Olayları doğru okuyabilenler kazandı

Prof. Dr. Osman Şahin

Prof. Dr. Osman Şahin

04 Eki 2024 09:55

  • İç içe karanlıkların ve ifritten süreçlerin yaşandığı günümüzde mü’minlerin yaşadıkları ağır hadiseler karşısında yıkılıp kalmamaları, canlılıklarını koruyabilmeleri ve mücadeleleri için gerekli olan gücü ve kuvveti bulabilmeleri için hadiselerin doğru okunması, bunların arkasındaki hikmetlerin görülebilmesi ve bütün bunların sonsuz ilim sahibi Allah’ın (cc) gözetiminde gerçekleştiği ve hiçbir şeyin tesadüfe bağlı bulunmadığının anlaşılması gerekir.

     

    Hazret-i Yakup (as), Hazret-i Yusuf’un kaybından sonra bir de Bünyamin’in Mısır’da alıkonulmasından sonra ciddi manada üzülmüş ama hadiseleri ferasetiyle doğru okuması sayesinde ümidini hep korumuştu.  Hem Hazret-i Yusuf’un (as) hem de Bünyamin’in kendisine iade edileceği sonucuna varmıştı:

     

    “Ama babaları Yâkub: "Hayır, hayır! Korkarım yine nefisleriniz sizi olumsuz bir işe sürükleyip ayağınızı kaydırmıştır. Ne yapayım? Bu hale karşı içinde şikayet olunmayan güzel ve aktif bir sabırla sabretmekten başka yapacak şey yok! Ümidim var ki Allah bütün kaybettiklerimi bana lütfedecektir. Çünkü O alîmdir, hakîmdir (benim de onların da hallerini bilir ve beni elbette hikmetini ortaya koymak için, bu imtihana tâbi tutmuştur)." (12/83)

     

    Hazret-i Yakup (as), ikinci bir oğlunun kaybına rağmen "Ümit ediyorum ki Allah onlar bana geri getirir" demesinin arkasındaki altyapı nedir, Yusuf Suresi tefsirinden takip edelim:

     

    “O, bunu sadece inancından dolayı ifade etmiyor. İnancının yanında olayların oluş şeklini yorumluyor. Yüksek fetanetiyle hâdiselerin seyrindeki hikmetleri kavrıyor. Ayrıca, ilk olayda Yusuf'un kurt tarafından yendiği söylenmiş ve mesele bir bilinmezliğe mahkûm edilmişti. Bu ikinci olayda ise azından Bünyamin'in nerede olduğu ve yaşadığı biliniyordu. Dolayısıyla çözümü daha kolaydı. Evet o, Allah'ın ezeli ilmindeki esrarengiz programın işlediğini seziyor. "Yusuf'u öyle götürmüşlerdi, bunu da böyle götürdüler." diye düşünüyor. Sonra Yusuf'un, kendi şeriatına göre amel etmesinden hem onun maksadını anlıyor hem de hayatta olduğunu ve adım adım bir neticeye doğru gitmek istediğini seziyor.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)

     

    Hadiseler başıboş ve rastgele meydana gelmemektedirler. Doğru bir nazarla bunlar arasındaki bağlantılar ve bir maksada doğru gittiğinin görülüp sezilmesi ile bunları bir kitap gibi okumak mümkün olabilmektedir.

     

    Fethullah Gülen Hocaefendi, ayetin sonunun Allah’ın sonsuz ilim ve hikmetini ifade eden Alim ve Hâkim isimleriyle bilmesinden hareketle ve sûrenin ana yörüngesinin ilim ve hikmet olduğunu hatırlatarak buradan şu önemli neticeyi çıkarmaktadır:

     

    Hadiselerin akışına bakıldığında hiçbir şeyin tesadüfe bağlı olmadığı, her şeyin sonsuz ilim sahibi Allah'ın gözetimi altında gerçekleştiği anlaşılır. Öyleyse ümitsizliğe kapılmaya gerek yoktur. Çünkü her şeyi bilen, gören ve her işinde hikmet olan Zât'ın bir muradı vardır. Sebepleri yerine getirdikten sonra sabredip O'nun muradının gerçekleşmesini beklemek gerekir. Rabbimiz, karanlık hâdiselerin sonundaki gelişmelere dair bize de bu sabır ve firaseti lütfetsin!

     

    Bediüzzaman Hazretlerinin değişik velilerle yaptığı gibi, başa gelen olayları, onların öncesine ve sonrasına zihnen gidip gelerek birbirine bağlamak ve yorumlamak gerekir. Böylece olaylar içindeki hayırlar ve güzellikleri fark etmek mümkün hâle gelir. İnsan bununla kendini canlı tutmuş ve önüne çıkacak zorlukları aşmak için bir güç elde etmiş olur.

     

    Fakat geçmişe ve geleceğe gidilip olayların bir bütün hâlinde analiz edilmesine rağmen ufukta bir ışık görünmüyorsa, o durumda "sabr-ı cemil" deyip sabretmek gerekir. Zaten sabr-ı cemil, böyle bir zamanda gösterilen sabırdır. Yoksa ışığın göründüğü, güzellik emarelerinin belirdiği zamanlarda gösterilene, "sabr-ı cemil" denmez.

     

    sabr-ı cemil, ortalığın kapkaranlık olduğu, ümit verecek bir kıvılcımın dahi bulunmadığı bir dönemde Allah’ın takdirine razı olup ah u vah etmeden, bağırıp çağırmadan, dövünmeden dişini sıkıp beklemektir. Bir ışık görünüp emareler ortaya çıkmaya başladığında, bu şundan dolayı olmuş, bu bundan dolayı olmuş, şu benim hatalarımın cezası, onun hikmeti de buymuş gibi değerlendirmeler yapılacak hâle geldiğinde gösterilen sabır da bir sabırdır ama sabr-ı cemil kadar güçlü ve kıymetli değildir. Allah Resul’ünün "Esas sabır, şokun ilk yaşandığı anda gösterilen sabırdır” hadisini bu manada anlamak gerekir. İşte Hazret-i Yakub’un iki defa tekrar ettiği sabr-ı cemil de Efendimiz’in bu hadiste tarif ettiği sabırdır.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)

     

    Hazret-i Bediüzzaman, olayların zahiri sebeplerini de görüp değerlendirdikten sonra asıl onların arkasındaki hakiki sebeplere bakılması ve onlardaki asıl hikmetlerin, gayelerin ve neticelerin anlaşılmasına yoğunlaşmak gerektiğinin altını çizmektedirler.

     

    Örneğin, Üstad Hazretleri, Mektubat’ta, A’li Beyt ile ilgili “O mübarek zâtların başına gelen o feci, gaddârâne muâmelenin hikmeti nedir?” sorusuna verdiği cevapta, dört adet zahiri (dıştan görünen) hikmetleri zikrettikten hemen sonra, asıl dikkat edilmesi gereken boyuta dikkat çekmişlerdir:

     

    “Mezkûr dört esbap, zâhirîdir. Kader noktasından bakıldığı vakit, Hazreti Hüseyin ve akrabasına o facia sebebiyle hâsıl olan netâic-i uhreviye ve saltanat-ı ruhaniye ve terakkiyât-ı mâneviye o kadar kıymettardır ki; o facia ile çektikleri zahmet, gayet kolay ve ucuz düşer. Nasıl ki bir nefer, bir saat işkence altında şehid edilse; öyle bir mertebeyi bulur ki, on sene başkası çalışsa, ancak o mertebeyi bulur. Eğer, o nefer şehid olduktan sonra ona sorulabilse “Az bir şey ile pek çok şeyler kazandım.” diyecektir.””

     

    Ya bizzat güzeldir ya da neticeleri cihetiyle güzeldir

     

    Hadiseler bu şekilde okununca, Onsekizinci Söz’de ifade edilen şu hakikat daha iyi anlaşılacaktır:

     

    “Her şeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hâdise, ya bizzat güzeldir; ona hüsn-ü bizzat denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki; ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zâhiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zâhirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.”

     

    Kehf suresinde anlatılan ve Hazret-i Musa ile Hazret-i Hızır (Aleyhimüsselam) arasında geçen kıssada, gemi sahiplerinin iyiliğine rağmen gemiye zarar verilmesi, çocuk yaşta olmasına rağmen masum bir çocuğun öldürülmesi, kötülük gördükleri bir beldede yıkık bir duvarın tamir edilmesi olaylarında görülebileceği gibi, hadiselerin dış yüzünde görülen zahiri nedenlerin dışında, onların arkasında gizli olan ama neticeleri çok güzel ve hikmetli olan başka başka sebepler vardır.

     

    İşte, olayları bu şekilde okuyabilenler, sadece zahiri sebeplere takılmayıp, bunlar arkasındaki nihayetsiz ilim, kudret ve hikmet sahibi olan Zat’ın bu olaylara taktığı güzel ve hikmetli neticeleri ve faydaları görebilen insanlar yollarda kalmamışlar, bu olayların altında ezilmemişler, aşk ve şevkle hizmetlerine sarılmışlar, “Rab olarak Allah’tan (cc), din olarak İslâm’dan ve nebi ve rasûl olarak Hazret-i Muhammed’ten (sav) razıyız” demişler ve insan-ı kâmil olma yolculuklarına devam etmişlerdir.

     

    İnşallah sonraki yazıda Risale-i Nurlardan Sekizinci Söz’ün bu konuya bakan enfes tespitleri ile devam edelim.

    04 Eki 2024 09:55
    YAZARIN SON YAZILARI