Realitelerin farkında olarak hareket

Prof. Dr. Osman Şahin

Prof. Dr. Osman Şahin

14 Şub 2025 11:03

  • Hazret-i Bediüzzaman, günümüzde yapılan ve insanlığa mutluluk, huzur, emniyet ve barış vaat eden iman ve Kur’an hizmetlerinden cennetten kovulmuş ve lanetlenmiş Şeytan’dan başkasının rahatsız olmaması gerektiğine vurgu yapmışlardır:

    “O nurlar ise hakaik-i Kur’âniyedir. Nura karşı kavga edilmez, ona karşı adâvet (düşmanlık) edilmez. Sırf şeytan-ı racîmden başka ondan nefret eden olmaz. İşte, ben de, nur-u Kur’ân’ı elde tutmak için, “Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım” deyip, siyaset topuzunu atarak, iki elimle nura sarıldım.

    Gördüm ki, siyaset cereyanlarında, hem muvafıkta, hem muhalifte o nurların âşıkları var. Bütün siyaset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkârâne telâkkiyatlarından (kötü niyetli yaklaşımlarından) müberrâ (uzak) ve sâfi olan bir makamda verilen ders-i Kur’ân ve gösterilen envâr-ı Kur’âniyeden hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve ittiham etmemek gerektir meğer dinsizliği ve zındıkayı (dinsizliği savunmayı ve dine düşmanlık yapmayı) siyaset zannedip ona tarafgirlik eden insan suretinde şeytanlar ola veya beşer kıyafetinde hayvanlar ola!” (Mektubat)

    Bu böyle olmakla beraber, her toplumda ya dine düşmanlıklarından veya dini doğru olarak bilmediklerinden veya bu hususta dini yanlış gösterenlerin dünya çapında yürüttükleri kötüleyici algı yönetimleri ve kampanyaların etkisiyle dinden kendilerine zarar geleceğine inanan insanlar her zaman olagelmiştir.

    Bu yüzden, hem dine düşmanlığı meslek haline getirenlerin verebileceği zararların hem de yanlış bilgileri sebebiyle endişe taşıyanların var olduğunun farkında olarak hareket etmek, ona göre stratejiler geliştirmek ve tedbirler almak oldukça önemlidir.

    Her türlü olayı kendi lehine değerlendirmeye çalışan ve bu işlerde artık çok profesyonelleşmiş olan Şeytan, insanlar ve toplumlar içindeki her boşluğu kendi hesabına kullanabilmektedir.

    “Yavrucuğum!’ dedi babası, ‘Sakın bu rüyanı kardeşlerine anlatma! Sonra (seni kıskandıklarından) sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.’” (Yusuf sûresi, 12/5).”

    Hazret-i Yakup, Hazret-i Yusuf’a (aleyhimüsselâm) kardeşlerin birbirlerine karşı kıskançlık ve haset gibi duygulara girebileceklerini hatırlatarak dikkatli olmasını tavsiye etmişlerdir:

    “Yakup (aleyhisselâm), oğluna olan şefkatinin gereği olarak ona tedbirli hareket etmesini ve rüyasını kardeşlerine anlatmamasını tembihliyor. Çünkü rüyayı dinlediklerinde bunun onların kıskançlıklarını daha da arttıracağını çok iyi biliyor ve bir kötülük planlamalarından endişe ediyor.

    Zira Hazreti Yusuf, fizikî ve ahlakî özellikleri itibariyle oldukça dikkat çeken bir güzelliğe sahipti. Kardeşleri de babalarının Yusuf’a olan alâkasını görüyor ve bundan dolayı kıskançlık duyuyorlardı. Yusuf, bunun yanında bir de gördüğü o güzel rüyayı anlatırsa bu belki bardağı taşıran son damla olur ve ona bir kötülük düşünebilirlerdi…

    Yakup (aleyhisselâm) Hazreti Yusuf’a rüyasını anlatmamasını söylerken endişe duyduğu şey, diğer çocuklarının rüyada olanların tevilini anlama ihtimalleriydi. Zira sûrenin bazı yerlerinde de görüldüğü üzere, o dönemde rüya yorumu çok yaygındı. Rüyayı yorumlayarak Yusuf’un (aleyhisselâm) ilerideki konumunu görebilirlerdi ve ona duydukları haset duyguları iyice kabarabilirdi.

    Bu aslında beşerin her zaman yaşayabileceği bir imtihandır. Sizin aranızda da bu türlü şeyler olabilir. Birisi güzel bir rüya görür, gelip anlatır. Orada bulunanlardan bazıları bundan dolayı mutlu olurlarken, vicdanında tam duruluğa erememiş bazı ham kimseler, “Neden ona göründü de bana görünmedi!” diye düşünüp durumu hazmedemeyebilirler.

    Hatta bu, talebe ile hoca arasında bile olabilir. Talebesi hocasının, mürit de şeyhinin gördüğü rüyayı hazmedemeyebilir. Bunun tersi de olabilir. Bu sebeple, mazhar olunan sair lütuflarda olduğu gibi, rüyaların anlatılıp anlatılmaması konusu da bir hassasiyet gerektirir.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)

    İnsanın zaaflarını çok iyi bilen ve onları kendi davası adına kullanabilen Şeytan, oyunları aslında çok zayıf olsa da bu şekilde çoğu zaman insana galip gelmektedir.

    Yusuf suresinin başında Hazret-i Yakup (aleyhisselâm) (12/5) ve daha sonra babası kardeşleriyle beraber onunla buluştukları zaman, Hazret-i Yusuf (aleyhisselâm) (12/100), Şeytan’ın bütün bu yaşanılan olaylardaki payına ve rolüne vurgu yapmışlardır.

    Şeytan bu rolüne rağmen, daha etkili olabilmek için, kendisini insanlara inkâr ettirerek perde arkasında sürekli olarak çalışmaktadır. Eğer, bu görmezlikten gelinir de gerekli tedbirlere riayet etdilmezse bu bir safdillik veya aptallık olmaktan öteye geçmez ve neticesi olarak bundan zarar görmek kaçınılmaz hale gelir:

    “Hazreti Yakup, peygamber fetanetiyle, kardeşlerinin Hazreti Yusuf’a kurabilecekleri tuzağı önceden seziyor. Üzerine titrediği oğlunu bu konuda ikaz ederek “Kardeşlerin sana tuzak kurar.” diyor. Ardından şeytanın düşmanlığını hatırlatıp “Şeytan, insanın besbelli düşmanıdır.” ikazında bulunuyor.

    Hiç şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır” (4/76), “Şeytan onlara sadece vaatlerde bulunur, onları birtakım kuruntularla oyalar. Şeytan aslında onlara kuru bir aldatmadan başka ne vaat eder ki!” (4/120) şeklinde beyanlar vardır. Burada, apaçık düşman olan şeytanın hilesi zayıfsa insanın neden sürekli ona yenildiği sorusu akla gelebilir.

    Denebilir ki şeytan, insana olan düşmanlığını ortaya koyarken aslında onun zaaflarını kullanıyor. Şeytanın oyunları zayıf olsa da insanın zaaflarından dolayı pek çok zaman güçlü çıkıyor. Bu durumu Kur’ân, şeytanın günahları allı pullu gösterip aldatması olarak ifade ediyor. Şeytan yaptıkları bu kötü işleri kendilerine güzel gösterdi de onları yoldan çıkardı, bu yüzden de hak yolu bulamıyorlar.” (27/24)

    Şeytan yalnızca günahları şirin gösterir, vesvese verir, belli dürtüleri tetikler. Bunun neticesinde de iradesinin gücünü bilmeyen, bilse de onu kullanmasını beceremeyen insan günah işler. Meseleye böyle bakmak ve şeytanı yenilmez, mukavemet edilmez bir varlık olarak tasavvur etmemek gerekir.” .” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)

    Şeytan, insandaki nefis mekanizması ile iş birliği içerisinde istediği sonuçları elde edebilmektedir. O bütün bunlarda bir güç ve kuvvet sahibi değildir. O insan nefsi üzerinden telkinlerde bulunmakta ve eğer insan iradesini bu telkinler doğrultusunda kötüye kullanırsa, hadiseleri dilerse Allah (CC) yaratmaktadır. İnsan ise iradesiyle kötülüğü kabul ettiğinden dolayı sorumlu olmaktadır:

    “Şeytanın nöronlara nasıl tesir ettiğini, korteksteki bilgi yığınlarını nasıl harekete geçirdiğini, onları belli bir yöne nasıl sevk ettiğini tam izah edemeyebiliriz. Fakat bilebildiğimiz bir şey var ki o da şudur: Şeytanın işi sadece süsleyip tahrik etmekten ve aldatmaktan ibarettir. Kur’ân-ı Kerim’in değişik yerlerinde, şeytanın günahları allandırıp pullandırarak güzel gösterdiği beyan edilir.

    Nefs-i emmarenin, insanın içinde şeytanı dinleyen bir mekanizma olduğunu düşündüğümüzde, onun yaptığı/yaptırdığı kötülüklerin de dolaylı olarak şeytana mal edilmesi mümkündür. Demek oluyor ki, kaymalar, sürçmeler, düşmeler söz konusu olunca –netice itibariyle, yaratılmaları Allah’a ait olsa da– bunlara sebep olan şeytandır.

    Fakat bunlar hep sebep olma, ayartma, tahrik etme, aldatma şeklinde anlaşılmalıdır. Hakiki iktidar ve gücün şeytanda olduğu zannedilmemelidir. Çünkü az önce de geçtiği üzere şeytanın hilesi gerçekte çok zayıftır. Şeytan aldatmaya çalışır ama insana, buna mukavemet edebilecek, bunun karşısında duracak bir irade verilmiştir. Her şeyi yaratan, her şeyin üzerinde hükümran olan ise yalnız Allah’tır.” .” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)

    14 Şub 2025 11:03
    YAZARIN SON YAZILARI
    YAZARLAR