İlahiyat Fakültesi hocaları arasında yaşayan en kıdemli öğretim üyesi Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu 25 Ekim 2022 günü Rabbimizin davetine icabet etti. Doğum yeri olan Hendek’teki aile kabristanında toprağa verildi.
1929’da Sakarya’nın Hendek ilçesinde dünyaya gelen hocamız Ankara İlahiyat Fakültesinden mezun olup 1960’ta doktorasını tamamladı. “Kur’an tefsirinin doğuşu ve buna hız veren âmiller” konulu bu tez gerçekten tefsir ilminin önemli bir merhalesini ele alıyordu. Yine ilk döneme ait “Yahya bin Sellam ve tefsirdeki metodu” çalışması ile 1968’de doçentliğe yükseldi. Doçentliğinden önce Tunus ve İngiltere’de uzun süreli kalarak araştırmalarda bulundu.
Elli yıl boyunca defalarca basımı yenilenen ve en ünlü eseri olup Fakültelerde ders kitabı olarak okutulan “Tefsir Usulü”nü 1971’de yayınladı (348 s.) Alanında en kapsamlı nadir kitaplardan biri oldu. 1975’de profesörlüğünden emekli oluncaya kadar Ankara İ. F. Tefsir Anabilim Dalı Başkanlığı yaptı. Çok sayıda yüksek lisans ve doktora tezine danışmanlık etti. “Tefsir Tarihi”, “İmam-Hatip Liseleri için Tefsir Ders Kitabı”, “Kur’an-ı Kerim’den Öğütler” kitapları arasındadır. İlmî makalelerini Fakülte dergisi ile Diyanet dergisinde yayınladı.
1960-64 öğrencilik dönemimde onu fakültede görmemiştim. Anlaşılan tez çalışmalarında veya yurt dışında bulunuyordu. 1968’de Erzurum Atatürk Üniv. Edebiyat Fakültesine Arap dili ve edebiyatı asistanı olarak girdim. Bölüm başkanım garip bir insandı. İslam dininden ve Kur’an’dan haz etmediğini açıkça söylerdi. Bir defasında bölümdeki bir başka arkadaş Nihat Alptürk ile odasında iken şu cümleyi sarf ettiğini hayretle duymuştuk: “Her nasılsa ben bu Arapça alanına girmişim. Artık ekmek parası olarak ister istemez devam ediyorum.” Üniversiteler tarihinde başka örneği olduğunu sanmadığım şu gerçekle bu konuyu sonlandırayım:
Bu kişi (Prof. Ahmet İhsan Türek) akademik hayatunda bir tek doktora danışmanlığı yapmadan emekli oldu. (Mesela ben emekli olduğumda 28 doktora, 32 yüksek lisans tezi danışmanlığı yapmıştım). 1970-71 döneminde bir yıllık burs bularak Bağdat’a gitmiştim. Dönüşümde İslamî İlimler Fakültesi yeni başlayıp dekanlığına Prof. Dr. Kaya Bilgegil atanmıştı. Bölümümüzdeki durumu yakından bildiğinden bana: “Bölüm başkanınız seni iflah etmeyecek, istersen seni bu yeni fakülteye nakil edelim” deyince oraya geçip Tefsir asistanlığına başladım. Erzurum’da bu alanda doktora hocası olmadığından Ankara’da tek adres olarak Prof. Cerrahoğlu beyin danışmanlığında çalışmaya başlayıp 1973’te “Hz. Peygamber’in Kur’an’ı Tefsiri” konusundaki tezimi tamamladım. Galiba onun yöneticiliğini yaptığı ilk doktora tezini ben hazırladm.
İlahiyat fakültesinin açılması hakkında burada bir parantez açmayı gerekli görüyorum. Tevhid-i tedrisat kanunu ile (1924) medreselerin kapatılmasını müteakip kalan İstanbul Darülfünun İlahiyat Fakültesi de 1933’de kapatıldıktan sonra Türkiye’de din eğitim kurumu kalmamıştı. İkinci Dünya Savaşı sonundaki şartların zorlaması ile Türkiye, Sovyet Sosyalist Bloku’nun tehdidi karşısında Batı Bloku’nda yer almaya mecbur kaldı.
Avrupa Konseyi’ne başvurunca gerekli hürriyet şartlarından birinin de din hürriyeti olduğu görüldü. 1949’da ilahiyat fakültesi ile bir imam hatip okulu açılması hakkında kanun çıkarıldı.
Fakülteyi başlatacak akademisyenler olmayınca hukuk, edebiyat, dil-tarih fakülte profesörlerinden bir grup tayin edildi. Fakülteye girdiğim 1960-61 öğretim yılında on küsur profesör arasında İslamî ilimler alanında tek kişi M. Tayyib Okiç idi. O da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayıp Bosna’lı bir mülteci idi. İhtisas alanı Hadis idi. Fakat başka uzman olmadığından tefsir, fıkıh, kelam gibi temel İslam ilimleri kürsü başkanlığını o deruhde ediyordu. Onun asistanları: İ. Cerrahoğlu , Talat Koçyiğit (Hadis), Esat Kılıçer (fıkıh), Hüseyin Atay (Kelam) alanlarında uzmanlaştılar. Sonraki birkaç yıl içinde Mehmet Hatiboğlu, Esat Coşan, Süleyman Ateş gibi asistanlar kulvara girdiler. Zamanla Fakültenin İslamî ilimler vasfı nispeten belirgin hale geldi. Bunda büyük hisse merhum Prof. Tayyib hocamızın oldu.
Konumunun hakkını veren, son derece tedbirli hareketine rağmen 1968’den sonra fakülte yönetimi onu kadro dışı bırakı. Fakat İsmail, Talat, Mehmet, Esat, Süleyman bey gibi çok hoca ona saygılarını ve desteklerini devam ettirdiler. 1974 yılında Okiç hocamız Erzurum İslamî İlimler Fak. Kadrosuna dahil oldu (Bunda az da olsa bir hizmete beni vesile ettiği için Rabbime şükür ederim). Rektör Kemal Bıyıkoğlu ve Dekan Kaya Bilgegil onu kadroya almaya kanaat getirince, Erzurum’u ve Üniversitemizi tanıması için davet ettim. Gelip on gün kadar Üniversite misafirhanesinde ağırlandı. Derken Kaya bey bana: “Tayini gerçekleştirmek için Hocamızdan bir istek dilekçesi alıp getir” dedi. Gidip söyleyince, buruk bir tavırla: “Bu yaşıma kadar göreve talip olmadım” dedi. Kaya beye cevabını iletince şöyle demişti: “O zaman, formasyonunu belirttikten sonra, kendisinden aldığımız şifahî mutabakatına binaen” diyerek teklifini hazırlayalım” deyip öyle yapmıştı. 1977 sonlarında bu görevde iken vefat etti.
Birkaç yıl sonra İslamî İlimler Fakültesi’ne dekan olacak profesör bulunmuyordu. İsmail Cerrahoğlu hocamız fedakârlık etti. Ankara’daki düzenini bozup Erzurum’a gelip fakülteye sahip çıktı. 1976-1978 arasında üç yıl orada kaldı. İmtihan dünyası olan bu dünyada, onun bu hizmetini takdir edenler yanında kalbini kıranlar da oldu. Kariyerlerinde desteğini gördükleri bu hocamızın aleyhinde olanlar çıktı. Hayal kırıklığına uğrayıp dekanlıktan istifa etti. Süresini tamamlamak için bir yıl kadar daha orada kalıp sonra Ankara’daki görevine döndü. Yıllar sonra bile unutamadığı bir acı yaşadı. Erzurum’da iken, hocasna bir vefa, aynı zamanda önemli bir ilmî hizmet yaptı. 1978’de “Prof. M. Tayyib Okiç Armağan” adı ile bir çok akademisyenin çalışmalarını ihtiva eden bir esere önderlik etti. Önemli gördüğüm bir anekdotunu aktarayım: Tayyib hocamız gibi İsmail bey de ifadelerinde ve randevülerinde çok hassas idiler. İsmail Hocam bir vesile ile bana şöyle demişti: “Onunla olan uzun münasebetimizde en az kırk sefer randevüleştik. Bir defa bile vaktinde buluşamadığımız olmadı. Çoğu zaman beş dakika önce gitme halinde birbirimizle karşılaşırdık."
İbrahim. Cerrahoğlu bey 1977 yılında benim doçentlik jürimde bulundu. Aynı dönemde , aynı jüri benden başka iki adayın jürisinde de üye imişler. Onlardan biri benim doçentlik tezimi eleştirip olumsuz oy verecek gibi davranmış.
Bunun üzerine İsmail bey kesin bir tavırla şöyle demiş: “Değerli arkadaşlar, önümüzdeki üç tez içinde bence en başarılı olan çalışma Suat Yıldırım’ın çalışmasıdır. Eğer bu kabul edilmeyecekse her üçünü de başarısız saymamız gerekir.” Söz konusu tez “Kur’an’da Uluhiyyet” kitabım idi. Bunu bizzat kendisi bana söylemişti. Demek İsmail bey, “nurcu” olarak bilinen bir aday?n hakk?n? vermekle ciddi bir risk alm?şt?. O da, Tayyib bey de hayatlar?n?n sonuna kadar kategorize edilemeyecek bir tutum sürdürmeyi başarm?şlard?. Benim çal?şmalar?mda Risale-i Nur’a dair bir şey yoktu. Buna rağmen böyle bilinen birini objektif değerlendirmek ciddî risk almak demekti. O, bu dengesini koruyarak bunu başarm?şt?.
O, yazdığı eserlerle Kur’an-ı Kerim’e hizmet etti. Yetiştirdiği binlerce talebe, ilmi ile âmil olması, güzel ahlakı, dinî salabette örnekliği ile vefatından sonra da hasenat defterini açık bıraktı. Ayrıca çok zengin kütüphanesini vefatından yıllarca önce Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi’ne bağışlamakla, devam edecek sevaplarına bir bölüm daha ekledi. Rabbimiz onu rahmetine gark edip talebelerini kendisine hayırlı halefler eylesin.