Hizmet ve hakikat erleri arasındaki birlik, beraberlik ve dayanışmanın
hem onlara, iman ve Kur’an davasına hem de diğer insanlara çok büyük faydaları
vardır:
Sizin tesanüdünüze benim ziyade ehemmiyet verdiğimin sebebi, yalnız bize ve Risale-i Nur'a menfaati için değil, belki tahkikî imanın dairesinde olmayan ve nokta-i istinada ve sarsılmayan bir cemaatin kat'î buldukları bir hakikate dayanmaya pekçok muhtaç bulunan avâm-ı ehl-i iman için dalâlet cereyanlarına karşı yılmaz, çekilmez, bozulmaz, aldatmaz bir merci, bir mürşid, bir hüccet olmak cihetiyle, sizin kuvvetli tesanüdünüzü gören kanaat eder ki, bir hakikat var, hiçbir şeye feda edilmez, ehl-i dalâlete başını eğmez, mağlûp olmaz diye kuvve-i mâneviyesi ve imanı kuvvet bulur, ehl-i dünyaya ve sefahete iltihaktan kurtulur.” (Onüçüncü Şua)
Risalelerden ve Pırlantalardan tahkiki iman dersini almamış diğer inanmış insanların da hak yolunun yolcuları arasındaki bu kardeşlik ve dayanışmayı görmeye çok ihtiyaçları vardır. Çünkü, böyle çok kuvvetli bir kardeşlik ve dayanışmayı gören insanlar, anlarlar ki, bunların inandıkları davada bir güçlü hakikat var ki bütün bu saldırıların karşısında baş eğmeyip ve mağlup olmayıp ayakta durabiliyorlar ve bu anlayış onların imanlarını ve manevi kuvvetlerini güçlendirir.
Madem kardeşiz, beni bu sabırda taklit etmenizi sizden rica ederim
Hazret-i Üstad döndüre döndüre her vesileyle sözü talebeleri arasındaki tesanüd ve dayanışmaya getirmekte ve her ne olursa olsun aralarında en küçük bir tartışma, kavga, dargınlık ve anlaşmazlık olmaması hususunda durmadan uyarılarda bulunmakta ve bu hususa dair yazdıklarının tekrar ber tekrar dikkatle okunmasını tavsiye etmektedirler:
“Siz, küçük mektuplar risalesinde medar-ı teselli ve sabır ve tahammül için yazılan parçaları dikkatle ve tekrarla okuyunuz.
Ben, en zayıfınız ve bu sıkıntılı musibetten en ziyade hissedarım. Çok şükür tahammül ediyorum ve bütün suçu bana yükleyenlerden hiç gücenmedim ve vahdet-i mes'ele itibariyle yalnız kendini müdafaa ederek zımnen cemiyet ve suçu bize tahmil edenlerden dahi sıkılmadım.
Madem kardeşiz, beni bu sabırda taklit etmenizi sizden rica ederim.” (Onüçüncü Şua)
atfedilen suçları kendisine atıp kurtulmak isteyenleri dahi problem yapmayıp her şeye katlanıp sabrettiğini ve talebelerinin bu hususta onu taklit etmelerini istemektedirler.
Kahramanlar ordusunu melekler ve ruhaniler alkışlıyor
Bu ifritten sürecin mağdurlarının çektikleri karşısında her ne kadar insan olarak çok üzülsek ve sürekli bu zulümlerin ve mağduriyetlerin bitmesi için dua ediyorsak da bir önemli gerçek var, o da şudur ki; bu insanlar mü’minler, hakikat ehli, ruhaniler ve melekler tarafından en kutsi bir yolda mücadele eden bir kahramanlar ordusu olarak görülüp alkışlanmakta ve bu yüzden “neden bunlar yapılıyor” diye hiddetlenmek yerine mazlumlar tebrik edilmelidir:
“Ben, bu gece Eski Said'in izzetli damarıyla, ellerimiz kelepçeli beraber mahkemeye süngülü neferatla sevkimizi düşündüm, şiddetli bir hiddet geldi.
hiddet değil, belki kemâl-i iftiharla, şükür ve sevinçle bu vaziyeti karşılamak lâzımdır. Çünkü zîşuur ve had ve hesaba gelmeyen melek ve ruhanîlerin ve insanlardan ehl-i hakikatin ve ashab-ı vicdanın ve iman-ı tahkikî sahiplerinin nazarlarında, hak ve hakikat ve Kur'ân ve iman yolunda bu asra meydan okuyan bir kahramanlar kafilesi suretinde görünüyorlar.
Bunların teveccühü ise rahmet-i İlâhiyeyi ve kabul-ü Rabbâniyeyi gösteren bu yüksek takdir ve tahsinlerine karşı mahdut bir kısım serseri ve haylâz ve sefihlerin tahkirkârâne nazarlarının hiçbir ehemmiyeti olamaz.” (Onüçüncü Şua)
Böyle yüksek kıymete sahip olanlar tarafından kabul görüp alkışlanma hem Allah’ın (CC) rahmetine vesile hem de O’nun (CC) kabulüne işaret ettiğinden çok değerlidir.
Bediüzzaman Hazretleri birçok defa başlarına gelen hadiseden kurtulmanın mümkün olmadığına dikkat çekmişlerdir. Bu yanlış anlaşılmamalıdır, burada kastedilen sorumluluktan kurtulmak ya da sebepleri yerine getirmemek değildir. Bunda iki önemli mana vardır;
1- Hadiseler gerçekleşip, buna neden olan tedbirsizlikler, hatalar ve kusurlar bulunmasaydı da bu zulmü yapanların bu zulmü yapma konusundaki kesin niyetleri ve planları anlaşıldıktan sonra bu sözler söylenmiştir.
2- Bu zahiri (dış) sebeplerin dışında hakiki sebep olarak billinmesi gereken İlahi Kader’in hakkımızdaki takdirleri ve hadiseler yoluyla murad buyurduğu hikmetlerinin ortaya çıkması için bu hadiseler meydana gelmektedir:
“Bu musibetimizden kaçmak ve kurtulmak, iki cihetle kàbil değildi:
Birincisi: Kader-i İlâhi kısmetimizin bir kısmını buradan bize yedirmek için herhalde gelecektik. En hayırlısı bu tarzdır.
İkincisi: Aleyhimize çevrilen dolaptan kurtulmak imkânı bulmadık. Ben hissetmiştim, fakat çare yoktu. Bîçare merhum Şeyh Abdülhakim, Şeyh Abdülbâki kurtulamadılar.
Demek bu musibette biz birbirimizden şekvâ etmek hem haksız, hem mânâsız, hem zararlı, hem Risale-i Nur'dan bir nevi küsmektir. Sakın, sakın, has rükünlerin gösterdikleri faaliyeti bu musibete bir sebep görüp onlardan gücenmek ise, Risale-i Nur'dan çekilmek ve hakaik-i imaniyeyi öğrenmeden pişman olmaktır.
Bu ise, maddî musibetten daha büyük bir mânevî musibettir. Ben kasemle temin ederim ki, sizin her birinizden yirmi otuz derece ziyade bu musibette hissedar olduğum halde, niyet-i hâlise ile faaliyet göstermelerinden, ihtiyatsızlığı yüzünden gelen bu musibet on defa daha fazla olsa da yine onlardan gücenmem. Hem geçmiş şeylere itiraz etmek mânâsızdır. Çünkü tamiri kàbil değil.” (Onüçüncü Şua)
Birbirimizle boğuşmaktan kim kazanır, kim kaybeder?
Şimdi meydan gelen bu ifritten süreçte başa gelenlerin hakiki sebepleri böyleyse, o zaman birbirimizden şikâyette bulunmak, sorgulamalar peşine düşerek birbirimizle boğuşarak manevi gücümüzü kaybedip zayıflamak ne kadar anlamsız olur ve bu işte kim kazanır ve kim kaybeder diye düşünmek gerekmez mi?
Hizmette önde koşturanların yaptıkları bahane edilerek bu süreç ve mağduriyetler başlatılmış olsa da küserek bir kenara çekilmek hem Hizmet’ten uzaklaşma hem de iman hakikatlerini öğrenmekten pişman olmak anlamına gelmektedir. Bu ne kadar büyük bir hasaret ve kayıptır!
Bu musibetin, başa gelen maddi belalardan çok daha büyük bir manevi bela olduğu ve yeminle ifade ederek, bu olanlardan herkesten daha fazla zarar gördüğü halde bu işe sebebiyet verenler halis, iyi niyetle hareket ettiklerinden dolayı onların tedbirsizliklerinden dolayı başa gelenlerin on katı dahi başa gelse gücenmeyeceğini Hazret-i Üstad ifade etmektedirler.
Merak, musibeti ikileştirir, maddî musibeti kalbde de yerleştirmek için bir kök olur
Zaten geçmiş olan şeylere böyle biri itiraz anlamsız ve faydasızdır, çünkü tamiri veya geriye döndürülmesi mümkün değildir. Bilakis, bu tarz itirazlar ve isyan halleri musibetleri iyice ağırlaştırıp iyice kökleşmesine hizmet ederler:
“Merak, musibeti ikileştirir, maddî musibeti kalbde de yerleştirmek için bir kök olur. Hem kadere karşı bir nevi itiraz ve tenkidi ve rahmete karşı bir nevi ittihamı (isyan/inkar) işmam (hissettirir) eder. Madem her şeyde bir güzellik ciheti var ve rahmetin bir cilvesi var ve kader, adâlet ve hikmetle iş görür. Elbette bu zamanda umum âlem-i İslâmı alâkadar edecek bir kudsî vazife yüzünden hafif bir zahmete ehemmiyet vermemekle mükellefiz.” (Onüçüncü Şua)
İnşallah sonraki yazıda devam edelim…