Geçmişten miras alınan değerlerin ve temel disiplinlerin mevcut zamana ve konjonktüre göre yorumlayabilmekte bazı zorluklar vardır. Zamana göre yorumlayacağız deyip yola çıkan çoklarının çok büyük yanlışlıklar içerisine düştükleri de görülmektedir:
“Özellikle şahsî inisiyatiflerle problemlerin halledilmeye çalışıldığı ve indî mülahazaların öne çıktığı yerlerde yanılmalar çok olur. Muhtemel yanılmaları en aza indirmenin yolu ise bu işin bir heyetin mütalaa ve müzakeresine havale edilmesidir. Zira tedavül-ü efkarla hakikatler tebellür eder, yani fikir alış-verişi sayesinde hakikatler ortaya çıkar.
İyi bildiğimiz bazı meseleler olsa bile, hayatın oldukça kompleks hâle geldiği günümüz dünyasında her şeyi bilmemiz mümkün değildir. Bazen nazarlarımız sınırlı kalabilir. Hâdiselere mahrutî bir nazarla bakamayabiliriz. Meşgul olduğumuz mevzuun alâkalı olduğu bütün alanlar hakkında yeterli bilgimiz bulunmayabilir.
Dahası bazen kendimize, nefsimize, arzularımıza takılabiliriz. Olaylara Kur’an mantıkîliği içinde yaklaşamayabiliriz. Ele aldığımız her meseleyi Kur’ân ve Sünnet’in yanıltmaz kıstaslarına göre değerlendiremeyebiliriz. Bize makul gelen, maslahat gördüğümüz şeyler, maslahat-ı merdude (din tarafından reddedilen maslahatlar, faydalar, bir kısım kimselerce maslahat kabul edilse de İslam’ın maslahat görmediği hususlar) olabilir. Bu sebeple de dinin ruhuna aykırı hükümler verebiliriz.” (Dinin Müstakim Yorumu Adına Ölçüler)
Bu bahsedilen yanlışlara düşmemek için en sağlam yol, uzmanlarından oluşmuş heyetlere bu işi havale ederek kollektif şuurdan ve istişareden faydalanmaktır:
“İşte bütün bu mahzurlardan sıyrılmanın yolu, kolektif şuuru devreye sokmaktan geçer. İnsan, tek başına halledeceğini düşündüğü meselelerde bile mutlaka başkalarıyla görüşerek karar vermelidir. Şayet karar ve görüşlerinizi meşveret filtresinden geçirir, şahsî mülahazalarınızı başkalarının bakış açılarıyla kalibre ederseniz işte o zaman doğru ses ve soluğu bulabilirsiniz. Nitekim Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (aleyhissalâtü ve’s-selâm), istişare yapan kimsenin haybet ve hüsran yaşamayacağını ifade buyurmuştur.” (Dinin Müstakim Yorumu Adına Ölçüler)
Bir diğer çok önemli husus ise bu işler yapılırken sahabeye ve selef-i salihine bağlı hareket etmek ve onların durduğu yerde durmak gerekir ki sapmalara düşülmesin:
“Yoruma açık alanlarda kendi mütalaalarımızı arz etsek, zamana uygun yorumlar getirsek de, dinin muhkem (değişmez) hükümlerini çiğnememeye dikkat etmeliyiz. Güncel problemlere çözüm bulma adına ortaya koyacağımız zihnî ve fikrî aktiviteler, bizi başta sahabe-i kiram olmak üzere selef âlimlerine karşı saygısızlığa sevk etmemeli.
Zira bir kere ipin ucunu kaçırdığınız zaman işin nerede duracağı belli olmaz. Bugün sahabeyi sorgulamakla işe başlarsanız, Allah muhafaza yarın İnsanlığın İftihar Tablosu’na (sallallahu aleyhi ve sellem) bir “postacı” nazarıyla bakma küstahlığına girersiniz. Hatta iş burada da kalmayarak Kur’ân’a da uzanabilir. Nitekim günümüzde Kur’ân’a tarihsel bir metin nazarıyla bakan, onu yalnızca on dört asır evvel yaşamış insanların idrakine hitap eden bir kitap olarak gören ve bu sebeple de pek çok muhkem hükmü değiştirmeye çalışanların sayısı az değildir.” (Dinin Müstakim Yorumu Adına Ölçüler)
Günümüzde çokları tarihselcilik mülahazasına kapılarak, dinde ve dinin değişmeyecek hükümlerini kendi arzularına göre değiştirmek ve bunu da “zamanın gerektirdiği reformlar” adı altında yapmak istemektedirler.
Bu hastalığa yakalanan insanların tabi oldukları dine ve o dinin değerlerine karşı bir güven problemleri vardır ve bunların günümüz modern dünyasında yaşanamayacağı gibi bir inanç ve düşünceye sahiptirler:
“Alışkanlıklar, lüks ve fanteziler, farklı görüşlerle kendini ifade etme mülahazaları, insanları Kur’ân’ın ruhuna aykırı bir kısım marjinal görüşlere sevk edebiliyor. Keza modern dünyanın dayattığı hayat tarzını altından kalkılamaz ve değiştirilemez görme, aslından uzaklaşan bir kısım uygulamaları yeniden yörüngesine oturtmanın mümkün olmadığını düşünme veya terkedilmiş ve unutulmuş bir kısım değerleri yeniden topluma benimsetmenin artık imkânsız olduğu kanaatine sahip olma da bu konudaki kayma ve savrulmaların diğer gerekçeleri olarak görülebilir.
Böyle bir düşüncenin altında hem Allah’ın inayet ve riayetine gerektiği gibi inanmama hem de sahip olunan değerlere ve inanılan hakikatlere yeterince güvenmeme gibi sebepler vardır. Oysaki bu konuda Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) örnekliği bize yeter. Zira O, her türlü zulüm ve vahşetin kol gezdiği cahiliye toplumundan, akıl ve kalbleri terbiye edecek bir ümmet yetiştirmiş; cahil ve görgüsüz insanları medeniyet muallimliğine yükseltmişti.” (Dinin Müstakim Yorumu Adına Ölçüler)
Bu negatif düşünen insanlar, bugünün güçler dengesinin aleyhlerine çevrildiği bir dünyada ve hâkim olan baskın kültürler karşısında bu değerlerinin yaşanmasının mümkün olmadığını düşünmektedirler. Halbuki, kendi dinlerine ve değerlerine bir güven içerisinde, onların zaman üstü oldukları ve her zamanın onlara ihtiyacı olduğunun şuuru ile hareket edilmelidir.
İslâm ilk geldiği zamanda da aynı durum vardı. O zamanın hâkim anlayışları İslâm’tan çok farklıydı ve müşrikler güç dengelerini ellerinde bulunduruyorlardı ve buna rağmen Allah Resulü (SAV) bütün bunların üstesinden gelerek başarılı olmuşlardı.
Bize düşen, vazifemizi yapıp şe’n-i rububiyetin gereğine karışmamaktır
Bu güven problemi yaşayan insanların aslında önemli bir iman problemlerinin olduğu görülmektedir. Onlar başarıyı kendi güç ve kuvvetlerine verdiklerinden, yani mu’tezili bir inanca sahip olduklarından dolayı, bütün bunları gerçekleştirecek ve bu değerleri yeryüzünde tekrar hayattar edecek Zat’ın Allah (CC) olduğunu bilemediklerinden veya unuttuklarından dolayı böyle bir gaflet içerisindedirler:
“Eğer problemlerin sadece kendi ceht ve çabalarımızla çözüleceğini zannediyor, yeni bir ba’sü ba’de’l-mevte giden yolu kendi güç ve iktidarımızla sınırlı görüyorsak büyük bir yanılgı içindeyiz demektir.
Bize düşen, vazifemizi yapıp şe’n-i rububiyetin gereğine karışmamaktır. Biz, kendi sorumluluklarımızı yerine getirdikten sonra hakikatin gücüne dayanmalı, Allah’ın ekstradan inayetlerine inanmalıyız. Kâinattaki baş döndürücü tasarruf ve icraatlarıyla kuvvet ve kudretini ortaya koyan Cenab-ı Hak, bizim minik gayretlerimize de bereket lütfedecek, yetersiz kaldığımız yerlerde elimizden tutacaktır.
Bu açıdan kendi acziyet ve zafiyetimize bakarak hakikatlerle oynamamalı, modern hayata ayak uyduracağız diye sahip olduğumuz değerlerden uzaklaşmamalıyız. Kur’ân’ın gücüne inanmalı, ona itimat etmeli ve yüz yüze geldiğimiz problemlere çözüm bulma zannıyla onun hükümlerini tahrif etmemeliyiz.” (Dinin Müstakim Yorumu Adına Ölçüler)
Maalesef, günümüzde dini meselelerde çok büyük bir bilgisizlik ve cahillik söz konusudur. Daha da kötüsü, medya ve özellikle de sosyal medya üzerinden elde edilen yanlış bilgiden kaynaklanan dini meseleleri çok iyi bildikleri düşüncesi gibi bir büyük yanlış söz konusudur.
İnsanlar bu mecralardaki popüler sözde alimler ve hocaların peşine takılmakta, kendi nefis ve arzularının isteklerine daha çok evet diyen düşünceleri dillendiren sözde entelektüellerin arkasından gitmektedirler:
“Bazen merkezdeki küçük bir açı, muhit hattında kocaman bir açı meydana getirebilir. Okçular tepesinin terk edilmesi şeklindeki yanlış bir karar, nicelerinin canına mâl olabilir. Üç beş maceraperestin yapmış olduğu hatalar, bir millet adına altından kalkılmaz problemlere sebep olabilir. Aynen bunlar gibi dini anlama ve yorumlama konumunda olan insanların yapacakları hatalar da ileride telafisi çok zor olacak sapmalara yol açabilir.
Bu tür konularda özellikle topluma rehberlik yapan, öncü konumunda bulunan insanların yaklaşımları, tavır ve davranışları çok önemlidir. Çünkü arkadan gelenler onları takip eder. Eğer onlar doğru yürürlerse, arkadan gelenler de aynen o doğru çizgiyi takip eder. Fakat önden gidenler bir kısım yanlışlar yaparlarsa, yapılan yanlışlar onlarla sınırlı kalmaz, umumileşir ve büyür.
Maalesef günümüzdeki problemlerin altında yatan önemli sebeplerden biri de, önde gözüken bazı insanların durdukları yerin hakkını verememeleri, durdukları yere uygun düşünememeleridir. Onların yaşadıkları düşünce kaymaları, tabana indiği zaman büyük yıkımlara sebebiyet verebilmektedir. Bu itibarla herkes için önemli olsa da, özellikle önde bulunan kimselerin müstakim düşünmeleri ve müstakim davranmaları çok önemlidir.” (Dinin Müstakim Yorumu Adına Ölçüler)