YARIM HEKİM CANDAN, YARIM ALİM DİNDEN EDER 3
Günümüzdeki önemli problemlerden bir tanesi de, dinin temellerini ifade eden prensipler, ölçüler, asıllar, inancın çerçevesini belirleyen esaslar, Cenab-ı Hakkı tanıma adına ortaya konulan disiplinler, haşir ve varlık-insan ve Allah münasebetine dair olan hakikatlerden meydan gelen Usûlüddin’i bilmeyenlerin ve her şeyi kitap ve Sünnet ile test etmeden irşad ve tebliğ yapanların kendileri ile beraber peşlerine takılan insanları yanlış yollara sevk etmeleridir.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, “Usûlüddin ekseni” başlıklı Kırık Testi’de, böyle insanların yol açtıkları büyük zararlara şöyle temas etmektedirler:
“Usûl ve üslûp bilmeyen, Kur’ân’ın temel disiplinlerinden, Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) mesajından habersiz olan, selef-i salihîni doğru okuyamayan bir insan ister postnişin, ister irşad makamında görünen bir mürşid, isterse etrafında insanların halkalandığı bir şeyh olsun, onun, her zaman değişik oyun ve aldatmalarıyla şeytanın güdümüne girmesi mümkündür. Şeytan, böyle bir kişiye bazen harikulâdeden bazı şeyler göstermek, bazen de kulağına bir kısım sesler fısıldamak suretiyle bir tane doğrunun yanında ona on tane yanlışı kabul ettirebilir ve farklı inhiraflara sürükleyebilir.
Hâlbuki Usûlüddin’i bilen bir insan, vahiyle müeyyed olmadığının farkındadır. O, kulağına fısıldanan, gözüne aksettirilen, kalbine duyurulan veya ihsaslarına seslenen bir şeyi, Kitap ve Sünnet ile test etmesi gerektiğini bilir. Eğer bu şey, Allah’ın kelâmına, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) sünnet-i sahihasına veya selef-i salihînin bu iki kaynaktan hareketle ortaya koydukları esaslara uygun düşüyorsa “baş göz üstüne” der, minnet ve şükür duygularıyla onu kabul eder. Aksi takdirde bunların hiçbirisine itibar etmez. Bu açıdan Usûlüddin’i bilmeyen insanların mürşid postuna oturmaları tehlikelidir.”
MÜRŞİDLERİN BELİRLENMESİNDE LİYAKAT ESASININ KAYBOLMASI
Daha önceleri liyakat esasına göre mürşidler belirlenirken, sonraları yaşanan dejenerasyonların etkisiyle babadan oğula veya aidiyetlerine bakılarak bu takdirler yapılmaya başlanmıştır. Günümüzde ise bu bozulma had safhaya ulaşmış ve gerekli ilimlere sahip olup olmadıklarına hiç bakılmadan, mürşid olacaklar bir saltanatın el değiştirmesine benzer şekilde bu konumlara getirilmeye başlanmıştır.
Hocaefendi
aynı makalede, zaman içerisinde meydana gelen bu büyük tahribatı şu şekilde ele almaktadırlar:
“Nitekim Muhammed Bahauddin Nakşibend Hazretleri’ne göre İslâmî ilimlerden icazet almayan bir insana irşad vazifesi verilmez. Yani bu kişinin, sarf, nahiv ve maânî gibi âlet ilimlerini ve aynı zamanda Fıkıh, Usûl-ü Fıkıh, Tefsir, Usûl-ü Tefsir, Hadis, Usûl-ü Hadis, Kelâm ve Usûlüddin gibi İslâmî ilimleri bilmesi gerekir.
Önceki dönemlerde hak ve hakikate tercüman olması için kendisine hilâfet verilecek kişilerde bu şartlar aranmış, âlim olmayan kimselere irşad vazifesi verilmemiştir. Günümüze gelindiğinde ise gelenekten tevarüs edilen tekke ve zaviye müesseselerini devam ettirme ve bu müesseseler etrafında toplanmış olan insanları kaçırmama gibi mülâhazalar, dinî ilimlerde mütebahhir olmayan ve yetkinliği de bulunmayan nâehil kimselere hilâfet verilmesine sebebiyet vermiştir. Bunun ise baytarın eline bıçak verip kalp hastası bir insanı baypas yaptırmaktan farkı yoktur. Halk arasında yaygın olan ifadesiyle söyleyecek olursak, “Yarım hekim can, yarım âlim din götürür”.
Bu itibarladır ki günümüzde irşad vazifesi yapmak isteyenlerin İslâmî ilimlerde donanımlı hâle gelmeleri, Usûlüddin’i ve Usûl-ü Fıkh’ı iyi bilmeleri son derece önemlidir. Yoksa onlar, insanları irşad edeceğiz ve doğru yola çağıracağız diye yola çıksalar da, hiç farkına varmadan bir sürü hata ve yanlışlık içine girebilirler.”
HERKES PROFESÖR HERKES ALİM
Günümüzde Usûlüddin’i bilmeyen çok sayıda insanın dini konularda birer müçtehitmiş gibi çok rahat ahkam kestikleri görülebilmektedir. Cahili oldukları bu dini konuların uzmanlarıymış gibi konuşabilmektedirler.
Halbuki nasıl ki, sağlıkla ilgili konularda ehil olmayanların işe müdahil olmaları hayati tehlikelere yol açabiliyorsa, insanın dünya ve ahiretini ilgilendiren konularda da ehil olmayanların müdahil olmaları insanların dünya saadetlerini ve ebedi hayatlarını tehlike altına sokmaktadır.
İmam-ı Gazali Hazretleri dinde fıkıh, usul-u fıkıh, tefsir vs. gibi dini alanlarda çalışması gereken ilim adamlarının kelam ilminde eğer yeterli seviyede değillerse, kabul ettikleri ve tabii olabilecekleri bir kelam âlimine tabi olarak hareket edebileceklerini ifade etmektedirler. Büyük imam hadis ve fıkıh gibi alanlarda ehil olan ama kelam ilmine güç getiremeyecek olan âlimler için bunu ifade etmektedirler.
Günümüzde ise İslâmi ilimlerde behresi olmayan her sahadan insan kelam ile ilgili konularda alanın mütehassısı gibi söz söylemekte, büyük iddialar ile ortaya atılmakta, tarih boyunca ve günümüzde tam donanımlı sahanın âlimlerinin ortaya koydukları fikirlerle mücadele içerisine girerek insanları kendilerine tabi olmaları için ikna etmeye çalışmaktadırlar.
Bütün bunların neticesinde, böyle davranan insanların Ehl-i Sünnet çizgisinden çıkarak, mu’tezile, cebriye ve tarihselcilik benzeri farklı dalalet yollarına girdikleri görülebilmektedir.
Hocaefendi,
Kalb ve Ruh Hayatında Mürşidin Rolü başlıklı Kırık Testi’de, günümüzdeki küfür ve nifakın önceki asırlardan farklı olarak, fen ve felsefeden kaynaklandığını, bunlarla mücadelede daha farklı donanım ve argümanlara ihtiyaç olduğunu ve dini hükümleri doğru yorumlayıp yaşayabilmek için, bu maddi ve manevi donanımların tam olması gerektiğinin tespitini yapmaktadırlar:
“Evet, günümüzü doğru görebilen, doğru okuyan, laboratuvarlarını bu döneme göre çalıştıran, elindeki imkân imbiklerini bu döneme göre işlettiren ve buna göre reçeteler yazabilen bir mürşid olması gerekir ki, günümüzün dertlerine derman olabilsin. İşte böyle biri bulunduğu takdirde onun elinden tutmak kalb ve ruh ufkuna doğru kanat çırpma adına çok önemlidir. Elinden tutulduğu takdirde böyle bir mürşid-i kâmil, ufkunuzu açar, önünüzdeki engel ve problemleri giderir ve böylece siz daha hızlı ve daha emniyetli bir şekilde yol kat edersiniz.”
Hocaefendi,
"Sağlam İnsan Kıtlığı" başlıklı Bamteli’nde, Niyazî-i Mısrî’nin konumuzu çok güzel özetleyen
“Her mürşide el verme ki yolunu sarpa uğratır / Mürşidi kâmil olanın gayet yolu âsân imiş.” sözünden hareketle hakiki mürşidlerin önemli vasıflarını ele almaktadırlar:
”Onun yolu -bir yönüyle- Kitap ve Sünnet’e göre dizayn edilmiş, işaretler konmuş ve hedefler gösterilmiştir. Tabii bu arada o, “Kitab”a ve “Sünnet”e sıkı sıkıya bağlı olan “Selef-i Sâlihîn”in izinde yol almıştır.
Hakiki mürşîdler, Ebu Hanife’nin, İmam Malik’in, İmam Şâfiî’nin, İmam Ahmed İbn Hanbel’in, muhaddisîn-i kirâm efendilerimizin, müçtehidîn-i ızâm efendilerimizin, müceddidîn-i fihâm efendilerimizin, tek kelime ile -hepsi için kullanabileceğimiz ifade ile- “selef-i sâlihîn” efendilerimizin yolunda yürümüşlerdir. Bu mürşîd-i kâmiller, onların (selef-i sâlihînin) yolundan gittiklerinden dolayı, ona bir mükâfat olarak, Allah (celle celâluhu) onların gözlerini açmış, basiretlerine ve firasetlerine fer vermiş, onlara doğruyu göstermiştir.”
Dünya ve ebedi ahiret hayatını ilgilendiren konularda insanları sevk ve idare edecek imamların, âlimlerin ve mürşidlerin zikredilen maddi ve manevi donanımlara sahip olmaları çok önemlidir. Buna sahip olmayanların bu vazifeye talip olmamaları gerektiği gibi, tabi olacakların da bu insanlarda bu vasıfları aramaları hayati derecede yerine getirilmesi gereken bir sorumluluktur.
Zaten, hadis-i şerifte de buyurulduğu gibi, Cenab-ı Hak rahmet ve hikmetinin bir tezahürü olarak, her asırda bu işi deruhte edecek tam donanıma sahip bu insanları ümmetin imdadına göndermektedir. Bu insanlara tabi olanlar istikamet üzere bulunurken, bunları kabul etmeyenler veya kendi enaniyetlerinin peşine takılanların ise hayatta kalabilmeleri neredeyse imkansızdır.
Hazret-i Üstad küfrün şahs-ı manevi (cemaat halinde) olarak hücuma geçtiği bu zaman diliminde bir insan ferd-i ferid bile olsa ayakta kalmasının zorluğunu Emirdağ Lahikası’nda şöyle ifade etmektedirler: “Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası ne kadar harika da olsalar, cemaatin, şahs-ı mânevîsinden gelen dehasına karşı mağlup düşebilir.”