Hizmet Hareketi, bugünün vahşete açık dünyasında, insanların iyiliği için çalışacak, usulünce iyilik, doğruluk ve güzelliği teşvik edip yayacak ve kötülük, yanlışlık ve çirkinliğin önünü alacak bir topluluk olma adına çok büyük ümitler vaat etmektedir.
Kendilerine yapılan çok büyük zulümlere rağmen müspet (pozitif) hareketten taviz vermemişler, emniyetin, sulhun ve barışın muhafazası için her türlü fedakarlığa katlanmışlar, anarşi ve terörden şiddetle uzak durmuşlar ve bunlara karşı hep mücadele içerisinde olmuşlardır.
Bu istikamet üzere duruşları, onca yaşadıkları mağduriyete rağmen maddi güç ve kuvvete başvurmamaları, haklarını hep hukuk çerçevesi içerisinde aramaları ve bütün bunların bütün bir dünyanın gözü önünde ve uzun zamandır devam etmesi bu ümidi daha güçlendirmektedir:
Şimdi bazı mahrutî bakanlar, bütüncül bir nazar ile insanlığı temâşâya, mercek altına alanlar, bir yönüyle bu hareketin kıpırdanışlarında, dünya adına bir kısım ümit hecelemelerine giriyorlar: “Galiba insanlık için vaad edilecek şeyleri, bunlar vaad edecek!
Sulh esintileri ve sulh meltemleri ile gönüllerde inşirah hâsıl etmek lazım
Yoksa her yerde öldürücü, kahredici silahlar yapılıyor; biri, diğerini öldürmek suretiyle onun yerine konmak istiyor. Esasen “sulh esintileri” ile, “sulh meltemleri” ile gönüllerde inşirah hâsıl etmek, insanların birbirleriyle kucaklaşmasını, sarmaş-dolaş olmasını sağlamak, muânakalar (kucaklaşmalar) ile içlerdeki kini-nefreti atmalarını temin etmek lazım.
Zannediyorum, bunlar, işte o Türkçe Olimpiyatları’yla (Uluslararası Dil ve Kültür Festivali-IFLC), dünyanın değişik yerlerinde açtıkları okullarla, bunu belli ölçüde tecrübe mahiyetinde sergilediler. Demek ki az daha dişlerini sıksalar hakikaten, ümit-bahş olacaklar; dünyanın yaşanır bir dünya haline gelmesi adına da rehberlik yapacaklar…”
Dünya bunu intizar ediyorsa, hem onları inkisara uğratmamak, düşüncelerinde/hülyalarında yalancı çıkarmamak, hem de zikzaklarımız ile aynı zamanda başkalarını yanlış yollara sevk etmemek için bugüne kadar yürüdüğümüz yolda biraz daha atımızı mahmuzlayarak veya vites değiştirerek daha hızlı, daha temkinli yürümek mecburiyetindeyiz.
“Aman şu davranışlarımız, şu şekilde yorumlanır! Celb edelim derken, kaçırmış oluruz!” mülahazasıyla daha temkinli yaşamamız lazım. “Temkin” -antrparantez- Tasavvuf’ta en son mertebedir. Daha temkinli davranarak, hem Allah’a karşı münasebetlerimizde, hem insanlara karşı münasebetlerimizde başkalarını şaşırtacak, yanlış şeylere sevk edecek tavır ve davranışlardan yılandan-çıyandan kaçıyor gibi kaçınmalıyız.” (İmanın Tadı, İnsana Sevgi ve Ümit)
Bu kadar büyük ve önemli işte başarılı olabilmek için tam inanmış, marifet (Allah bilgisi) ve ilim sahibi insanların varlığına ihtiyaç olduğu ifade edilmişti. Bu donanıma sahip olmayan insanlar ise bu zorlu yolda uzun soluklu olamayacak ve istikamet (doğruluk) üzere devamlı olamayacaklardır:
“Hazreti Rûh-u Seyyidi’l-Enâm şöyle buyuruyor: “Şu üç haslet kimde bulunursa, o imanın tadını duyar: Allah’ı ve O’nun Rasûlü’nü her şeyden ve herkesten daha fazla sevmek; sevdiğini yalnız Allah rızası için sevmek ve Allah onu küfürden kurtardıktan sonra yeniden küfre düşmeyi ateşe atılmaktan daha kerih görmek.”
Her şeyin üstünde, “iman” etmek; imanını “marifet” ile taçlandırmak… Marifete dayanmayan bir iman, her zaman bir sarsıntı ile devrilebilir. Günümüzde bir kısım gâile, belâ, mesâib (musibetler) ve mesâvî (günahlar) ile sarsılan insanların durumu…
Evet, Allah’a iman.. sonra imanı marifet ile taçlandırma.. marifetin muhabbete/Allah sevgisine kanatlanmasını sağlama… Allah sevgisini aşk u iştiyâk-ı likâullah ile taçlandırma.” (İmanın Tadı, İnsana Sevgi ve Ümit)
Bu şekilde imana ulaşmış, marifet (Allah bilgisi) ve muhabbetle (Allah sevgisi) ile donanmış insanlar bütün bir mahlukata karşı Allah’ın (CC) sanatları olduğu için sevgi ve alaka duyar ve ona göre kıymet verirler. Her şey onlar için bir değer ve kıymet ifade eder:
İnsan “Allah’ı ve O’nun Rasûlü’nü her şeyden ve herkesten daha fazla sevme” ile donanınca, ondan sonra yapacağı şeyler de bu istikamet üzere -olacak-, “Sevdiğini yalnız Allah rızası için sevme” -ile beraber- başkalarını seviyorsa, münasebete geçiyorsa, sarmaş-dolaş oluyorsa, muânakada bulunuyorsa, Allah’a karşı münasebet yerleri itibarıyla, konumları itibarıyla yapacak bunları; o da bir yönüyle Allah için onları sevecek.
Neden meseleyi bu kadar uzattım?
Yani, birileri sizinle beraber aynı safı paylaşıyorsa, Kâbe’nin etrafında, Mele-i A’lânın sâkinleri gibi halka haline geliyorsa, hep aynı duyguyu, aynı düşünceyi terennüm ediyorsa şayet, senin sevgi dünyanda onların yeri başkadır; saff-ı evveli teşkil ediyorlar. Birileri şöyle-böyle, düşe-kalka geliyorlar ise, ikinci safta yerlerini alıyorlar. Birileri oturmuş, “Bakalım hele bunlar ne zaman rükûa varacak?!” diye o güzel tabloyu temâşâ ediyorlarsa ve içlerinde bir imrenme duygusu var ise, bir de onlara karşı bir sevgi; onlara karşı da onlar kadar bir sevgi, bir alaka esasen…
Birileri de “Bunlar ile uzun yol alınabilir. Bunlar ile bir gelecek imar edilebilir. Şu deformasyon, giderilebilir!” mülahazası ile bakıyor, taklit ediyor ve imreniyorlar ise, bir de onlara karşı bir alaka… Derece derece, herkese karşı bir alaka gösterme… Çünkü bahsettiğim hususların hepsi, bazıları tamamiyet içinde, bazıları yarımlık çerçevesinde, bazıları üçte bir olma çerçevesinde, bazıları dörtte bir olma çerçevesinde, bazıları beşte bir olma çerçevesinde, o dairevi halkaya dâhil oluyorlar.” (İmanın Tadı, İnsana Sevgi ve Ümit)
İnsan değerler üstü bir kıymete sahiptir
İnsan, ism-i Rahman’ı tamamıyla gösterir bir surette yaratılmıştır ve ona karşı alaka/sevgi, Allah’ın sanatına saygı demektir. İnsan en mükemmel bir surette Alah’ın (CC) isimlerini ve sıfatlarını gösteren bir mahiyete sahip olduğundan dolayı, değerler üstü bir kıymete sahiptir. Allah Rasülû (SAV) bu sırra binaen, Hazret-i Cebrail’i (AS) bile geride bırakacak bir yüksek dereceye ulaşmışlardır:
Allah (celle celâluhu) insanı, sûret-i Râhman’da yaratmıştır.” Bu mübarek beyanı, Hazreti Pîr’in izahı içinde anlamak lazım… Zât-ı Ulûhiyeti, Esmâ-i Hüsnâsı ile, Sıfât-ı Sübhâniyesi ile aksettirecek en mücellâ bir ayna var ise, o da insandır. Evet, bu mahiyetini değerlendirdiği zaman, insan ruhanilerin önüne geçecektir…
Şimdi, bu yönüyle insan, Zât-ı Ulûhiyetin evsâf, sıfât-ı Sübhâniye ve Esmâ-i Hüsnâ’sını tam aksettiren bir ayna mı değil mi? Siz karar verin!.. Böyle bir varlık, insan… Dolayısıyla insana karşı alaka, Allah’ın sanatına karşı alaka demektir. Dolayısıyla bu, Allah’a karşı saygının ifadesidir. Ve işte dar dairede değil, bağnazca düşünce dairesinde değil, esasen skolastik düşünce dairesinde değil, bu dairede, bu mülahazalar çerçevesinde meseleye baktığınız zaman, herkesi bir çeşit kucaklama duygusu ve düşüncesi içinizde belirecektir: “Yahu bu da kucaklanacak bir insan!.. Bu da kucaklanacak bir insan!..”” (İmanın Tadı, İnsana Sevgi ve Ümit)
İşte bu kadar büyük bir değere sahip olan insanlar arasında diyalogla köprüler kurmak ve onları ortak değerler etrafında bir araya getirerek kaynaştırmak çok önemlidir. Bu şekilde birbirlerini anlamalarını ve aralarında barış ve huzuru temin etmek mümkün olabilecektir.
Hizmet hareketinin diyalog hizmetleriyle ve buna uygun plan ve projelerle ortaya çıkması bu açıdan çok büyük bir değere sahiptir. İnsanlar ne kadar kaynaşır ve bu ortak payda ve değerler etrafında bir araya gelebilirlerse o kadar hayırlar, iyilikler ve güzellikler ortaya çıkacak yanlışlıklar, çirkinlikler, zulümler ve kötülükler engellenebilecektir.
İşte bu projelerden bir tanesi de önceleri Türkçe olimpiyatları olarak başlayan ve sonra Uluslararası Dil ve Kültür Festivali-IFLC olarak devam eden projedir:
şemsiyesi altında yapılan faaliyetler oyun ve eğlence değil, insanlığı kaynaştırma adına ümit bahşeden gayretler idi; diğer kültürlere de saygı çerçevesinde mutlaka devam ettirilmeli!..
İşte buraya geliyorlar… Falan yerde bilmem neyin başı, filan yerde bilmem neyin başı; ayrı bir inanç ve yolda… Ama “Ne olur sarılabilir miyim sana?!” diyorlar… Şimdi bu insanlar, size sarılmak istiyorlar. Bence “İlahî Ahlak” olarak size bir adım gelene, siz on adım gitmelisiniz. Size on adım geliyorsa birisi, yüz adım ile ona yaklaşmalısınız; kucaklamalısınız onu.
“el-Mer’” diyor, “insan” diyor. Anlıyor musunuz?!. Tabii en başta ilk safı teşkil edenler, ikinci safı teşkil edenler, üçüncü safı teşkil edenler… Yüzüncü safı teşkil edenler… Herkesin böyle bir kucaklamadan çok farklı seviyede, farklı derinlikte, farklı bir şivede, farklı bir keyfiyette hissesi olmalı. Herkesin bir hususiyeti vardır; Cenâb-ı Hak, o mevzuda yanıltmadan, o hususiyetlere göre hareket etmeye muvaffak eylesin bizleri!..
Şu dünyevî gibi görünen Türkçe Olimpiyatları’nda, sizin o güzide arkadaşlarınız bunları yapmaya muvaffak olmuşlardı.
O olimpiyatları ben, sadece televizyon ekranında seyrettim. Ve hakikaten o meselelerin bıraktığı uçlarda geleceğin insanının içtihadı ile bütün gönüllerin fethedilebileceği inancına vardım. Orada o siyah insan, bembeyaz insana sarılıp ağlarken, ayrılışları ağlama ile taçlandırırken, ben de oturduğum yerde saldım gözlerimi/gözyaşlarımı, ben de onlarla beraber ağlamaya durdum.
O, ümit bahşeden bir keyfiyet idi; devam ettirilmesi lazım. “Oyun, eğlence!” dememeli bu meseleye. “İnsanlığı kaynaştırma” demektir bu, bir yönüyle. Ama her dünyanın kendine göre kültür değerleri var. Siz, onların kültür değerlerine saygılı olmazsanız, onlar da size saygılı olmazlar. Sizin âlemden beklediğiniz şey, âlemin de aynıyla sizden beklediği şeydir; verin beklediklerini ki, bulasınız beklediğinizi…” (İmanın Tadı, İnsana Sevgi ve Ümit)