Sahabe mesleği ve “kardeşlerime selam” hitabı 2
Günümüzde, zalimler durmadan zulümlerine devam ediyorlar. Birtakım dünyevi menfaatler ve çıkarları uğruna tarihte eşine az rastlanır zulümleri yapıyorlar. On binlerce masum insana gadreden, doğum yapacak ve yapmış olan kadınları ve yeni doğmuş bebekleri bile hapse atabilecek kadar alçalan bu insanlar, yaptıkları bu işlerin neticesinde dünyayı elde ettiklerini, kazandıklarını düşünerek hareket ediyorlar.
Diğer taraftan mağdurlar, mazlumlar ve masumlar ise yapılan bunca şiddetli zulümlere rağmen, ebedi hayatlarını kazanmak ve haksızlıklara ve zalimlere karşı durabilmek için davalarından vazgeçmeye yanaşmamakta ve her türlü maddi ve manevi fedakarlıklarda bulunmak suretiyle mücadelelerine devam etmektedirler. Zaten, insanlık tarihi boyunca bu iki taraf arasındaki mücadele her zaman var olmuş ve kıyamete kadar da devam edecektir.
Peki, kim kazanıyor, kim kaybediyor bu mücadelelerde?
İman ve Kur’an hizmetlerine kendilerini adamış olan Hizmet insanları birtakım kayıplar ve büyük zorluklar yaşasalar da gerçek anlamda kazananlar onlardır: “Şayet “çekme” öyle güzel neticeleri size kazandırıyorsa, kazanan sizler oluyorsunuz. “Kazandım!” deyip kazanmış gibi görünen insanlar da hiç farkına varmadan kazanma kuşağında iç içe kayıplar yaşıyorlar; düz yolda, şehrâhta, değişik trafiklere sebebiyet veriyor, takılıp yollarda kalıyorlar. Hem de yollarda yüz üstü kalıyorlar. Ama sizin yüz üstü olmanız bile, bir yönüyle, O’na (CC) kurbeti ifade ediyor, secde gibi bir şey oluyor. Çektiğiniz şeylerle, başınız yerde, hep O’na (CC) karşı en yakın bir pozisyonda, en yakın bir durumda bulunuyor gibi oluyorsunuz, Allah’ın izni ve inayetiyle. Bu itibarla da kazanım içinde kazanımlara mazharsınız.
Hamdetmek lazım! Neden? Çünkü bir kere var olmakla nimete mazhar kılınma var. Sonra insan olmakla. Hazreti Rûh-u Seyyidi’l-enâm’a ümmet olmakla… Ve bir de ya O’nun (SAV) ashâbı olma şerefiyle veya âhirzamanda O’nun (SAV) ashabının yolunda yürüme şerefiyle…”
“İbret, Garipler ve Korku”
Sahabe efendilerimizle inşa edilen İslâm binasını ahirzamanda tekrar yükseltecek olan günümüz Hizmet insanlarına, Allah Rasûlü (SAV) kardeşlerim diyerek iltifat etmekte ve belki de iki zaman arasındaki benzerliklere dikkat çekmektedirler: “Fakat size selam gönderirken de farklı bir iltifat ile gönderiyor; “Kardeşlerime selam!” diyor… “Sahabî” bir aralık duraklıyor ve soruyorlar: “Ya Rasûlallah! Biz, kardeşlerin değil miyiz?!” Şöyle buyuruyor: “Sizler, arkadaşlarımsınız Benim; Benim kardeşlerim sonra gelecekler!” “Gariplere müjdeler olsun!” sözleriyle çerçevelenen birilerinin, yeryüzünde fesat yaydığı bir dönemde kadın-erkek tefrik etmeden masum insanları derdest edip içeriye attığı bir dönemde hatta minnacık çocukları annesinden kopardığı veya yeni dünyaya gelmiş çocukları, kundağı içindeki çocukları, annesiyle beraber içeriye attığı bir dönemde öyle müfsidlerin hükümferma oldukları, zulümleri gözünüzün içine baka baka yaptıkları, ifsâdâtı yaygınca yapıp meşru gösterdikleri bir dönemde.
Evet böyle bir dönemde, bütün müfsitlerin ifsâdâtına rağmen, zâlimlerin zulmüne rağmen, kâidlerin keydine rağmen, mâkirlerin mekrine rağmen, hâinlerin hıyanetine rağmen ıslahçı olan insanlar; işte onlar Benim kardeşlerim! İnsanların fesada verdikleri şeyleri derleyip-toparlayıp yeniden ıslah eden, deformasyonları yeniden forma koyan, dejenerasyonları yeniden -bir yönüyle- gözden geçiren, değişik pozitif reformlara tâbi tutarak her şeyi hüviyet-i asliyesine yeniden ircâ eden -Allah’ın izniyle- o bahtiyarlar, Benim kardeşlerim!
Böyle olmaya can kurban!.. Neye mazhar olduğunuzun farkında mısınız?! Neye maruz kaldıklarının farkındalar mı acaba?! Birileri, değişik şeylere maruzlar; öyle maruzlar ki, maruz kaldıkları şeyin farkında değiller, düz yolda -bir yönüyle- sürüm sürümler.”
“İbret, Garipler ve Korku”
Gerçekte kim kazandı?
Suheyb-i Rumi Hazretleri Mekke’den Medîne’ye hicret için yola çıktığında kendisini engellemek isteyen müşriklere dedi ki: “Beni iyi tanırsınız ki, çok iyi ok atarım. Eğer üzerime gelirseniz, çantamdaki okların hepsini size atarım ve sonra kılıcımı çekerim. Bunlardan biri elimde bulundukça bana bir şey yapamazsınız, kendiniz bilirsiniz. Peki, bunun yerine, yanımdaki ve Mekke'de bulunan mallarımı size verirsem önümden çekilir misiniz?
Müşrikler bu teklifi severek kabul ettiler. Böylece, Hz. Suheyb (RA), Mekke'deki mallarının yerini tarif edip müşriklerin elinden kurtuldu. Sonrasında, Hz. Suheyb "Yâ Resûlallah, hicret etmek için yola çıktığım zaman, müşrikler beni yakaladılar. Onlara bütün servetimi teklif ettim. Onlar da kabul ettiler. Bütün malımı vererek kendimi ve ailemi kurtararak huzurunuza geldim." diyerek başından geçenleri anlatınca, Peygamber Efendimiz (SAV) "Suheyb kazandı, Suheyb kazandı, Ebû Yahyâ kazandı! Satış kârlı çıktı. Satış kârlı çıktı" diyerek Hz. Suheyb hakkında nâzil olan ayeti okudular: "İnsanlardan bir kısmı, Allah Teâlâ'nın rızâsını isteyerek O'na ibâdet yolunda kendini ve malını fedâ ederler." (2/207)
Sahip çıkıyorsanız size de sahip çıkılır
Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Her kim bir mü’minin dünya sıkıntılarından bir sıkıntısını giderirse; Allah da onun ahiret sıkıntılarından birini giderir. Her kim darda kalan kimsenin işini kolaylaştırırsa Allah da onun dünya ve ahiret işlerini kolaylaştırır. Her kim bir Müslümanın bir günahını örterse Allah da dünya ve ahirette onun günahlarını örter. Kul, din kardeşinin yardımında olduğu sürece Allah da onun yardımcısıdır.”
Zahiren, mağdurlar ve mazlumlar olan Hizmet insanları dünyevi birçok imkânlarını kaybetseler de hakikatte, kaybettiklerinin karşılığı olarak başta Allah’ın rızasını ve cennetleri kazanmaktadırlar: “Eskiden sizin “himmet” dediğiniz şeye, şimdi “muavenet/yardım” diyorlar. Bu, Sarf’taki kip olarak esasen “karşılıklı yardımlaşma” ifade ediyor; siz, onlara bu mevzuda maddeten yardımcı oluyorsunuz; bir yönüyle onlar da dualarıyla sizin ahiretteki emniyetiniz adına yardımcı oluyorlar, size dua ediyorlar. Onlar, etmeseler bile, Gören görüyor, Bilen biliyor, Karar Veren veriyor; dolayısıyla iyilik edenlerin ahireti teminat altına alınıyor.
Böylesine tersliklerin yaşandığı belli bir dönemde, bazılarının bu mevzuda muavenette bulunmaları çok önemlidir. Aynı zamanda kaybetmiyorlar onlar; diğerleri gibi öyle kaybetmiyorlar, muavenette bulunuyorlar muhtaç olanlara…
Dolayısıyla böylesine bî-hadd ü pâyân zulme karşı, i’tisâfa karşı, haksızlığa karşı, o muavenet duygusuyla şahlanmış -özellikle- validelerimiz, âdetâ Cenneti peyliyorlar: “Allah, karşılık olarak Cenneti verip müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır.” (9/111) “Bi-enne” ibaresindeki “be” harfi mukabele ifade ediyor. Allah’ın (celle celâluhu) Cennet vaadi mukabilinde onlar o işi yapıyorlar. Onlar, onu veriyorlar. Bir yönüyle küçük bir şey; fakat dünyadaki durumumuz itibarıyla büyük bir şey. Onlar, onu veriyorlar; fakat öyle bir şey kazanıyorlar ki!.. Öbür tarafa gittiklerinde, yaptıklarını tohum gibi, dâne gibi görecekler; verilen şeyi de Everest tepesi gibi görecekler; “Allah, Allah! Bu, bunu nasıl doğurdu!” diyecekler. Şimdi kim kazanıyor, kim kaybediyor burada?!..”
"Şefkat Kahramanı Kadınlar”