Kâbe
Kâbe, arzın merkezinden 'Sidret-ül-Müntehâ'ya kadar uzanan, insanların, cin ve meleklerin her zaman çevresinde dönüp durduğu 'nurdan sütun'un yeryüzünde duvarlarla bir cisme bürünmüş bir kesitidir. Temeli, yeryüzünde henüz, harcın, taşın, tuğlanın bilinmediği bir dönemde, gökler ötesi âlemlerde plânlandı.
Oturduğu zemînin o işe tahsisi, Adem nebînin yeryüzüne teşrîfinden yıllar ve yıllar önce kararlaştırılmıştı. Öyle ki, bir gün melekler Hazret-i Âdem'le karşılaştıklarında 'Sen, var edilmeden evvel bizler defaatle Kabe'yi tavaf ettik' diyeceklerdir.
Cenab-i Hakk, arşının altında 4 sütun üzerine zebercetten bir beyt yarattı.
Bu beyt’e, “Beyt-i Ma’mur” adını verdi. Sonra meleklere: “Arş’ı bırakın, bu beyti tavaf edin.” buyurdu.
Beyt-i Ma’mur semada bulunan bir evdir. Bu evi her gün yetmiş bin melek ziyaret eder ve bir kere daha tavaf etmek isteseler de kıyamete kadar kendilerine sıra gelmez. Allah Teâla, bundan sonra meleklere “yeryüzünde de bu beytin aynısını yapınız” emrini verdi ki yeryüzünde yaşayacak olanlar da burayı tavaf etsinler. Böylece ilk defa Kâbe, melekler tarafından inşa edilmiş oldu.
“Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (Kâbe) Bekke (Mekke)`dedir.” (Âl-i imran, 96)
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Yüce Allah gökleri ve yeri yarattığı gün Mekke`yi harem kıldı.” (Buhari, Sayd, 10; Müslim, Hac, 445-446)
Kâbe yeryüzünde Sidretü'l-Müntehâ'nın bir izdüşümüdür. Arzın merkezinden tâ "Sidretü'l-Müntehâ"ya uzanır Beytullah… Evet o, yerin göbeği, varlığın da kalbidir. Hatta bazı ehl-i keşfe göre Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile Kâbe hakikati, âdeta ikiz olarak beraber yaratılmışlardır. Bir vahidin iki yüzü gibidirler. Kâbe yerde ve gökte bütün enâmın kıblesi; Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) de o kıblede imamdır. Bediüzzaman Hazretleri de bu durumu izah ederken Efendiler Efendisi'nin (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) "İmamü's-Sakaleyn" yani insanların ve cinlerin, yerdekilerin ve göktekilerin imamı olduğunu ifade eder. İşte hakikat-ı Ahmediye ile hakikat-ı Kâbe arasında böyle bir göbek bağı, bir irtibat vardır. Kâbe sadece dört duvardan örülü bir yapı değildir.
Peygamberimiz Efendimiz, canından çok sevdiği Kâbe’yi tavaf ederken –İbn Ömer’in müşahede ve rivayetiyle- ona hitaben şöyle seslenmişlerdir: “(Ey Kâbe!) Sen ne güzelsin, kokun da ne hoştur! Sen ne ulusun; hürmetin de ne yücedir! (Fakat bununla beraber) Muhammed’in ruhunu elinde bulunduran Zât’a yemin ederim ki, bir mü’minin Allah katındaki hürmet ve kıymeti senin hürmetinden çok daha büyüktür. Mü’min hakkında hayırdan başka zanda bulunmanın hürmeti (haramlığı) da böyledir. (Biz Mü’min hakkında sadece hüsn-ü zanda bulunmakla emrolunduk). Şüphesiz Allahu Tealâ sende bir şeyi haram kıldı; seni haram bölgesi yaptı. Fakat mü’minin üç şeyini haram kıldı; malını, kanını ve şerefini… Bir de mü’min hakkında kötü zan beslemeyi yasakladı.” (İbn Mâce; Taberânî; Beyhakî; Heysemî)
Yaratılış Gayesi ve Hidayet Rehberleri
Hz. Âdem, Merhameti Sonsuz Yüce Allah`ın kudret elinde halifelik libasını giyerek yeryüzüne inmiş ve Cenab-ı Hakk`ın sanatına ayinedarlık yapmaktaydı. Ezel ve Ebed Sultan`ı, Âdemoğullarını kâinat kitabını okuyup anlaması, tabiattaki güzellikleri temaşa ve tefekkür etmesi, kulluk şuuruyla kendisine yönelmeleri için yaratıp yeryüzüne göndermişti. Nitekim “Ben cinleri ve insanları sadece Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56) buyuruyor.
Allah (cc) bu konuda insanlardan söz de almıştı:
“Rabbinin Âdem`in evlatlarından, misak aldığını da düşünün!.. Onların kendileri hakkında şahitliklerini isteyerek "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" buyurunca onlar da "Elbette!" diye ikrar etmişlerdi. Kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu!" yahut: "Ne yapalım, daha önce babalarımız Allah’a şirk koştular, biz de onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o bâtılı başlatanların yaptıkları sebebiyle bizi imha mı edeceksin?" gibi bahaneler ileri sürmeyesiniz diye Allah bu sözü aldı.” (A'raf, 172)
Cenab-ı Hakk, kendisine halife yaptığı beşere bu sözünü hatırlatmak için pek çok peygamber gönderdi. Zira, insan kendisine verilen kabiliyetleri hayır yönünde kullanarak melekleri geride bıraktığı gibi, iradesini ve kabiliyetlerini kötü yönde kullanarak şer bakımından hayvandan daha aşağı, aşağıların da en aşağısına yuvarlanabilir. Rabbimiz bu hakikati: “Biz insanı en mükemmel surette yarattık, sonra da onu en aşağı derekeye düşürdük.” (Tin, 95/4-5) ayetleri ile anlatır.
İşte bu dünya yolculuğunda insana doğru yolu göstererek:
“Ey insanlar! Siz burada misafirsiniz. Ve buradan da diğer bir yere gideceksiniz. Fenâya, yokluğa, hiçliğe, unutulmaya, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi kuruntu edip düşünmeyiniz. Siz fenâya değil, bekâya gidiyorsunuz. Yokluğa değil, ebedî bir vücud kazanmaya sevk olunuyorsunuz. Karanlığa değil, nur âlemine giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakikî`nin tarafına gidiyorsunuz. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği şeylere kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığınız gibi, bu şehirden de çıkacaksınız. Ve keza, bu fani dünyadan da çıkacaksınız. Öyle ise aziz olarak çıkmaya çalışın. Bütün hayatınızı bu geçici dünya hayatına sarf edip yok etmeyin!” diyecek rehberlere ihtiyacı vardır.
Yüce Rabbimiz, muhit ilmiyle insanın mahiyetini en iyi bilen olduğu ve Rahmeti gadabına sebkat ettiği için her kavme peygamberler gönderdi.
Kur`ân-ı Kerim pek çok ayette bu gerçeği ifade etmektedir:
“Her ümmetin bir peygamberi vardır.” (Yunus, 10/47)
“Biz her ümmete bir peygamber gönderdik.” (Nahl, 16/36)
“Her kavim için bir hidayet rehberi vardır.” (Ra`d, 13/8)
Hz. Âdem’den başlayarak Peygamber Efendimiz`e kadar gelen bütün peygamberler Hz. Muhammed`den (sallallahu aleyhi ve sellem) bahsedecekti. Zira bu, onlar için bir vazifeydi. Allah (celle celâluhû), onlara şöyle seslenmiş ve ardından her birinden bu hususta şöyle bir söz almıştı:
“Andolsun ki size, kitap ve hikmet verdim. Sonra, yanınızda bulunan kitapları doğrulayıcı o Resûl geldiğinde, muhakkak O’na inanacak ve yardım edeceksiniz. Bunu kabul ettiniz ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı? dediğinde onlar: "Kabul ettik" diye kesin söz verince, Allah Teâlâ: "Siz de şahit olun, zaten Ben de sizinle beraber şahitlik edeceğim." buyurdu.” (Âl-i İmrân, 3/81)
Hz. Âdem’den sonra gelen her peygamber de, Allah’a verdikleri sözün gereğini yerine getirecek ve hep Hz. Muhammed`den (sallallahu aleyhi ve sellem) bahisler açarak ümmetlerini O’nun gelişine hazırlama yarışına girecekti. Hatta, Hz. Nûh (aleyhisselâm), vazifesini yaptığına dair ümmet-i Muhammed’i mahşerde şahid tutacaktı.
Peygamberler ve insanlığın en seçkin kişileriyle Peygamber Efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem`e ait nur da nesilden nesile aktarıldı.
Gelecek bölüm: Yol ayrımındaki iki insan Habil ve Kabil… İnsana verilen nimetler ve Meleklerin hayreti…
Notlar: Cuma günü neden önemli
Hadislerden anlaşıldığına göre Cuma günü, haftalık ibadet günü olarak daha önce Yahudi ve Hristiyanlar için tayin ve takdir edilmiş, fakat onlar bu konuda ihtilâfa düşerek Yahudiler cumartesiyi, Hristiyanlar pazarı haftalık görüşme ve ibadet günü olarak benimsemişlerdir. Allah da cuma gününü Müslümanlara bayram ve ibadet, buluşma günü kılmıştır. (Müslim, “Cuma”, 19-23)
Yüce Allah’ın, cennette cuma gününe tekabül eden ve “yevmü’l-mezîd” denilen günde, kullarına kendisini ziyaret fırsatı vereceği, bunun için onlara tecelli edeceği bildirilmiştir. (İbn Kayyim, 1/369-372),
Yine başka bir hadiste Cuma günü yapılan duaların kabul edileceği bir anın (icâbet saati) bulunduğu haber verilmiştir. Beş vakit içerisinde “salât-ı vustâ”, cuma gününde “vakt-i icâbe” (duaların umumiyetle kabul olacağı saat), insanlar arasında veli kullar, ramazan ayında Kadir Gecesi, bütün tâat ve ibadetler içerisinde rıza-yı ilâhî, kâinatın ömründe kıyamet ve ferdin hayatı içerisinde ölüm anı gizlendiği gibi; Esmâ-i Hüsnâ arasında da İsm-i A’zam gizli tutulmuştur. (M.Fethullah Gülen, Kırık Testi-1)
Bir hadîs-i şerîfte de şöyle denilmektedir: "Bugünde (Cuma gününde) hayırlı bir saat vardır. Kim o saati yakalar da Allah`tan hayırlı bir şey dilerse, o şey de kısmetinde varsa Allah onu ona verir. Kısmetinde yok ise, ondan daha hayırlısını âhirette verir. Kim bir miktar belânın kaldırılması için o saatte dua ederse, Allah duasını kabûl eder ve daha büyüğünü onun üzerinden kaldırır."
Sâat-i icâbenin Cuma içindeki yerinde ihtilâf edilmiştir. Bâzıları güneş doğarken bâzıları ezan vakti, bâzıları imam hutbeye başlarken, bâzıları namaz kılarken, kimisi ikindinin son vakti, kimisi de güneş batarken demişlerdir. Hz. Fâtıma, gurub zamanını bekler ve güneş batıncaya kadar dua ve istiğfarını yapar, bu vaktin eşref saat olduğunu Resûlüllah Efendimizden işittiğini söylerdi.