MUCİZELER İNKAR EDİLEMEZ 17
Hz. Mesih'le (AS) ümmet-i Muhammed arasında ciddî bir alâkanın var olduğu hakikatinden hareketle, Hz. Mesih'in mucizelerinin günümüz Müslümanlarına ve Hristiyanlara vermekte olduğu önemli mesajlar olduğu söylenebilir. Şimdi de bu mucizelerin beşere açtığı ufuklarla beraber ahir zaman cemaatine verdiği bu mesajları takip edelim…
Hz. Mesih'in mucizeleri
“Her şeyden evvel, Allah Resûlü (SAV) ile Hz. İsa'nın halef-selef olmaları söz konusudur. Nebiler Serveri, Hz. Mesih'le arasındaki işte bu sıkı irtibatı ifade sadedinde "Ben, İsa'ya herkesten daha evlâyım. Zira onunla benim aramda hüsnükabul görmüş bir nebi yoktur." buyurduğu rivayet edilir ki, böyle bir münasebetin neler vaadettiği bizim idrak ufkumuzu aşar. Ayrıca Hz. Mesih de Allah'tan ümmet-i Muhammed içinde bir fert olmayı dilemiştir ki, bu da üzerinde durulmaya değer bir konudur.
Onun ahir zamanda –ihtimal– bir şahs-ı mânevî olarak ümmet-i Muhammed içinde zuhur edeceği bu duaya bir icabet gibidir. Şimdilerde, Hristiyanlığın tasaffi etmiş efkârıyla Efendimiz'in (SAV) getirmiş olduğu tertemiz esasları tevfik eden birtakım Hristiyanların mevcudiyeti, Hz. Mesih'in ümmet-i Muhammed'le olan yakın alâkasının remzi gibidir. Büyük bir ihtimalle ümmet-i Muhammed, günümüze kadar Muhammediyet gölgesi altında devam ettirdiği maddî-mânevî seyrini, ahir zamanda Hz. Mesih'in gölgesinin de iştirakiyle ayrı bir televvünle sürdürecek ve insanlık, fenle, teknikle alâkalı hususları, Hz. İsa'nın Mesihiyyeti ile mânâlandırarak beşerî harikaları nebevî mucizelere bağlayıp ilimlere yeni blokajlar belirlemek suretiyle asırlardan beri süregelen düalizmi sona erdirecektir.
Daha sonra ümmet-i Muhammed'le tevafuk noktaları temin ve tespit edilerek asgarî müştereklerde bir araya gelinecek ve bu iki cemaatten birisi fen ve tekniğiyle, diğeri de iman ve aksiyonuyla ateizm ve inkârcılığa karşı bir güç oluşturacaklardır. Bu itibarla da Hz. Mesih'e lütfedilen mucizelerin, son dönemde gelişecek olan ilimlerin serhaddi olduğu söylenebilir.
Hz. Mesih'in pek çok mucizesi vardır; ancak biz burada onun kendi ağzından bir kısım mucizelerini haber veren şu âyet-i kerime üzerinde durmak istiyoruz:
"... Ben, Allah'ın izni ile körü, alacalıyı (abraş) iyileştirir ve ölüleri diriltirim..."(3/49)
Hz. Mesih, bu mucizeleriyle dikkatleri çekmiş, derken çok insanı etrafında toplamış, dejenerasyona uğramış bir dinî telakkinin yerine tevhid akidesini tesis etmiş ve Hz. Muhammed'e (SAV) âdeta zemin hazırlamıştır. Daha sonra İslâmiyet de, bazı yanlarıyla tahrife uğramış Hristiyanlık için bir diriliş kaynağı olmuştur.
Ümidimiz bir gün o da tasaffi etmek suretiyle İslâmiyet'le omuz omuza verecek ve küfr-i mutlaka karşı mücadele edecektir. İhtimal Hristiyanlar, ilim ve teknikle, ümmet-i Muhammed de ruh, kalb ve içe doğru derinlemesine gelişerek bazı ortak noktalarda buluşarak aralarında bir vahdet tesis edeceklerdir.
Beşer, bir gün Hz. Mesih'ten bir mucize olarak sâdır olan bu harikulâde hâlleri, bir yere kadar ihtimal tekrar hayatiyete geçirme imkânına kavuşacak ve bir nebi vasıtasıyla tıp sahasında son noktayı gösteren Allah'a ve O'nun diğer elçilerine inanacaktır.
Ayrıca âyet-i kerimede, en onulmaz cilt hastalıklarından körlüğe ve asrın vebası olarak nitelendirilen kanser ve AIDS'e varıncaya kadar bütün hastalıkların dermanının bulunabileceğine, hatta ölülerin bile şimdilerin çok ötesinde bir canlılığa kavuşturulabileceğine dikkat çekilip hiçbir hastalıktan dolayı ümitsizliğe düşülmemesi gerektiği bildirilerek, mutlaka bu hastalıkların çarelerini araştırmaya teşvikte bulunulmaktadır. Nitekim Allah Resûlü de, "Allah (CC), her ne hastalık vermişse onun devasını da indirmiştir." buyurarak bunu destekleyici bir mesaj vermiştir.
Evet, nebilerin göstermiş oldukları mucizeler, beşer için terakkide bir son noktadır.. ve Kur'ân-ı Kerim, mucizelerden bahseden bütün âyetleriyle, beşerin, çalışıp çabalayarak bu ufka ulaşmasını teşvik etmektedir. Ne var ki insanlık, bilim ve teknolojide ne kadar ilerlerse ilerlesin ve âyette zikredilen hastalıkları tedavi etme adına kaç çeşit ilaç üretirse üretsin, ölüleri diriltmek için hangi yollara müracaat ederse etsin bunlar, geçici birer müdahaleden ibaret kalacak ve mucizelerin ulaştığı ufka asla ulaşılamayacaktır.”
Mucizeler diliyle Kur'ân'ın gösterdiği ufuklar
Mucizelerde sebeplerin yeri
Hakim isminin tecelli ettiği şu dünyada, sebep ve sonuçlar arasında uygunluk bulunmasa da mucizeler bazı sebeplere bina edilmişlerdir:
“Meselâ, Allah Resûlü'nden (SAV) sâdır olan harikulâde hâllere bakacak olursak; O, bir defasında susuz olan ordusunun su ihtiyacını gidermek için parmaklarından şakır şakır su akıtır. Tabiî önce parmaklarını esbâb-ı âdiye içine sokar; yani onları bir miktar suya daldırır veya üzerine su döktürür. Bir başka defasında ise 300 civarında sahabiyi doyurmak için bir-iki avuç hurmayı değerlendirir ve Allah'ın yaratmasıyla onu bereketlendirir.
Evet, Allah (CC), insan, sebepler dairesi içinde bulunduğu sürece sebepleri tamamen ortadan kaldırmamaktadır. O, peygamberlerden sâdır olan mucizeleri dahi cüz'î sebepler vasıtasıyla lütfetmekte ve bununla sebeplerin ehemmiyetine dikkat çekmektedir. Hz. Musa'nın (AS) harikalar meydana getiren asâsını taşa vurup su fışkırttığı mucizesinde taşın içindeki az bir miktar suyun bu mucizeye mesned teşkil etmesi ve asânın bir vasıta olarak kullanılması bu hakikati teyit eden ayrı bir misaldir. Elindeki kitabın ahkâmına harfiyen tâbi olan ve Allah'ın huzurunda âdeta gassalin elindeki bir meyyit hâline gelen Hz. Musa'nın, bütün heva ve hevesini terk edip onların üstüne çıktığı noktada harikulâde nevinden ve hiç beklemediği bir yerde elindeki cansız asâsının yine cansız bir madde olan taşa temas etmesiyle 12 adet kaynak fışkırıvermişti ki, bu da aynı türden bir hâdiseydi.
"Hz. Musa (çölde) kavmi için su istemişti de biz ona: 'Asân ile taşa vur!' demiştik. O vurunca da derhal (taştan) on iki kaynak fışkırmıştı." (2/60) âyet-i kerimesi böyle bir hâdiseyi haber vermektedir.
Bu mucize, beşerin en sert kayaları sinesinde barındıran zeminin altından su ve hayatî şeyler çıkarma mevzuunda varacağı nihai nokta ve son sınırdır. İnsanoğlu, hiçbir zaman bunu aşamayacak ve bir asâ ile Hz. Musa'nın yaptığı işi yapamayacaktır. Fakat Hz. Musa (AS), gösterdiği bu harikulâde işle, yerden su çıkarma mevzuunda insanoğluna bir son sınırı işaretlemektedir ki, Cenâb-ı Hakk'ın vaz'ettiği kanunlara riayet eden beşer, bir asâ ile olmasa da elindeki değişik santrifüjlerle en sert toprak tabakalarından dahi sular çıkarabilecektir.”
Mucizeler diliyle Kur'ân'ın gösterdiği ufuklar
Mucizelerin insan iradesini ve ümidini güçlendirmesi
Mucizelerin, kerametlerin ve olağanüstülüklerin varlığı, insanların iradelerinin gelişiminde ve ümitlerinin güçlendirilmesinde önemli etkilere sahiptirler:
“Bilgi denilen şey, daha ziyade tekdüze tekrarlara bağlı olarak, deneme yanılma sonucunda teşekkül eder. Ancak kâinatta değişim ve gelişim denilen bir ilke daha vardır. Halbuki her değişim, ilk meydana çıkışında, normal dediğimiz tekdüze tekrara dayanan oluşlara karşı bir hamle ve bir isyan sayılır. Bu yüzden de bir harikuladelik ifade eder.
Bunun için, ilmî sonuçlara dayanan imanın yanında mucizeye dayanan imanın, irade olayı açısından çok önemli bir yeri vardır. Çok zamanlar görülmüştür ki, ilim adamlarının kendi konuları dışındaki iş ve çabalarda iradeleri oldukça zayıftır, hatta büsbütün yok denilecek kadar azdır. Kendi tecrübemize dayalı olarak elde ettiğimiz bilgiler, bizde irade olayının teşekkülüne ve güçlenmesine katkıda bulunmuyorlar. Buna karşılık hiçbir ilmî ölçüden haberi olmayan bazı cahiller, ilim adamlarının göze alamayacağı işleri yapabilecek güçlü iradeler gösteriyorlar.
Bu husus nazarî olarak herkesçe kabul edilse bile tatbikatta iradenin, hiçbir bilgiye ihtiyaç göstermeyen imandan kaynaklandığı ve oradan kuvvet aldığı gözleniyor. Bu da normal ilmin sonuçlarına inanmaktan değil, mucizeye inanmaktan doğuyor. İslâm dini, bu hakikati tesbit ve ahlâkı yüceltmek için, ilmin ve aklın kurallarına önem vermekle beraber, imanı gerektiren mucizelere de yer vermiştir.
Bu sebeple hakikî din adamlarının bilgileri, kendi iradelerini zayıflatmaz. Onlar ilmin ve aklın alanına giren konularda normali kabul ederler, olağanüstü hallerde mucizeye de inanırlar. Normal insanların sevindikleri konularda onların korktuğu ve endişeye kapıldığı, halkın üzülüp ağladıkları noktalarda ise onların ümide ve iyimserliğe kapıldıkları yönler bulunur.
Hasılı insan ruhunda ümitsizlik ve korkuyu kısmen de olsa yok etmek için mucizelerin pek büyük etkisi vardır. Sırf aklî ve mantıkî düşünenlerin karamsarlıktan başka birşey göremedikleri kapkaranlık zamanlarda mucizeye iman, böyle ayrılık günlerinde parlayan sevgi güneşi gibi, azim ve iradeye musallat olmuş karamsarlığın paslarını silip süpürmeye yeter de artar bile.” (Hak Dini, kur’ân Dili)