Hizmet hakkında yapıcı olmayan ve tahriplere yol açacak şekilde konuşanların, eleştiriler getirenlerin yaptıklarını mazur gösterme adına nakarat haline getirdikleri “Şimdi eleştirmeyeceksek ne zaman eleştireceğiz. Zulümlerin bitmesine kadar beklemenin bir anlamı yok. Kaç yıl geçti, daha ne kadar bekleyeceğiz vs.” gibi sözleri bir hakikati ifade etmekten ziyade kendilerini aklama gayretlerini ifade etmektedirler.
Onlardan bazıları da gayet iyi biliyor ki, zulmün devam ettiği, mazlumların mağdur edilmeye devam edildiği bir ortamda, hak ve hukukun bulunmadığı bir zaman diliminde ve ortamında mazlumlara vurmak, onlara zarar verecek şekilde beyanlarda bulunmak doğru ve ahlaki bir şey değildir. Böyle davrananların çirkin görüleceğinden ve itibar kaybına uğrayacağını da bildikleri için böyle mazeretler geliştirmektedirler. Kimisi itibarlarını korumak, insanların desteğini alabilmek kimisi de vicdanını rahatlatabilmek için böyle bir yola başvurmaktadırlar. Ama, hakikat nezdinde bu mazeretleri onları kurtaramayacaktır.
ÖNDE OLAN İNSANLARI YIPRATARAK PARÇALAMA TAKTİKLERİ
Hele bir de yaptıkları bu işlerinde, insanlar üzerinde kudve, manevi önder konumunda bulunan insanları veya eserlerinden birçok kimsenin istifade ettiği alimleri hedeflerine koymuşlar ve onların itibarlarına saldırıyorlarsa yapılan cinayet daha dehşetli bir cinayet olacaktır. Bu insanlara bakıp kendilerine çeki düzen veren insanların sarsılmalarına, güven kaybı yaşamalarına, kuvveyi maneviyelerinin kırılmalarına ve bazılarının da imanlarını kaybetmelerine bile sebebiyet verilmesi söz konusudur.
Üstad Hazretleri Emirdağ Lahikasında, “eleştiriyorum, hakikatleri ortaya çıkarmak benim vazifem, neticesi ne olursa olsun. Kime dokunursa dokunsun” deyip, kendi doğrularını ve kendi anlayışlarını baz alarak sağa sola düşüncesizce saldıranların yol açabileceği tahribatları kendisi üzerinden şöyle ele almaktadırlar: “Hem Risale-i Nur’a muhtaç ve imanını kuvvetlendirmek ve kurtarmak için Nur’ları arayanlara karşı ki, onda üçü veya dördü şahsıma bakmayıp Nur’daki kat’î hüccetlerle iktifa ettiği gibi, beş-altı tane hüccetlerin kıymetini bilmediği için benim şahsıma bakar. “Acaba bizi kandırdı mı, yoksa hakikat mı söylüyor?” diye şahsıma karşı hüsn-ü zanlarını kırmamaya mecbur olduğumdan, şahsımın gizli fenalıklarına perde çekmek bir enaniyet olur mu?
“Doğrusu ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin merhamet edip korudukları hariç, nefis dâima fenalığı ister, kötülüğe sevkeder.” (Yûsuf sûresi, 12/53) âyet-i kerîmesinin sırrıyla nefs-i emmareme itimad edemem. Nefis kusursuz olmaz. Fakat şimdi bu zamanda ejderhalar, ifritler hükmünde dinsizlik komitelerinin hücumları ve tahribatları zamanında, müdafaamda, bende görünen o sinek kanadı kadar kusurları görmek, o hücum edenlere bir yardım hükmüne geçmektir. Ve on adet muhtaçlardan beş-altı bîçâreyi Nur’un ilâçlarından mahrum etmektir. Bu nokta için ben kendi kuvvetime, meziyetime hiç itimad etmeyerek, yalnız hakikat-i Kur’âniye ve onun tefsiri olan hakâik-i imaniyedeki kuvvete istinaden dünyaya ilân ediyorum ki: Bütün dinsizler toplansalar, ben onlara karşı çekinmeyerek meydan okuyorum. Ve başımı eğmiyorum. Ve izzet-i ilmiyeyi kırmıyorum. Eğer bu bir benlik ise, o hiçbir cihetle bana ait değil ve benlik olamaz, salâbet-i imaniye olur.”
Böyle ifritten bir sürecin yaşandığı bir zamanda, niyetleri ne olursa olsun, mazlumların kusurları ve hatalarıyla uğraşanlar, onları dünyaya ilan etmeyi bir gaye haline getirenler, o zulmü yapan zalimlere yardım etmiş olurlar. Yaptıklarıyla onları desteklemiş ve belki de aynı safta yerlerini almış olurlar.
Bunlara bakıp da, bazı insanların Hizmet-i imaniye ve Kur’an’iye’den uzaklaşmalarının veya zaten hadiselerin şokunu hala üstünden atamamış bazılarının gittikleri hak yolu bırakıp ayrılmalarının vebaline de ortak olmuş olurlar. Ayrıca, bu insanların hayır hasenat adına yaptıkları hizmetlerden vaz geçmelerinin mesuliyetini de yüklenmiş olurlar.
Açıktan da olsa dolaylı da olsa cemaatin başındaki bir insanın veya yazdıkları eserlerinden istifade edilen bir alimin gıybetlerini yaparak onların toplumlar veya bireyler nezdindeki konumlarına zarar vermede ortaya çıkan tahribat çok fazla olmaktadır. Daha sonra, sebep olunan yanlışlar anlaşıldığında ise bunları telafi etmek ve bütün bir cemaatten ve bunlardan etkilenen hak sahiplerinden helallik almak neredeyse imkânsız gibidir.
Kritik dönemlerin kendilerine göre hükümleri vardır. Emirdağ Lahikası’nda aynı mektupta zamanın hükmünün nazara alınması ve ona göre hareket edilmesi gerektiğinin önemi de vurgulanmaktadır: “O meçhul zat, izzet-i ilmiyeyi firavuncuklara karşı muhafazamı, bir enaniyet tevehhüm etmiş. Nur talebelerinin hakkımda hüsn-ü zanlarını bütün bütün kırmadığımı bir benlik tahayyül etmiş. Ve iman hakikatlerine dair beyanatıma talebelerin tam itimat ve kanaatlerini temin etmek fikriyle ehl-i velâyetin ve bazı âyâtın kat’î kanaat ettiğim bine yakın emârât ve işaretlerinin izharına mecbur olduğum için bir kısmını has kardeşlerime beyan etmemi bir nevi hodfuruşluk zannetmiş.
Evet, bu zamanda dinsizlik hesabına, benlikleri firavunlaşmış derecede ve imana ve Risale-i Nur’a hücumları zamanında onlara karşı tedâfü’ vaziyetimizde tevazu ve mahviyet göstermek büyük bir cinayet ve hıyanettir. Ve o tevazu, tezellül hükmünde bir ahlâk-ı rezile olur. Onlara karşı izzet-i diniyeyi ve şerafet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için kahramancasına bir sebat, bir kuvve-i mâneviyeyi göstermek, acaba hiçbir vecihle hodfuruşluk olur mu? Hiçbir şöhret-perestlik ve enaniyet olur mu ki, o zat öyle tevehhüm etmiş.”
DOLAYLI OLARAK HOCAEFENDİ’Yİ VE HİZMET’İ YIPRATMAK ÇABALARI
Bazıları, Hocaefendi ile bir problemleri olmadığını, Hizmet insanlarının iyi insanlar olduklarını, kendilerinin Hizmet’e bir düşmanlıklarının bulunmadığını, samimi olduklarını, yardım etmek istediklerini vs. iddiasında bulunmaktadırlar, ama eleştiri ve kritiklerinde yapıcı ve insaflı olmayan, yıkıcı ve zarar veren bir dil kullanmakta, Hocaefendi’yi etrafındakiler veya hizmetin geçmişte yanlış (onlara göre) düşündükleri bazı icraatları üzerinden dolaylı olarak yıpratmayı hedefleyen bir söylem ortaya koymaktadırlar.
Bu bazıları, Hocaefendi’ye açıktan cephe alamamaktadırlar. Çünkü, bu niyetlerini belli ederlerse, Hizmet’teki insanların ekseriyeti tarafından dışlanacaklarının farkındadırlar. Halbuki, diğer şahıslar üzerinden veya dolaylı yaptıkları faaliyetlerinde cemaatten bir karşılık bulabilmektedirler.
Bunlardan bazıları, Hocaefendi’yi kendileri gibi basit, süfli emeller peşinde koşan birisi gibi düşünüp, “Aslında Hocaefendi, cemaati içerisindeki gruplar arası rekabetler, kendi konumunu güçlendirdiğinden dolayı arzulamakta veya bu amaca uygun olarak kullanmaktadır” diyebilmekte ve böylece, bu cemaati ve Hocaefendi’yi hiç anlamadıklarını ortaya koymaktadırlar. Böylelerinin kritiklerinin ve samimiyet iddialarının ne kadar anlamsız ve boş olduğu açıkça ortadadır.
Süreçte yaşanan mağduriyetlerin ve şokların etkisi hala devam ettiği için, Hizmet insanlarında gelişmiş, mevcut bir reaksiyonerlik, tepkisellik vardır. Yaşadıklarının nedenlerine ve bunlara sebebiyet verenlere karşı ciddi bir rahatsızlık söz konusudur. İşte bu menfi söylemleri geliştirenler sürekli olarak bu hassas noktaya yoğunlaştıklarından, bu yaptıkları tahrip edici söylemlerinde cemaat içerisinde bir destek bulabilmektedirler.
Maalesef, bu tepkiselliğin bir sonucu olarak, bazı Hizmet insanları, bu menfi söylem sahiplerine kulak vermekte, kendilerine ve hizmetlerine zarar veren bu kişilere sosyal medya üzerinden veya kendi aralarında dolaylı ve dolaysız olarak destek verebilmektedirler.
Maalesef, bu ruh haletini yaşayan Hizmet insanları, Nebevi ve Kur’an’i olan temel ilke ve prensipler ve kaynaklara başvurup problemlerini çözememekte, hadiselerin şokundan sıyrılıp hizmetlerine devam edememekte, Hizmet’in karşı karşıya olduğu meselelerin çözümüne müspet manada bir katkı sağlayamamaktadırlar.
Bu insanlar, başkalarının belirlediği gündemlerle oturup kalkmakta, meydana getirilen algı yönetimlerinin tesirinde kalmakta, Hocaefendi’nin ifade ettiği gibi, sürekli şaşkınlık içinde ve beyhude eforların yorgunu, her tarafta duyulan kurt ulumaları, çakal seslerine sinelerini açtıklarından çaresizlik içerisinde inlemekte, dört bir yandan gelip ruhlara çarpan acı haberlerle sürekli tedirginlik içinde sürekli emel-elem arası gel-gitler yaşamakta ve her an ayrı bir acı ve ızdırapla ölüp ölüp dirilmektedirler.
İnşâallah sonraki yazıda konuya devam edelim.