Bir
kültürün oluşmasında ve bireylerinin kimliklerini kazanmalarında en önemli bir
araç dil olduğu gibi, bunların muhafazasında ve geleceğe taşınmasında da en
önemli bir vesile yine dildir.
Bu yüzden yeni nesillerin, kuşakların gittikleri yeni coğrafyalarda, biliyorlarsa kendi dillerini korumaları, ama bilmiyorlarsa medeniyetlerinin taşıyıcısı olan bu dillerini mutlak surette incelikleri ile beraber ve tam bir hakimiyete sahip olacak şekilde öğrenmeleri, asla ihmal edilmemesi gereken bir vazifedir.
Kültürün ve milli ve manevi değerlerin taşınmasında ana dil bir zarurettir. Bunun yanı sıra, bulunduğumuz zaman diliminde, yeryüzünde tebliğde kullanılacak en önemli kaynakların dilinin Türkçe olduğunu da unutmamamız gerekir.
Bulunduğumuz asırda, zamanın sahibi olan Bediüzzaman Hazretleri ve Fethullah Gülen Hocaefendi eserlerinin az bir kısmını Arapça, çoğunu da Türkçe olarak kaleme almışlardır. Yapılan sohbetler ve vaazlarda kullanılan dil de Türkçedir.
Zamanımızda Kur’an’î ve imanî hakikatleri en güzel ve tam bir şekilde ve günümüz insanlarının ihtiyaçlarına tam cevap verecek bir şekilde açıklayan Risale-i Nurlar, Pırlanta Serisi, vaazlar ve sohbetler Türkçe olarak telif edildikleri için, bu temel kaynaklardan tam istifade edebilmek, Türkçeyi çok iyi bilmekle mümkün olabilecektir.
Dini ve dili muhafaza etmek lazım
Ali Yurtsever bir hatırasında, Hocaefendi’nin din ve dilin birlikte muhafaza edilmesine vurgu yaptığını paylaşmaktadır:
“2021 yılında, yeni binadaki küçük salonda, belli bir dar dairede oturuyorduk. “Hocam, yıllardır Amerika’dayız. İngilizce çocuklarımızın ana dili gibi oldu. Hemen her eserin de İngilizce tercümeleri mevcut. Süreçten dolayı da ülkemizle duygusal bağlarımız zayıfladı. Türkçeyi bıraksak, her şeyi İngilizce yapsak olmaz mı?” dedim. “Olmaz! Dini ve dili muhafaza etmek lazım” dedi.
Her ne kadar tercümelerle bazı ihtiyaçlara cevap verilip nesillerin başlangıçta var olan acil ihtiyaçları buralardan karşılanabilse de, bu tercümeler orijinal eserlerin yerini hiçbir zaman dolduramayacak ve onlardan tam bir istifade mümkün olamayacaktır.
NELER YAPILABİLİR
Zikredilen bu nedenlerden dolayı, ailelerin çocuklarına Türkçe öğretmeyi birincil en önemli bir mesele olarak kabul etmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde, ana dil zaman içerisinde kaybolacak veya eksik bir kullanıma sahip olacaktır.
Bu husus anadili Türkçe olan aileler için böyle olduğu gibi, anadili Türkçe olmayan Hizmet insanları da hem kendilerinin hem de çocuklarının Türkçe öğrenmelerine önem vermelidirler ki temel eserlerden, sohbetler ve vaazlardan tam istifade edebilsinler.
Bu hususta her seviyede yapılması gereken işler vardır. İlk dil eğitiminin başladığı yer olan aile, bu açıdan en başta gelmektedir. Doğumdan itibaren dil eğitiminin bir plan ve program dahilinde, aile bünyesinde şuurlu olarak yürütülmesi gerekir ki bu onların da ana dilleri olabilsin.
Gidilen ülkelerin dilleri genç nesiller tarafından çok kolaylıkla ve doğal ortamı içerisinde zaten ayrıntılı bir şekilde incelikleriyle beraber öğrenilebilmektedir. Eğitim dili olması, sokaklar, okul ortamı, arkadaş çevresi, medya, müzik ve her türlü kanallarda kullanılmasından dolayı yerel diller zaten öğrenilmektedir.
Asıl zor olan, kendi dillerinin başka bir kültür ortamında öğrenilmesidir. Bu yüzden ailelerin ya da toplulukların önceliği Türkçeyi öğretmek olmalıdır.
Her şeyden önce, aileler kendi evlerinde, çocuklarının yanında ve kendi aralarında ve onlarla hep Türkçe konuşmalıdırlar.
Türkçe temel eserler müzakere edilerek okunmalı
Genç nesiller için Türkçe yazılmış hikâye, roman, masal ve eğlendirmeye yönelik tarzdaki çeşitli kitaplar onlara tavsiye edilip, okumaları teşvik edilmelidir.
Ayrıca, kamplar ve uzun süreli aktivite programlarının içerisinde de Türkçe öğretmeye yönelik programlar organize edilmelidir. Türkçe olan temel eserlerin bu yerlerde gruplar içerisinde müzakere edilmesi faydalı olacaktır.
Bir gün normale dönerse Türkiye’de ve o zamana kadar da yurt dışında yaygın ve yoğun olarak Türkçenin kullanıldığı veya konuşulduğu ülkelerde veya bölgelerde, uzun süreli programlar düzenlenmelidir.
Türkçe yazılmış ve cazibesi yüksek olan eserler üzerine birtakım faaliyetler ve yarışmalar planlanabilir.
Kitaplar, filmler, oyunlar, müzikler vs. gibi Türkçe eğitimini destekleyecek kaynakların hazırlanması için üniteler oluşturulup bunların planlanması ve takibi yapılmalıdır. Bu bağlamda her türlü kaynağın dijital versiyonunun da hazırlanması önemlidir. Diğer taraftan yapay zekanın sunduğu imkânların araştırılarak hızlı bir entegrasyon ile kaynaklardaki verimliliği ve çeşitliliği arttırmaya çalışmalıdır.
YEREL DİLLER EĞİTİMİ VE TEBLİĞ
Bir taraftan Türkçenin öğretilmesine öncelik verirken, diğer taraftan gidilen yerlerde konuşulan dilde yapılacak olan tebliğ de çok önemlidir.
Allah (CC) gönderdiği peygamberleri, gönderildikleri topluluğun dilini çok iyi bilen insanlar arasından seçmiştir. Dile hakimiyet olmadan tam bir tebliğ ve temsil ortaya konamayacaktır:
“İnsanlara kendi dilleriyle hitap etmenin önemi sadece peygamberlere has değildir. Temel mesele, insanlara kendi dilleriyle hitap edip onları doğru yola yönlendirmek olduğuna göre, elbette her mürşidin kendi halkının dilini kullanması bir zorunluluktur. (Kur’anın Sihirli Ufku: Yusuf Suresi)
Buralara göç veya hicret etmiş olan insanlar, bu yeni yerlerin dillerini de öğrenmeli ve onlara kendi dillerinde hak ve hakikatleri anlatmalıdırlar. Bir topluluğa kendi dillerinden hitap etmedikçe, onların dillerinin ve kültürlerinin inceliklerini de bilip ona uygun bir şekilde mesajlarınızı onlara ulaştırmadığınız sürece, bu işte başarılı olmak mümkün değildir.
Fethullah Gülen Hocaefendi, bu gelinen yerlerde hak hakikati tam anlamıyla temsil ve tebliğini yapabileceklerin, bu yerlere çocukluklarında gelmiş, buraların kültür ve eğitim ortamında yetişmiş ve onların dillerini anadilleri gibi bilen nesiller olacağını ifade etmektedir.
Dolayısıyla gidilen coğrafyaların dillerinin öğrenilmesi ve bu dillerde her türlü kaynakların hazırlanması oldukça önemlidir.
Bu yerlere gelen genç nesillerden önemli sayıda gençlerin yerel dilleri kendi ana dillerinden daha iyi bildikleri de unutulmaması gereken bir realitedir.
O zaman “önce Türkçe öğretelim sonra tebliğ yapılır” demek gibi bir lüks söz konusu olmamalıdır. İnsanlara en hızlı bir şekilde hangi dili çok iyi biliyorlarsa o dilde hitap etmeli ve hızlı bir şekilde o dilde kaynakları hazırlayıp onların istifadesine sunmalıdır.
Bu insanlardan artık belli bir seviyeye gelmiş, hizmetleri veya verilen mesajları kabullenmiş ve sevmiş olan insanlara yönelik olarak Türkçeyi öğretmek ayrıca bir hedef olmalı ve bu planlanarak zamana yayılmalıdır.
Sonuç olarak, ister Türkçe isterse de yerel dillerin öğrenilmesi olsun, her türlü kaynağın hazırlanması ve farklı dillerde yapılacak tebliğ faaliyetleri birer ünite olarak ele alınarak, takibi bir plan ve program çerçevesinde yapılmalıdır ki bu ihtiyaç en hızlı ve verimli bir şekilde karşılanabilsin.