MUCİZELER İNKAR EDİLEMEZ 10
Kur’an’da mucizelerin bazıları açık olarak beyan edilmesine rağmen, bazıları, bu ayetleri ve diğer bazı ayetleri yanlış yorumlamak suretiyle mucizeleri inkâr etmektedirler. Daha önce de birçok kez ifade edildiği gibi, bunların bu yanlışları, çelişkileri ve tutarsızlıkları birçok İslâm alimi tarafından ortaya konularak meselenin hakikati net olarak tespit edilmiştir.
Biz burada, “Hak Dini, kur’ân Dili” tefsirinde bu konuyla alakalı olan yapılmış çok güzel ve orijinal tespitleri ele alacağız. “R’ad” suresindeki “O kâfirler: «Rabbinden ona bir mucize indirilmeli değil miydi?» derler. Sen bir uyarıcıdan başka bir şey değilsin ve her kavim için bir hidayetçi vardır” (13/7) ile başlayalım:
“Üstelik o küfredenler derler ki: onun üzerine Rabbinden bir âyet indirilse idi ya! Yani, ey Muhammed! Sana indirilen bunca âyetlere, mucizelere inanmazlar, onları inkâr ederler de, tomruk gibi boyunlarına geçmiş olan o küfür yüzünden şimdiye kadar sana gönderilmiş olan âyetleri senin hak peygamberliğine delil saymazlar da "bir âyet indirilse idi" diye dillerini tutacak bir cebir mucizesi ister dururlar.
Bunlara karşı sen ancak bir uyarıcısın, yani olsa olsa bunları bu tutumlarının yanlışlığı konusunda uyarır, inzar edersin. Çünkü bunların müjde ile hiçbir ilişkileri yoktur. Bu durumda sen onlara müjde verecek veya bu halkı zorla hidayete erdirecek, yola getirecek değilsin. Bunlar hakkında görevin sadece uyarıda bulunmaktan ibarettir. Her kavim için bir hidayetçi vardır.”
Burada da kafirler, o güne kadar inen diğer mucizeler ve Kur’an mucizesi ile yetinmeyip kendi arzularına göre ve istedikleri zamanda birtakım mucizeler istemektedirler. Bu talepler karşısında Hz. Peygamber’in (SAV) onları imana zorlamak için mucize göstermek gibi bir zorunluluğu yoktur. O sadece, tebliğ ve temsilden sorumludur. Mucizeleri ve onların zamanını ise sadece Allah (CC) belirler.
Nitekim aynı suredeki “Andolsun ki, biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan herhangi bir âyet getirmek ise hiçbir peygamberin haddi değildir. Her ecel için bir yazı vardır.” (13/38) ayeti bunu açıkça ilan etmektedir:
“Andolsun ki, biz gerçekten senden önce de peygamberler gönderdik onlara da zevce (eş)ler ve zürriyetler verdik. Buna göre senin de birtakım meşru zevcelerinin, nikahlı eşlerinin ve evlatlarının bulunması ne diye senin peygamberliğine engel teşkil etsin? Ehli kitaptan çeşitli hizipler, kendi heva ve heveslerince Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr için bazı şüpheler ileri sürmek istemişlerdir ki, başlıcaları şunlardır:
1- Müşriklerle ağız birliği içinde olan bazıları "Allah resulü, insanüstü özelliklere sahip olmalı, melek cinsinden olmalı" diye tutturuyorlardı. Böylece beşer olarak yaratılmayı peygamberliğe aykırı farz ederek, "Biz nasıl olur da kendimiz gibi bir beşerin ardından gideriz?", "Bu ne biçim peygamber yemek yiyor, sokaklarda gezip dolaşıyor?" diyerek akılları sıra Hz. Peygamber'i ayıplamaya ve inkâra kalkışmışlardı ki, bu noktalara diğer sûrelerde gerekli cevaplar verilmiştir.
2-Bir kısmı da peygamberi, haşa bir ilâh gibi farz ederek ve mucizeleri sanki peygamberler kendileri yapıyormuş gibi sanarak: "Muhammed eğer peygamber olsaydı, diğer peygamberler gibi kendisinden her ne âyet istenirse, her ne mucize talep edilirse derhal yapıvermesi gerekmez miydi?" demişler. Buna cevap olmak üzere buyuruluyor ki: Ve hiçbir peygamber için Allah'ın izniyle olandan başka bir mucize getirmek söz konusu değildir.
3-Hz. Peygamber, gaybden haber olmak üzere kâfirleri azab ile uyarıp müminleri nusret ve rahmet ile müjdeledikçe yukarıda da geçtiği üzere, kâfirler "hani nerde o azap?" diyerek acele ediyorlardı. Başlarına gelecek belanın gecikmesini şüpheye vesile edinerek "Hani ya o vaad ve vaîtler nerde kaldı? Demek ki yalanmış, aslı yokmuş" diyorlardı. Buna cevap olmak üzere de buyuruluyor ki: Her ecelin bir kitabı vardır.
Yani haber verilen o vaad ve vaîdlerden her birinin yazılmış, kararlaştırılmış bir vakti, bir saati vardır. Belli bir vakitle müecceldir. Her vaktin, tanınmış olan her sürenin Allah katında ayrı bir yazısı, özel bir hükmü vardır ki, ahvalin ihtilafı ile ilgili olarak, hikmet gereğince yazılmıştır. Ve bu müddet içinde kendini düzeltmek, kurtuluş yollarını araştırmak veya heva ve hevesine kapılıp azabı gerektiren işler işlemek için insanlara bir mühlet tanınmış, birtakım imkanlar sunulmuştur. Binaenaleyh Allah, her birinin yazılı vaktini gözetir.” “Hak Dini, kurân Dili”
Ankebut suresinde geçen "Ona Rabbinden (başkaca) mucize indirilmeli değil miydi?" derler. Cevaben de ki: "Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım" ayetinde de mucizeleri kafirlerin istek ve keyiflerine göre değil Allah (CC) ne zaman isterse indireceği ve ayrıca peygamberler de Allah (CC) istemedikçe mucize gösteremeyecekleri buyurulmaktadır:
“Bildikleri halde hakkı tanımak istemeyen, zulmü âdet edinmiş zalimler, nitekim o zalimler kitap ehlinin hakkı kabul etmeyen kısmı, Kur'ân'ın âyet, yani mucize olmasını inkâr ettiler de dediler Rabbin'den üzerine birtakım âyetler, yani Musa'nın asâsı, Salih'in devesi gibi mucizeler inse ya! De ki: Bütün âyetler ancak Allah'ın yanındadır. Yani gerek Kur'ân, gerek sizin istediğiniz mucizeler, hepsi Allah'ın katındadır. Kur'ân'ı indiren Allah olduğu gibi, öbürlerini indiren ve indirecek olan da yalnız Allah'tır, başkaları değil. Bundan dolayı, ne dilerse indirir, ben ona karışmam. Ve ben ancak açık bir uyarıcıyım, inanmayanlara azabın habercisiyim” “Hak Dini, kurân Dili”
Yunus suresindeki “Bir de “Ona Rabbinden daha başka bir âyet indirilse ya!” diyorlar. De ki: “Gaybı bilmek ancak Allah’a mahsustur, bekleyiniz bakalım, ben de sizinle beraber bekleyeceğim şüphesiz.”” (10/20) âyet-i kerimesinde de benzer durum vardır.
Allah Rasûlü’ne (SAV) şakk-ı kamer gibi indirilmiş olan mucizeleri bile, Kur’an’da belirtildiği üzere, sihir olarak yorumlayan bir kavmin samimiyetsiz istekleri reddedilmekte, gaybı Allah’tan (CC) başka kimsenin bilemeyeceği hatırlatılmaktadır. Burada da mucizelerin gösterilmeyeceği anlamı yoktur, tam tersi gösterilip gösterilmeyeceği hususunda bekleyip görmeleri gerektiği ihtar edilmektedir.
Maide suresinde geçen bir ayette Allah (CC), üç defa Hazret-i İsa’ya (AS) verilen her bir mucizeyi ifade ettiği her bir yerde “Sen Ben’im iznimle” kaydını koyarak, O’nun (CC) istemesiyle ve yaratmasıyla mucizelerin meydana geldiklerine vurgu yapmaktadır:
“(…) Sen, Ben’im iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyor, ona üflüyordun; o da Ben’im iznimle kuş oluveriyordu. Düşün ki: Sen Ben’im iznimle anadan doğma âmanın gözünü açıyor, abraşı da iyileştiriyordun. Düşün ki: Sen Ben’im iznimle ölüleri kabirden diri olarak çıkarıyordun. Hani Ben İsrailoğullarının şerlerini (öldürme kasıtlarını) senden defetmiştim. Kendilerine apaçık deliller, mûcizeler getirdiğin zaman da onların kâfirleri: "Bu besbelli bir büyüden başka bir şey değil!" demişlerdi.” (5/110)
Aynı surenin devamında, havarilerin talepleri neticesinde semadan sofra indirilmesinin tehlikesi ve bundan dolayı yapılacak olan imtihanın zorluğu ifade edilmektedir:
“Allah buyurdu ki: "Ben onu yukarıdan size indiririm, fakat bundan sonra her kim nankörlük edip kâfir olursa, onu dünyada hiç kimseye yapmayacağım derecede cezalandırırım."” (5/115)
Peygamberleri tanıma ve onları idrak nimetine erenler mucize talebinde bulunmamışlardır. Diğer taraftan, küfürlerinde inatçı olup iman etme niyeti taşımayanlar hep mucize isteğinde bulunmuşlardır:
“Haddizatında peygamberlerin peygamber olarak zuhurları dahi birer mucizedir; evet, onların her hâlleri ve tavırları nübüvvetlerine sessiz birer şahit gibidir. Gözleri açık olanlar çok defa başka herhangi bir hususiyete ihtiyaç hissetmeden onları hemen anlayabilmiş; sağır olmayanlar mesajlarından onları tanıyabilmiş ve akıllarını kullananlar da mutlaka onları tasdik edegelmişlerdir. Hemen her devirde bu ölçüde duyan, gören ve idrak edenlerin yanında, bir hayli de düşük seviyeli kimseler olmuştur.
İşte Allah, idrak ufukları böyle olanları da mahrum etmemek için peygamberlerin elleriyle onları irşad ve münkirleri de ilzam ve ifham edici bir kısım harikalar yaratıp ortaya koymuştur. Zaten mucizeler de daha çok bu gibi hususlara ve bu tür insanlara karşı izhar ediliyordu. Yoksa, sîret, ahlâk ve karakterleri itibarıyla peygamberleri tanıma bahtiyarlığına ermiş olanlar arasından hiç de mucize talebinde bulunan çıkmamıştı.
Hazreti Musa karşısında Harun ve Yuşa gibi müstesna fıtratlar; Hz. İsa çevresindeki bir kısım havârîler ve Efendimiz'in ashabından "sabikûn-u evvelûn" hiçbir zaman mucize isteğinde bulunmamış; onları sadece sıdkları, güvenilirlikleri, tebliğ hassasiyetleri, mâsumiyetleri, yanıltmayan fetânetleri, halkla muamelelerindeki istikametleri, başkaları için yaşama cehdleriyle tanımış ve tasdik etmişlerdi. Evet, bunların mucize istekleri olmamıştı; istemedikleri hâlde zuhur eden harikulâde hâlleri de Cenab-ı Hakk'ın bir teveccühü sayarak daha bir şahlanmış ve artan bir güvenle yürümüşlerdi yollarına.
Nemrudlar, Firavunlar, Ebû Cehiller ise sürekli mucize isteyip durmuş; ama, nârın "berd ü selâm"a dönüşmesi, üzerlerine tufanların gelmesi; her tarafı çekirge, kurbağa, haşerenin sarması; suların kan gölüne dönmesi ve ayın parçalanması... gibi mucizeleri gördüklerinde de "sihir" deyip yine temerrütlerine devam etmişlerdi. Şüphesiz bu mucizeler sayesinde, Hazreti Musa karşısındaki sihirbazlardan, Hazreti Mesîh'e yakın duran havârîlerden ve Peygamberimiz'i görme şerefine eren bahtiyarlardan bir hayli iman eden de olmuştu; ama, inkârcılar da inkârlarında kararlıydılar. Ne var ki, bu türlü olağanüstü ilâhî icraat sayesinde imanı daha bir güçlenen, yakîn seviyesi yükselen ve itminanları artan insan sayısı az değildi."”
Peygamberlerin Tasdik Edilmesi ve Mucizenin Ehemmiyeti
İnşallah sonraki yazıda, bu mucizelerdeki fitne ve imtihan konusunu, diğer yanlış yorumlanan âyetler üzerinden ele alarak devam edelim…