Kin, nefret ve düşmanlık üzerinden tahrip-6
Halen zulmün bütün hızıyla ve çirkefiyle devam ettiği bir zamanda affetmeye dair konuların konuşulmasının çok erken olduğu ve anlamsız olduğu düşünülebileceği için bazı hususları belirtmek istiyorum. Bu yazı serisinde zulmün yaşandığı zamanlar ve sonrasında mümince duruşun ve karakterin ne ve nasıl olması gerektiği üzerinde durulmaktadır.
Hizmet insanlarının sahip oldukları değerlerinin tebliği ve temsili vazifesini yerine getirebilmeleri için her şeyden önce kin, nefret, intikam gibi duygulardan uzaklaşarak bütün bir insanlığın kurtuluşunu hedeflemelerine ihtiyaç vardır. Bu duyguların yerine şefkat, merhamet, acıma ve sevgi gibi duygulara sahip olunmalıdır ki, hizmet aşk ve motivasyonuna sahip olunabilsin ve bu uğurda her türlü meşakkatler ve fedakârlıklar göze alınabilsin.
Zaten Şeytan ve insi aveneleri kalplerde bu kötü duyguları yerleştirmek için çalışırlarken, peygamberler ve onların hakiki varisleri de her şeye rağmen hep toplumlarda barışın gerçekleşmesi, şefkat, merhamet, muhabbet ve af gibi iyi duyguların boy atıp yeşermesi için çalışmışlardır. Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye’ye düşmanlık edenlerin ve şer şebekelerinin, İslâm’ı ve Hizmet’i bitirmek isteyenlerin stratejilerini toplumda tarafgirlik, kin, nefret, intikam ve düşmanlık duyguları oluşturma ve Hizmet insanlarındaki şefkati ve merhameti tahrip üzerine kurdukları görülebilirse, konu daha iyi anlaşılabilecektir.
Bir daha kendilerine gelip toparlanamasınlar diye her türlü kin, nefret, intikam, haset ve tarafgirlik gibi zehirli tohumlar her yere durmadan ekilmekte, fertler ve gruplar arasındaki bağlar tahrip edilmekte, toplum kutuplaştırılarak parçalanmakta ve bünyedeki uhuvvet vasıtaları yok edilmektedir. Düşmanın neleri hedefleyerek sizi bitirmek istediğine bakarak, nereleri ve hangi yerleri desteklemeniz gerektiğini daha rahat anlayabilir ve ona göre tedbirler alabilirsiniz.
Dolayısıyla bu yazılarla bu amaca hizmet düşünülmektedir. Yoksa, herkesin affedilmesi, her türlü hakkın helal edilmesi, zulümler devam ederken zalimlerin affını gündeme getirmek amacını taşımamaktadırlar. Buna binaen, her yazıda ısrarla, bu konuların ele alındığı serinin birinci yazısı olan “
Affetmede Söz Sahibi Mağdurlardır- Kin, Nefret ve Düşmanlık Üzerinden Tahrip 1” başlıklı yazıdaki belirtilen hususlar nazarda tutularak bu yazıların okunması tavsiye edilmektedir.
Uhuvvet Risalesi'nde verilen reçete
Fethullah Gülen Hocaefendi
“Gel Gönüllerimizle Konuşalım Demiştik” başlıklı bir başyazıda “Allah’a ait hukuka karışamam, ama bana ait hiçbir haktan dolayı kimseden davacı olmayacağıma söz veriyorum.” demektedirler.
Hocaefendi, "Gücün Kapıkulu Fetvacılar ve Ismarlama İftiralar" başlıklı Bamteli’nde kendine bakan yönüyle hakkını helal etse de maşeri vicdan ve başkalarının haklarını affetmenin bir küstahlık olacağını da vurgulamaktadırlar: “Yazık ettiler!.. Ben hakkımı helal ediyorum; öbür tarafa mahsus olanı da. Fakat incittikleri bir maşerî vicdan varsa, “Onları da ben helal ettim!” demek, benim küstahlığıma verilir; “A be terbiyesiz, sen kimsin ki, böyle halka diş gösteren, salya atan insanlara ‘Hakkımı helal ettim!’ diyorsun!..” derler, yakamdan tutarlar.”
Üstad Hazretlerinin, Uhuvvet Risalesi’nde, bir mümin kardeşinin yaptıklarına karşı affedici olabilmek için hadiselere bütüncül bakabilmeyi, onları bütün yönleri ile görebilmeyi ifade eden şu açıklamaları ile Hz. Yusuf’un (aleyhisselâm) önceki yazıda ele alınan nebevi yaklaşımları ne kadar da örtüşmektedirler:
“Hâlbuki mümin kardeşinden sana gelen bir fenalığı, bütün bütün ona verip, onu mahkûm edemezsin. Çünkü: Evvelâ, kaderin onda bir hissesi var. Onu çıkarıp o kader ve kaza hissesine karşı rıza ile mukabele etmek gerektir. Sâniyen, nefis ve şeytanın hissesini de ayırıp, o adama adâvet değil, belki nefsine mağlup olduğundan acımak ve nedâmet edeceğini beklemek… Sâlisen, sen kendi nefsinde görmediğin veya görmek istemediğin kusurunu gör, bir hisse de ona ver. Sonra bâki kalan küçük bir hisseye karşı en selâmetli ve en çabuk hasmını mağlup edecek afv u safh ile ve ulüvv-ü cenâblıkla mukabele etsen, zulümden ve zarardan kurtulursun…”
“Müzmin Müfteriler ve Müslümanca Mukabele” başlıklı Bamteli’nde, Mekke’nin fethinden sonra, Şefkat Peygamberi Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Mekkelilere muamelesinden alınması gereken önemli bir ders şöyle ifade edilmektedir: “Efendimiz Mekke'yi fethettiği zaman Mekke ahalisine ve ileri gelenlerine "benden ne bekliyorsunuz" dedi. Herkes baktı böyle yüzüne. O da onlara kardeşi Yusuf Peygamberin dediği gibi "İzhebû entümü't-tulekâ-gidin hepiniz serbestsiniz" dedi. Yani "Peygamber Yusuf'un (as) söylediği sözden daha fazlasını söyleyecek değilim ve bugün size bir azarlama ve ayıplama yoktur. Gidin, hepiniz serbestsiniz" buyurdu. Mülhidler ve müşrikler herkes o güne kadar O'na kötülük yapmışlardı.
İsterseniz o tarihi tekerrürler devr-i daimi içinde bugüne kadar kötülük yapan yirmisinden ellisine ne kadar insan varsa, ben de birgün karşılaşsam bunlarla ve "benden ne bekliyorsunuz" desem, onlara aynı şeyi söyleyeceğim. "Kâle la tesrîbe aleykümü'l-yevm, yağfirullâhü leküm ve hüve erhamü'r-Râhimîn" diyeceğim. O ayette Yusuf aleyhisselam dedi ki: "Bugün size karşı sorgulama, kınama yoktur. Sizi Allah bağışlasın. O, merhametlilerin (en) merhametlisidir." Ben aynı şeyi "Bugün size bir kınama yoktur" derim.
Başka şey söylemem mümkün değil. Çünkü benim Efendim ve O'nun selefleri öyle diyor. Bütün Peygamberi âli izam öyle diyor. Başka türlü demem, başka türlü düşünmem mümkün değil.” Hazret-i Bediüzzaman’ın ve Hocaefendi’nin derslerini, Kur’an’dan ve başta Allah Rasûlü olmak üzere peygamberlerden (alâ nebiyyinâ ve aleyhimüsselâm) aldıkları ne kadar açıktır. Hocaefendi
Fitne ve Hâbil Tavrı başlıklı Bamteli’nde de buna vurgu yapmaktadırlar: “Bizim karakterimiz, budur. Müslümanın karakteri, budur. Hazreti Ruh-i Seyyidi’l-Enâm’a bend olmuş insanın karakteri budur. Bend olmuş isen, bendegâna düşen şey, Şehsuvar’ına uymasıdır. O, hangi yolda yürümüşse, nereye doğru gidiyorsa, O’ndan ayrılmamak lazımdır; O’ndan ayrılmak, felaket getirir, hafizanallah. Efendimizin yolu…”
Kur’an’i ve Nebevi ahlâk ve usule ittiba etmelerinin gereği olarak, Bediüzzaman Hazretlerinin “Konuşan yalnız hakikattır” başlıklı yazıda ifade ettikleri ve Hocaefendi’nin bu süreç boyunca affetme, kin ve intikam duyguları beslememe ve bu saiklerle hareket etmeme hususunda yaptıkları sürekli tahşidâta baktığımızda bu hakikatler daha iyi görülebilecektir.
“Konuşan yalnız hakikattir” yazısında şöyle denmektedir: “Madem ki nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Yirmi sekiz sene çektiğim ezâ ve cefalar ve mâruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musibetler hep helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helâl ettim…
Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüz binlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddî ve mânevî herşeyden ferağat mesleğimden ayrılmayacaklardır…
Benimle beraber çok talebelerim de türlü türlü musibetlere, ezâ ve cefâlara mâruz kaldılar, ağır imtihanlar geçirdiler. Benim gibi onlar da bütün haksızlıklara ve haksız hareket edenlere karşı bütün haklarını helâl etmelerini isterim. Çünkü onlar bilmeyerek kader-i İlâhînin sırlarına, derin tecellîlerine akıl erdiremeyerek bizim dâvâmıza, hakikat-i imaniyenin inkişafına hizmet ettiler. Bizim vazifemiz onlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir. Bize ezâ ve cefâ edenlere karşı hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risale-i Nur’a sadakat ve sebatla çalışmalarını tavsiye ederim.”
Üstad ve Hocaefendi gibi peygamber varisleri asla toplumdan ve insanlardan vazgeçmemişlerdir. Bütün plan ve hesaplarını bu toplumları kazanma üzerine yapmışlar ve buna uygun olarak taktik ve stratejiler geliştirmişlerdir.
Hocaefendi
“Affet ki Affedilesin” başlıklı Kırık Testi’de toplum içerisinde zararlı duyguların tahrik edilmemesi ve geçmişte yaşanan menfiliklerin bünyede tahribata yol açmaması hususundaki bir nebevi uygulamayı, bu hususa bir örnek olarak vermektedirler:
“Bir insan selim kalp taşıyorsa, çirkin sözler ne maksatla söylenirse söylensin onun ruhunda yara yapar. İnanmış bir gönül, fenalık hangi zaviyeden gelirse gelsin, kötü duygu ve tutkular hangi enstrümanla seslendirilirse seslendirilsin onlardan rahatsız olur ve o türlü şeylere karşı hep kapalı kalır. Kur’ân-ı Kerim’in talim ettiği ahlâk çerçevesi içinde Resûl-i Ekrem Efendimiz öyle davranmıştır.
Ebû Cehil öldüğü zaman, bir rivayete göre, sadece “Bu ümmetin firavunu öldü.” demiş ama Mekke’nin fethinden bir müddet sonra Müslüman olan Ebû Cehil’in oğlu Hazreti İkrime’nin de bulunduğu bir mecliste, Ebû Cehil aleyhinde bazı sözler söylenince, “Babalarını kınamak ve haklarında kötü söz söylemek suretiyle çocuklarını rencide etmeyin!” buyurmuştur. Peygamber Efendimiz bu beyanıyla, hem mü’minlere lüzumsuz sözler sarfetmemeleri tembihinde bulunmuş hem de yanında babasına hakaret etmek suretiyle oğuldaki cibilli duyguları harekete geçirmemeleri hususunda ashabını ikaz etmiştir.”
İnşaallah sonraki yazıda bu konuya devam edelim.