MUCİZELER İNK R EDİLEMEZ 4
Allame Hamdi Yazır tefsirinde, müsteşriklerin (Oryantalistler) ve Zahirilerin etkisi ve modernite şoku karşısında, aklı her şeyde yegâne söz sahibi kabul edenlere ve manevi meseleleri ve boyutları anlamakta zorlananlara cevap mahiyetinde, önemli tespitler yapmakta ve özellikle mucizeler bağlamında bu konuya çok detaylı açıklamalar getirmektedirler.
Bu yazıdan itibaren, bu tespitler ve müsteşriklerin (Oryantalistler) ve Zahirilerin etkisiyle, Kur’an’daki bazı ayetleri yanlış yorumlayarak mucizeleri inkâr edenlere verilen cevapları ele almaya çalışacağız…
Öncelikle, peygamberlerin mucizelere mazhar olabilmeleri için sahip olmaları gereken donanımlarına ve mahiyetlerine bir göz atalım;
“(…) Meryem oğlu İsa'ya apaçık mucizeler verdik, onu Rûhu'l-Kudüs ile de destekledik. (…)” (2/87) ayetinin tefsirinde peygamberlerin ruh mertebelerinin en yükseğinde bulunmaları ve ilâhî desteğe de sahip olmalarından dolayı, bilgi, idrak ve irade yönüyle normal insanlardan farklı ve alışılmışın dışında tecellilere ve faziletlere mazhar oldukları belirtilir:
“Genellikle Peygamberler derece farklarıyla birlikte, dem kıssasından anlaşıldığı üzere, ilk fıtrata nazaran, beşer nev'i içinde Allah'ın halifeliğine mazhar olmuş yüksek bir ruh derecesine sahip kimselerdir. Bu yüzdendir ki, âdeta kendi nevilerinin üstünde sayılabilecek bir ayrıcalıkları vardır. Bu yüksek ruh asaletine sahip bulunmalarının yanında ilâhî te'yide de (onay) mazhar olmaları onları, hem bilgi ve idrak yönünden, hem de tasarruf gücü demek olan iradeyi harekete geçirme yönünden ve bazan ikisiyle birden ruh mertebelerinin en yücelerine eriştiren tecellilere mazhar kılar. Bu tecellilerden her biri, beşerin alışılmış ruhî davranışlarından çok farklı ve üstün özellikler taşır. İşte bu özellikler o peygamberlerin, çeşitli kademelerde mucizelerini meydana getirirler.
Bundan dolayıdır ki, peygamberlere mahsus bilgiler, beşer aklının tekrara ve tecrübeye dayalı olarak elde ettiği alışılmış bilgi ve idraklerin üstünde bir ilim, tasarruflarında da yine normal insanların sahip olabilecekleri tasarrufun üstünde bir kudret ve irade zuhur edegelmiştir.
Bunun için ruhların bizzat Allah'a izafetle sonuçlanan (Allah’tan gelen) alışılmış ve alışılmamış bütün güçlerini, çeşit ve mertebelerini bir bütün olarak dikkate almayanlar veya alamayanlar, ruhun en yüksek mertebesini aklın en aşağı mertebesi açısından ele alarak, harika denilen garip ve nadir olayları, daima alışılmışa şartlanmış aklın en aşağı ölçüsüyle çözmeye çalışanlar, peygamberlerin mucizeleri karşısında hep inkâr ve te'vil yoluna sapmışlardır.” (Hak Dini, kur’ân Dili)
Aklın en düşük derecesi, ancak gözler önünde cereyan eden, her zaman gerçekleşen, sıradan olayları görüp anlayabilmesidir. Bu seviyedeki bir akılda, her şey, alışılmış olan bu sıradanlık açısından bir değerlendirmeye tabi tutulur. Bu derecedeki bir aklın, ruhta veya ruhun gelişiminde en yüksek bir dereceye ulaşmış olan insanlara verilen harikuladelikleri anlamaları çok zordur"
Peygamberler, Allah’tan (CC) vahiy almaları ve onlara diğer insanlara verilenin çok üstünde bir ilim verilmesinde olduğu gibi harikuladeliklere sahiptirler ve aslında bunlar da başlı başına mucizedirler ve alışılmış sıradan olaylardan değillerdir.
Buna benzer şekilde, yüksek ruh, makam ve donanımlara sahip olan o peygamberlere, diğer insanlarda görülmeyen tasarruflarda bulunmaları ve mucizeler ve harikuladelikler göstermek gibi ayrıcalıklar verilmiştir. Şüphesiz ki bunlar, Allah’ın (CC) dilemesi ve izin vermesiyle gerçekleşmektedirler.
Normalde geçerli olan ilmin ve aklın kurallarıdır, mucizeler ise olağanüstü hallerde gerçekleşirler.
Mucizeler, peygamberliğe delil olmaları ve inananları desteklemelerinin yanı sıra insan iradesinin güçlendirilmesi üzerinde de büyük etkisi vardır. İlmî sonuçlara dayanan iman ile beraber mucizelere dayanan imanın birleşmesi iradeyi güçlendirmektedir:
“Hasılı insan ruhunda ümitsizlik ve korkuyu kısmen de olsa yok etmek için mucizelerin pek büyük etkisi vardır. Sırf aklî ve mantıkî düşünenlerin karamsarlıktan başka bir şey göremedikleri kapkaranlık zamanlarda mucizeye iman, böyle ayrılık günlerinde parlayan sevgi güneşi gibi, azim ve iradeye musallat olmuş karamsarlığın paslarını silip süpürmeye yeter de artar bile” (Hak Dini, kur’ân Dili)
Kureyş, Yahudilerden Hz. Musa’nın ve Hristiyanlardan Hz. İsa’nın mucizelerini sorup öğrenince, Hz. Peygamber’den, iman etmeleri için Allah'a dua etmesini ve Safâ tepesini altın yapması gibi mucizeleri O’ndan istemişlerdi. Hz. Peygamber’in (SAV) bunu Allah’tan (CC) talebine karşılık, Cenab-ı Hak “Bunu yaparım, fakat bundan sonra yine yalanlamaya devam ederlerse, onlara dünyada hiç kimseye yapmadığım bir azab veririm" demesi üzerine Rasulullah (SAV) "Ey Rabbim! Kavmimi ve beni kendi hâlimize bırak, ben onları günden güne davet edeyim" demişlerdir. Bunun üzerine şu gelen ayet indirilmiştir:
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah'ın yukarıdan bir su indirip de onunla yeri ölümünden sonra diriltmesinde, diriltip de üzerinde deprenen hayvanları yaymasında, rüzgarları değiştirmesinde, gök ile yer arasında emre hazır olan bulutta şüphesiz akıllı olan bir topluluk için elbette Allah'ın birliğine deliller vardır.” (2/164)
Müşriklerin keyfi tepeyi altın yapmaları talebinin kabul edilmemesinin çok sebepleri vardır. Bu ayet birilerinin zannettikleri gibi mucizelerin gösterilmediğine delil değildir. Mucizeler onların istemesiyle değil Allah’ın (CC) dilemesiyle meydana gelmektedirler. Ayette, Allah’ın (CC) kainattaki icraatını (yaptıklarını) akıllarını kullanarak göremeyenlerin sadece olağanüstü olan mucizeler ile iman etmeyeceklerine dikkat çekmek ve kainattaki varoluş ile ilgili olan harikuladelikleri okuyarak imana doğru yol alınabileceğinin dersi verilmektedir:
“Bütün mertebeleriyle Allah vergisi olan akıl, çalışma ile kazanılmış olmadığı için, bunda çalışma ve insan iradesi sebep değil ise de, bunda Allah'ın lütfu ile sahip olduğumuz hissemiz ölçüsünde, düşünen akıl ve bu konudaki uzun tecrübeden elde edilen, alışkanlığa bağlı tahmin kabiliyeti çalışıp kazanmaya bağlı olduğundan, Kur'ân'ında Cenab-ı Hak bütün insanları bu yola iletip sevk etmek için "Düşünüp, aklını kullanan bir kavim için elbette âyetler, deliller vardır." buyurmuş ve akıl olmayınca doğrudan doğruya hislerde tesirini icra edecek olan mucizelerin büyük bir faydası olmayacağını anlatmıştır.
Kur'ân'ın bu gibi âyetlerinde insanları, anlayıp, delil bulmak için mucizelerden çok, tamamen akılla anlaşılabilecek hususlara sevk etmek vardır. Bunun için Kur'ân, mucizelerin en büyüğüdür. Fakat bundan, bazılarının zannettiği gibi peygamberlerin mucizelerinin mümkün olmadığına ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz'in maddî mucizeler göstermediğine ve gösteremeyeceğine işaret gibi bir anlam çıkarmaya kalkışmak da doğru değildir. Çünkü bu âyette özetlenen ve her biri için aslında en büyük icad harikası olan sırları ve mucizeleri ortaya koyan üstün kudret düşünüldüğü zaman, Safâ tepesinin altına dönüştürülmesinin, bu kudrete göre hiçbir önem taşıyamayacağı ve olması imkânsız bir şey teşkil edemeyeceği kolaylıkla anlaşılır.” (Hak Dini, kur’ân Dili)
Samimi olmayan, keyfi yani kendi arzu ve isteklerini dayatmak şeklindeki, çarpıtmak ve alay etmek maksatlı olan mucize taleplerine cevap verilmemiştir. “(…) De ki "Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım."” (29/50) ayetinde belirtildiği gibi, mucizeler Allah (CC) katındadır yani O (CC) murad ettiğinde ve hikmeti gerektirdiğinde mucizeleri yaratmaktadır.
Bir diğer ayette (2/183), yahudilerden bir grubun "Ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere iman etmeyeceğimize dair Allah bize ahitte bulundu" demeleri üzerine, niçin daha önce kendilerine açık belgelerle gelmelerine rağmen o peygamberleri öldürdükleri sorusu sorulmaktadır. Burada, bu iddialarının Hz. Peygamber'e iman etmemek için uydurulmuş bir yalan ve iftiradan başka bir şey olmadığı ve bu taleplerinde samimi olmadıkları gerçeği ortaya konmaktadır.
Mucize talebinde bulunmanın ciddi mahsurları ve tehlikeleri vardır.
Havarileri Hz. İsa’dan gökten kendilerine bir sofra indirilmesi talebinde bulunduklarında Hz. İsa tarafından uyarılmışlardır (5/112). Bu talebe cevaben, Allah (CC) “Ben onu size indireceğim. Fakat bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, ben ona âlemlerden hiç kimseye yapmayacağım bir azabı yaparım" diyerek bundaki tehlikeye dikkat çekmektedir (5/115):
“Bununla beraber, her ne olursa olsun, bu soruda bir olağanüstü, bir mucize isteği vardır. Halbuki mucizeler gaye değil, delillerdir. Mümin ise medlul (delil getirilmiş olan)a iman etmiştir. Bunun için mucize istemek küfrün şiarıdır. Hakk'ın gücünü deneme sevdasıdır. Bir de olağanüstü ve mucize talebinde ısrar etmek, onu umumî bir âdet ve tabiat gibi tek düzeye giden bir şey saymaktır. Bu ise bir çelişkidir. Şu hâlde müminin mucize isteğinde ısrar etmesi asla caiz olamayacağı gibi, mucize istiyor gibi görünmesi bile, imanında bir şüpheye işaret edeceği için edepsizliktir.
İşte bu gibi hikmetlerden dolayı İsa dedi ki: Eğer siz gerçekten mümin iseniz Allah'dan korkunuz. Böyle bir istekte bulunmayınız. Yani Allah'ın kudretinde ve benim peygamberliğimin doğruluğunda şüpheye işaret edecek ve sizi iman ve ihlâs iddianızda, şüpheli gösterecek söz kullanmayınız diye menetti ki, bu yasaklama ve hatırlatmada ne büyük bir incelik ve ne büyük bir terbiyeyi içine almış bulunduğunu iyi düşünmeli.” (Hak Dini, kur’ân Dili)
İnşallah sonraki yazıda bu konuya devam edelim…