Dünya hayatının devamı için temel denge şartları oluşturulduktan sonra Hz. Adem (as) yeryüzüne indirilmişti. Bazı rivayetlerden Hz. Adem (as) ve Havva’nın dünya yüzüne indikten sonra geçimleri için bazı rızk kapılarının da beraberce açıldığı rivayet edilmektedir. İlk buğday tohumunun, insanlara faydalı olacak koyun, keçi, sığır gibi evcil hayvanların da Cennetten indirildiği ifade edilmiştir. Benzer bilgiler sahih rivayetlerde de yer almaktadır.
Yani, Hz. Adem’e (as) Cennette gördüğü nimetlerin gölgeleri izn-i ilahi ile verilmiştir. Nar, incir, elma,mısır, buğday, pirinç, koyun, keçi, deve, sığır… insan fıtratı için ne lazımsa… kısaca Yüce Allah kainatı bir gölge olarak insanın hizmetine vermiştir.
Onun için Bediüzzaman Hazretleri şükür babında dua ederken şöyle der:
'Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin nümunelerin ve gölgelerin asıllarını, menbalarını göster. Ve bizi makarr-ı saltanatına celb et. Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al. Bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zeval ve teb'îd ile tazib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu muti raiyetini başıboş bırakıp idam etme.'
Dünyanın bütün güzellikleri Cennette asıl halleriyle ebediyet kazanmaktadır. Bu nedenle dünya ahiretin mezraası, Esma-i İlahiyenin çok güzel ve ebedi meyve veren bir aynasıdır denmiştir.
Yol ayrımındaki insanın hikayesi: Habil ve Kabil
Hâbil ve Kâbil, Kur'an-ı Kerîm'de kıssaları yer alan, Hz. Adem (a.s)'ın iki oğlu. Kur'an'da bu isimler zikredilmeden, tafsilata yer verilmeden kıssanın sadece ibret alınacak tarafları anlatılır.
Medine’de, Peygamber Efendimiz’e (sav) kötülük yapmakta sınır tanımayanlar, O’nu (sav) ve önde gelen bazı sahabîleri öldürmek için tuzak kurmuşlardı. Yemeğe çağırma bahanesiyle bir araya toplayıp yok edeceklerdi. Fakat Allah'ın (cc) lütfuyla Hz. Peygamber'in bu suikastten haberi oldu ve yemeğe gitmedi. Bütün bu hadiselere rağmen Peygamber Efendimiz (sav) onlara hep dost elini uzattı.
İşte Hâbil ve Kâbil kıssası, din düşmanlarının Peygamber Efendimiz’e (sav) karşı düzenledikleri suikast planlarıyla büyük benzerlik gösterdiğinden, Kur'an onları bu kıssa üzerinden kınamaktaydı.
Siyer müelliflerinden çoğu ve İbn İshâk'ın rivayetine göre Hz. Havva yirmi defada ikizler hâlinde kırk çocuk dünyaya getirmişti. Bu ikizlerden biri oğlan, diğeri kız oluyordu. Allah Teâlâ, Adem (a.s)'a, bu ikizlerden her birinin kız ikizini, diğer ikizin erkeği ile evlendirmesini vahyetmişti. Bu hükme uyularak, Adem (a.s)'ın büyük oğlu Kâbil ile daha küçük oğlu Hâbil de birbirinin kız ikiziyle evleneceklerdi.
Fakat Kâbil'in ikizi olan kız (Aklimâ), Hâbil'in ikizinden daha güzeldi. Bu sebeple Kâbil bu değişmeye razı olmamış, Aklima ile kendisi evlenmek istemişti. Adem (a.s) bu isteğin gayr-i meşru olduğunu ne kadar izah etti ise de Kâbil'e söz dinletemedi. Sonunda Kâbil'in ikizi Aklimâ hakkında birer kurban takdim etmelerini, hangisinin kurbanı kabul görürse Aklimâ ile onun evlenmesini çare göstermiş, bunun üzerine birer kurban takdim etmişlerdi (Tecrid-i Sarîh terc., IX, 84).
Tefsirlerde ve diğer İslâmî eserlerde geçtiği gibi Kâbil ziraatçı, Hâbil ise çobandır. Kâbil'in kurbanı değersiz cılız başaklardan oluşan bir demetti. Üstelik cılız başaklar arasındaki dolgun bir başağı kurban etmeğe kıyamayarak yemiş, Hâbil ise beğendiği bir koyunu, hem de geciktirmeden, kurban etmişti (Hasan Basri Çantay, Kuran-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, I, 162). Hâbil'in kurbanı kabul görmüş, o zaman âdet olduğu üzere gökten inen beyaz bir ateş parçası Hâbil'in kurbanını yakmıştı (Tecrîd i Sarîh tercümesi, IX, 84; İbn Kesir, Tefsir, III, 76-79).
Kıssanın bundan sonrası Kur'an-ı Kerîm'de şöyle ifade edilir:
"Onlara Adem'in iki oğlunun kıssasını hakkıyla oku… Hani Adem'in iki oğlu birer kurban takdîm etmişlerdi de birinden kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, diğerine; Ahdim olsun) seni katledeceğim' dedi. Diğeri ise, ‘Allah ancak muttakilerden (kurban) kabul eder. Öyleyse Allah'tan kork, niyetini düzelt. Eğer sen, beni öldürmek için elini kaldırsan bile, ben seni öldürmek için elimi kaldıracak değilim. Çünkü ben Rabbü'l-alemin olan Allah'tan korkarım. Dilerim ki sen, kendi günahınla birlikte benim günahımı da yüklenesin ve de cehennemlikler’den olasın. İşte zalimlerin cezası budur' dedi.
Nihayet (Kâbil Hâbil'i) öldürmekte nefsine uydu ve onu öldürerek zarara uğrayanlardan oldu.
Sonra Allah kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini ona göstermek üzere, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Çünkü ilk defa bir ölüm oluyor ve Kâbil gömmeyi düşünemiyordu. Yapacağı işi bir kargadan öğrenince) "Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek konusunda, bu karga kadar (bile) olamadım' dedi de ettiğine yananlardan oldu" (Mâide 5/27-31).
Bazı rivayetlere göre, karga başka bir kargayı öldürdü veya bir karganın leşini buldu ya da beraberinde getirdi, yeri eşeleyerek gömdü ve Kâbil'e örnek oldu.
Kâbil'in duyduğu pişmanlık "tövbe pişmanlığı" değildi. Yapmaya cesaret topladığı hâdisenin, karşılığını görmediği, katlanmak zorunda kaldığı vicdani eziyyet ile çektiği sinir yorgunluğu içindi.
Bu feci hâdise cereyan ettiği sırada, Hz. Adem bütün oğullarını Kâbil'e emanet etmiş ve başka bir yere gitmişti. Dönüşünde hâdiseyi duyunca çok üzüldü ve Kâbil'e çok kızdı. Bunun üzerine Kâbil de kız kardeşini alarak babasının yanından uzaklaştı, Yemen taraflarına giderek ölünceye kadar oralarda kaldı (Taberi, Tarih, I, 80).
Sonuç olarak, denilebilir ki daha önce "yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökecek olanları mı yaratacaksın?" (Bakara 2/30) diye, hayretle soran meleklerin ifadeleri ilk defa gerçekleşiyor; insanları kandıracağını söyleyen şeytan yeryüzünde ilk başarıyı kazanıyordu. Bu mücadele, insanlar için imtihan yeri olarak yaratılan dünya hayatının tabii bir gerçeğiydi.
Hâbil ve Kâbil kıssası insanoğlu için bir yol ayrımı olacaktı. Bu üç yüzlü imtihan dünyasında kader perdesinin arkasından genç, ihtiyar, zengin, fakir, çoluk çocuk, güzel, çirkin demeden imtihan süresini dolduranlar toprağa geri dönecekti. Habil gibi Allah’a verdiği sözün arkasında durup bu dünyada misafir gibi davrananlar da, Kabil gibi kendilerini ebedi yaşayacakmış gibi dünyanın hâkimi bilip daimi kalacakmış gibi hırs gösterenler de; kim olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini, asıl vazifesinin ne olduğunu bilenler de, bilmeyenler de; bilmek istemeyip dünyanın fani yüzüne aldananlar da; saltanatına, servetine, şöhretine güvenip şımaranlar da; Allah’ın rızası istikametinde dünyayı bir mezra bilip iyilik, güzellik ve hayır ekenler de bir gün mutlaka Azrail’le buluşacak ve ebedi yurda göçüp gideceklerdi.
Bunlardan kimisi dünyanın cazibedar yüzüne aldanmış, yollarda takılıp kalmış, böylece esfel-i safiline yuvarlanmış… kimisi de bezm-i elestte Allah’a verdiği söze sadık kalarak “vefalı” bir şekilde Azrail’in elinden tutup A’la-i illiyyine yükselmiş olarak…
Onun için, Kur'an Kabil’in, kardeşi Habil'i kıskançlıkla, haksız yere öldürmesi hadisesini detayları ile zikretmez; çünkü meydana gelen hadise, zaman ve mekanla sınırlı değildir. Burada önemli olan da isimler değil, şahsiyetler ve temsil ettikleri zihniyetlerdir. Tefsirlerde ve diğer İslâmî eserlerde geçtiği Kabil ziraatçı, Habil ise çobandı. Her ikisi de kurban emrine muhatap olunca, Kabil, koyun kesmeye yanaşmamış, ürünün iyi kısmından kurban etmeye de kıyamamış ve kıymetsiz başaklardan oluşan bir demeti kurban olarak arz etmişti. Halbuki bunu Allah’ın emri olarak algılamak lazımdı sadece… Şeytan da bu noktada aldanmış ve aldatmıştı…
Habil ise, beğendiği bir koyunu kurban etmişti. Habil'in kurbanı kabul görmüş, Kabil'inki ise adeta yüzüne çarpılmıştı. İşte, daha o dönemde, insanoğlu Allah'ın koyduğu ibadet kurallarına kendi mantığını ve tasarruflarını karıştırmaya başlamış, kurbanı kendi manasından çıkarıp onu bir uzaklık sebebi haline getirmişti.
İnsanlar içinde, Hâbil-Kâbil hikâyesi hala devam ediyor. Şeytan ve insan oyunu kıyamete kadar da sürecek.
Kabil, kardeşi Habil’i öldürdüğü zaman, Hz. Adem (as) ve Hz. Havva validemiz çok üzülürler. Allah-u Teâlâ bunun üzerine, onlara bir hibe, bir nimet olarak Hz. Şit’i (as) verir. Şit (as) Kabil’in Habil’i öldürmesinden beş sene sonra dünyaya gelir. O dünyaya geldiği zaman, Cebrail (as), Hz. Havva’ya “Allah bu çocuğu Habil’in yerine verdi” diyerek teselli eder. Hz. Adem (as) de o zaman “Bu çocuk, Allah’ın bize bir hediyesi, bir hibesidir” diyerek sevinir. (İbnu’l-Esir, el-Kâmil, Beyrut 1965, C. I, s. 47).
Hz. Şit aleyhisselâmın ismi “Şîs”tir ve Allah’ın bağışı anlamına gelmektedir. Hz. Şîs aleyhisselâmın isminin “Şit” olarak telaffuz edilmesi dile yerleşmiş yaygın bir hata olarak görülmektedir. Hadis-i şeriflerde ve tarihi kaynaklarda “Şîs” olarak geçen bu isim, zamanla daha kolay telaffuza sahip olduğundan olsa gerek “Şit” şeklinde söylenir olmuştur.
Hz. Adem’in alnında olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav) Nur’u, Şit (as) doğduğu zaman, onun alnına geçti.
Şit Aleyhisselâmın alnında parlayan Peygamberlik Nur'u, zevcesine, oğlu Enuş doğduğu zaman da Enuş'un alnına, ondan da oğlu Kaynan'ın alnına geçmiş, asırlar boyunca alından alına geçmiş durmuş ve nihayet, Abdulmuttalibden Abdullâh'a, ondan da, Muhammed Aleyhissalatü vesselâma geçip son temelli sahibinde karar kılmıştır.
Şit (as), Hz. Adem’in (as) çocuklarının en iyisi, en üstünü ve babasına en çok benzeyeni idi. Hz. Adem (as) vefatından önce onu çağırmış, nasihatte bulunmuş ve:
“Ey oğulcuğum, sen benden sonra halifemsin” diyerek takva üzere hareket etmesini ve bu yoldan asla ayrılmamasını tavsiye etmişti.
Şit’e (as) kaç sahife gönderildiği hususunda farklı rivayetler vardır. Muteber olan rivayete göre, kendisine Yüce Allah tarafından elli sahifeden meydana gelen mukaddes bir metin gönderilmiş, o da bu metinde yer alan emirlere göre tebliğ vazifesini yerine getirmiştir.
Şit (as) aynı zamanda, Hz. Adem’den sonra Kabe’nin onarımı ile uğraşan, duvarlarını taş ve çamurdan yapan ilk kişidir. (İbnu’l-Esir, el-Kâmil, Beyrut, 1965, C. I, s. 47).
Hz Adem (as) ve Peygamberimiz’in (sav) Karşılaşması
Peygamberimiz Aleyhisselâm; Mirac gecesinde, Cebrail (as) ile dünya semasının üzerine çıktıkları zaman, orada oturan, sağında ve solunda birtakım karaltılar bulunan, sağına baktıkça gülen; soluna baktıkça da ağlayan bir Zat ile karşılaşmalardı.
Cebrail (as), Peygamber Efendimiz’e (sav):
"Selâm ver Ona!" dedi.
Peygamberimiz, selâm verdi.
O da Peygamberimizin selamına mukabele etti ve:
"Hoş geldin, safa geldin salih Peygamber! Salih oğul!" dedi.
Peygamberimiz, Cebrail’e (as):
"Kim bu?" diye sordu.
Cebrail Aleyhisselam:
"Bu, atan Adem (Aleyhisselam)’dır! Dedi.
Sağında ve solunda olan şu karaltılar da onun soyundan gelen çocuklarının ruhlarıdır!
Onlardan, sağında olanlar, Cennetlik; solunda olan karaltılar da Cehennemliktirler! Sağına bakınca, güler, soluna bakınca da ağlar!" dedi. (Ahmed b. Hanbel, Müsned c.5; Buhari, Sahih, c.1; Müslim, Sahih, c.1)