Bütün varlıklara ve insanlara rahmet olarak gönderilen bir peygamberin temsilcilerinin umum insanların faydasını ve iyiliğini gözetecek şekilde hareket etmeleri, yeryüzünde sulhun ve barışın temsilcileri olmaları gerekirken, O’nun (SAV) ümmetinden olduklarını iddia eden bazı oluşumların yeryüzünde anarşi ve teröre hizmet etmeleri, insanlarda vahşet uyandıracak faaliyetlere ve zulümlere imza atmalarını hakiki bir iman ile ve gerçek bir Mümin ahlakıyla bir arada düşünmek mümkün değildir.
Bunlar ait olduklarını iddia ettikleri dinlerinin emirlerine ve telkinlerine tamamen ters hareket etmekte, yaptıklarıyla hem dinlerine hem insanlara hem de Müslümanlara en büyük zararları vermekte ve insanlığın zararına faaliyet gösteren uğursuz oluşumlara hizmet etmektedirler:
Zannediyorum, günümüzde insanlık kendine ediyor ama esasen biz, insanlığa ediyoruz. Tam bir kıvam sergilemediğimizden / sergileyemediğimizden dolayı, Müslümanlığı öyle görüyorlar. Bulantı hâsıl eden dünya kadar zift cereyanı var. Etrafınıza bakın, Müslümanlığın dırahşan çehresini karartan, “Niye benim gibi düşünmüyorsun!” diye insanların kellelerini alan kimseler var. Bunları gören insanlar, sadece ürperirler; fakat bu, Allah’ı bilip o marifet ile, o haşyet ile, o huşû ile ürperme gibi bir şey değil, “Aman, Allah göstermesin, iyi ki bu hazirede olmamışız!” diye ürperirler. Ben, isim tasrih etmiyorum, “Falan cereyan, filan cereyan…” demiyorum.
Öylesine mide bulandırıcı ki, onlara bakan insanın, İslamiyet’i seçmesi, intihap etmesi, ona doğru bir adım atması, onu kabullenmesi mümkün değil. Aksine -zannediyorum- ona doğru şöyle böyle yanılarak yönelenleri dahi vazgeçirecekler, “Aman, beyhude yorulmayın, zifte doğru seyahate kalkmışsınız!” filan dedirtecekler.” (İmanın Tadı, İnsana Sevgi ve Ümit)
İslâm alemine değil (bugün İslâm dünyasının varlığından bahsedilemez), Müslümanların yaşadığı coğrafyaya baktığınız zaman insanları İslâm’a girmeye özendiren bir dünya yerine insanları dinden diyanetten uzaklaştıran bir dünya görürsünüz.
İslâm bütün değerleriyle hayata mal edilip yaşanılmasını ister
İslâmiyet ve Müslümanlık sadece ibadetlerden ibaret değildir. Sadece bir etiket de değildir, Müslümanım demekle tam Müslüman olunmaz. İslâm bütün değerleriyle hayata mal edilip yaşanılmasını ister. Böyle olmadığı zaman, İnsanların kulluk, şekil ve dış görünüş adına sergiledikleri şeyler gelenek, örf ve adetler kabilinden şeyler olmaktan kurtulamazlar.
Eğer yapılan kulluklar ve zahirdeki bu haller insanlarda gerçek bir Allah korkusu meydana getirmiyorsa, hak ve hukuku savunarak ayağa kaldırma, her hak sahibine hakkını verme, hem bu dünyayı hem de öteleri imar etme adına çalışma, adalet, şefkat, dürüstlük, doğruluk, emanete hakkıyla riayet etme, başkaları için yaşama ve fedakarlık gibi faziletleri netice vermiyorsa, bunlar İslâm’ı temsil etmekten çok uzaktırlar ve maalesef daha çok insanları dinden uzaklaştırırlar.
Günümüzde Türkiye, Mısır, Pakistan, Bangladeş ve diğer Müslümanların yaşadığı coğrafyalara baktığınızda, bu tablonun aynen resmedildiğini görürüz. Demek ki buralarda hakiki İslam ve Müslümanlık yaşanıp temsil edilememektedir.
“Siz, çevrenizdeki Müslüman geçinen dünyaya bakın; mahrutî/bütüncül bir nazarla bakın. İdrakinizi mercek yapın, muhakemenizi mercek yapın veya teleskop haline getirin; o bütüncül nazar ile, olduğu gibi her şeyi tespit etmeye bakın. Zannediyorum benimkiler eksik olacak ama siz, tamamı yakalama imkânına sahip olacaksınız, “Allah böylesini göstermesin!” diyeceksiniz.
Evet, ben bunları âcizâne ifade ederken, Kıtmirce oluyor ama zannediyorum siz, o dünyaları zihninizde canlandırıyorsunuz resim resim; mücerred resimler halinde, sinema perdesi gibi gözünüzün önünde canlanıyor. Ve zannediyorum daha derince düşünseniz, şu mübarek mekânda bile -burası namaz kılma mekânı olması itibarıyla, yoksa bize ait bir yer olması itibarıyla değil- istifrağ etmemek için biraz dişinizi sıkıyorsunuz. İç bulantısı yaşıyorsunuz, “Aman, Allah göstermesin, falan dünyadakilerine benzemeyi, onların konumunda bulunmayı!” diyorsunuz. Hafizanallah…
Bu türlü kirli bir dünya… Kendi tepeden tırnağa zift içinde bulunduğundan dolayı… Bir Türk atasözü vardır, “Âlemi nasıl bilirsin? Kendin gibi.” Şayet sağda-solda kendileri gibi düşünmeyenlere hep “terör” estirip duruyorlar ise, hiç şaşırmayın size “terörist” demelerine; çünkü sizde kendilerini görüyor, sizi de kendileri gibi sanıyorlar.” (İmanın Tadı, İnsana Sevgi ve Ümit)
Öncelikle bunların bütün bir dünyada meydana getirdikleri bu tahribatları ortadan kaldırmak için gerçekten tam inanmış, iman, marifet ve ilimle donanmış insanların yetiştirilmesine ihtiyaç vardır.
Maalesef günümüzde kötü temsiller, terör ve zulümlerle oluşturulan algı ile hak ve hakikatten uzaklaştırılan insanlar, tam bir iman ve marifet sahibi olan insanların ortaya koyacakları doğru ve güzel temsil sayesinde hayra, iyiliğe, doğruya ve güzele doğru koşacaklardır:
Yeniden bir kalbî hayat… İman-ı billah, marifetullah mızrabını kalbe indirmek suretiyle içte o ürpertiyi hâsıl etmek… İçte hâsıl olan o ürperti, bir yönüyle bizim düşünce dünyamızı, dimağımızı harekete geçirecek; ciddî tefekkürler, tedebbürler, tezekkürler çağlayanına kendimizi salacak ve akmamız gerekli olan ummana doğru akmaya duracağız. O’na doğru her adım attıkça, yeni marifet hüzmeleri ile, tayfları ile karşı karşıya kalacağız.
Olduğumuz yerde durursak, mevcut ile iktifâ edersek, bu, dûn-himmetliktir, kurur kalırız. Her gün biraz daha ilerlemek, her gün biraz daha dal-budak salmak, her gün yeni yeni salkımlar ile insanları çağırmak… Dün gördükleri halde yarın bizi görmesinler!.. Çok yeni yeni şeyler olmalı bizde ki, insanlar, ona koşsunlar; koşsun ve bir yönüyle kurtuluş yoluna, kurtuluş ufkuna ersinler.” (İmanın Tadı, İnsana Sevgi ve Ümit)
İşte bu şekilde çok kirletilen bir dünyanın tekrar adaleti, huzuru ve barışı, sevgiyi ve şefkati bulabilmesi ve insanlığa ait hakiki güzel değerlerin tekrar dirilebilmesi, ancak tam inanmış, inanmış olduğu bu değerleri tam yaşayan ve bunları hayata geçirmek için her türlü fedakârlığı göze almış olan ekipler ve topluluklar eliyle mümkün olabilecektir:
Bütün dünyada korkunç bir deformasyon yaşanıyor, dedim. Esasen, bizim dünyamızın deformasyonuna bakarak, “Galiba bu, böyle gidiyor hep! Hep böyle olmuş!” falan diyorlar. Onun için böyle toptan bir görüntü, öyle bir “emr-i bi’l-marûf, nehy-i ani’l-münker” tavrı çok önemlidir. O öyle bir tavırdır ki, zannediyorum ferden ferdâ “emr-i bi’l-marûf, nehy-i ani’l-münker” yapmanın çok üstünde kıymetlidir.
Aslında, bu ümmetin en önemli vasfı odur: (Ey Ümmet-i Muhammed!) Siz, insanların iyiliğine olarak ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Usulünce iyilik, doğruluk ve güzelliği teşvik edip yayar, kötülük, yanlışlık ve çirkinliğin önünü almaya çalışırsınız; elbette Allah’a inanıyor (ve bunu da zaten inancınızdan dolayı ve onun gereği olarak yapıyorsunuz).” (3/110) “Emr-i bi’l-marûf, nehy-i ani’l-münker ile bir adamı hizaya getirme, yığın yığın koyun sürülerinden daha hayırlıdır.” Bunu Beyan Sultanı (sallallâhu aleyhi ve sellem) ifade buyuruyor.
Şimdi bir de toptan bir heyetin, bir cemaat-i nûriyenin, bir irşad ehlinin, âdetâ koro halinde bir meseleyi seslendirmelerini ve tavırlarıyla onu temsil edip ortaya koymalarını, tavır sergisi yapmalarını düşünün. Bunu gördükleri zaman, imrenecekler ve yeniden “Bu dünya, yaşanır bir dünya haline geldi!” diyecekler. “Galiba öbür tarafı da ancak böyle imar edebiliriz!” diyecekler/düşünecekler.
Bugünün değişik yollar ile vahşete açık dünyasında, dünya insanını böyle bir mülahazaya uyarmak, dünya insanında böyle bir mülahazayı oluşturmak çok önemli bir vazifedir. Toptan dünyaya, toptan bir hareketin, âdetâ bir koro sesi ile aynı şeyleri seslendirmesi gibi… O koroyu idare edenler, gelmiş-geçmişler ve aynı zamanda düsturları da bırakmışlar. Onları değerlendirdiğiniz zaman, artık yeniden falanın-filanın karşısına, elinizdeki bir çubuk ile geçip, “Bu Saba’dır, bu Rast’tır, bu Uşşâk’tır, bu Hüzzâm’dır, bu Segâh’tır!” filan demeye lüzum yok. Denen şeyler denmiş esasen ve onlar tın tın bizim kalbimizin kulaklarında çınlıyor…” (İmanın Tadı, İnsana Sevgi ve Ümit)
İnşallah sonraki yazıda Hizmet hareketinin bu beklenen topluluk olma adına ne kadar ümit verici olduğu konusu ile devam edelim…